ENERJİ GÜVENLİĞİ VE DÜNYA SİYASETİ-5

Değerli okurlarım, “enerji Güvenliği ve Dünya Siyaseti” adlı yazı dizisinin 5.’ni ele alıyorum. Hepimizin malumudur, ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi batılı ülkeler güya enerji güvenliği gerekçesiyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine çok boyutlu politikalar geliştirmişlerdir. Sözü edilen ülkelerin İsrail’e verdikleri desteği de büyük ölçüde değerlendirmem mümkündür. Batı dünyası biliyor ki Batı desteği olmadan varlığını sürdürmesi mümkün olmayan İsrail üzerinden Arap İsrail sorununu canlı tutarak Arap dünyasını kontrol etme imkânı bulmuştur.
Enerji tüketimi açısından ülkeleri üç başlık altında değerlendirilmesi mümkündür. Birinci grupta; uluslararası petrol şirketlerine sahip sanayileşmiş ve gelişmiş ülkeler; ikinci grupta enerjide başka ülkelere bağımlı gelişmiş ülkeler ve üçüncü grupta ise petrol ithal eden üçüncü dünya ülkeleri olarak tarif edilir.
ABD’nın enerji politikaları Birinci Dünya Savaşı sırasında petrolün stratejik önemi anlaşılınca değişmeye başlamış ve savaş sonrası enerji kaynaklarına dışa açılım politikası benimsenmiştir. Gerek ABD olsun ve gerekse Batılı ülkeler olsun İsrail Üzerinden Arap-İsrail sorunun canlı tutarak, Batı enerji akışını ve Ortadoğu Bölgesini kontrol altında tutmuştur.
Aslında petrolün bir siyasi güç olarak kullanılması düşüncesi ilk olarak 1960 yılında OPEC’in kurulması ile ortaya çıktığını görüyoruz. 1967 yılında Arap-İsrail savaşında petrol ilk kez siyasi bir güç olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Opec üyeleri bir araya gelmiş olmalarına rağmen birlikte grup oluşturamamışlardır. OPEC üyelerinin ayrışık davranmalarının altında yatan temek faktör bu ülkelerden her birinin kendi ulusal ya da ülkesel çıkarlarını ön plana çıkarmaları ve kolektif bir kimlik ve çıkar alanı oluşturmamalarıdır.
Çünkü birlik olmamaları bir takım nedenleri bulunmaktaydı. Özellikle OPEC üyesi ülkeler monarşiden demokratik ülkelere komünist ülkelerden tutun İslamcı ülkelere kadar uzanan yelpazede farklı rejimlere sahipti. Bunların kimi üyeleri dünyanın en zenginleri, diğerleri ise en yoksulları arasında yer almaktaydı. Bazı devletlerde İran-Irak Savaşı ve Irak’ın Kuveyt’i işgalinde görüldüğü üzere kendi aralarında savaş halindeydiler ve bu kargaşadan batılı ülkeler yok pahasına petrolü kendi ülkelerine akıtıyorlardı.
ABD hegemon güçler, Suudi Arabistan’ın petrol üretiminden iç güvenliğine kadar pek çok alanda etkin bir rol oynamakta ve Suudi yönetimiyle yakın işbirliği yürütmektedirler. Körfez ülkeleri, kendi finansal altyapılarının yetersizliği ve güvenilir yatırım ortamı nedeniyle petrol gelirlerini Batı finans piyasalarına yönlendirildikleri görülmektedir. Özellikle Dünyanın jandarması olarak adlandırılan ABD’nin en üstün silah teknolojisi yedek parça ve eğitim hizmetleri gibi alanlarda sunduğu avantajlar Körfez ülkelerinin ABD’yi tercih etmesinin büyük nedenidir.
Körfez ülkelerindeki aşırı ölçüde silahlanma, yönetimindeki hanedanlıkların güvenliğini artırırken halkla aralarındaki mesafeyi açmış ve meşrutiyet sorunlarını derinleştirmiştir. Petrol gelirlerinin sağladığı ekonomik refah ve Batılı ülkelerin sunduğu güvenlik hizmetleri Körfez ülkelerinin iç güvenliğini sağlamaktadır.
Petro-dolar (Körfez ülkelerinin petrol satışlarından elde edilen gelirlerinin ABD finans piyasalarını ifade eder) Bu durum Körfez ülkelerinin Batı’ya bağımlılığını artırmıştır. Petro-dolarlar, Batılı finans sistemine büyük likidite sağlamış, bu da merkez ülkelerin bütçe açıklarını kapatmalarına ve küresel finans sistemdeki etkilerini artırmalarına yardımcı olmuştur.
Petrolün 21. Yüzyılda bile enerji güvenliği, modern yaşamın devamlılığı için büyük ölçüde gerekliği olduğunu ve ülkeler için ekonomik ve siyasi öncelik taşımaktadır. Bu amaçla ABD ve Batı enerji akışını kontrol ederek ekonomik ve askeri gücünü pekiştirmiş ve siyasi güçlerini artırarak iç ve dış politikada daha istikrarlı bir yapıya kavuşmuşlardır. Bitti…
Köşenin Sözü: ”Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir.” (Albert Einstein)
Abdulbaki Akbal
S.M.Mali Müşavir-B.Denetçi
Editör: Beşir Şavur