matesis
dedas

Engellilik: Karşılığı Cennet Olan Ağır Sınav

Engellilik: Karşılığı Cennet Olan Ağır Sınav

Peygamberliğin ilk yıllarıydı. Kutlu Elçi, çevresindeki insanları İslâm'a açıkça davet etmeye başlamıştı. Gece gündüz demeden kendisini dinleyen herkese Allah'ın gönderdiği mesajları anlatıyordu. Putlara tapan halkı, bir olan Allaha çağırıyordu.

İşte o günlerden birinde Mekke’nin ileri gelen müşriklerinden biriyle konuşmaktaydı. İslâm hakkındaki sohbet hayli koyulaşmıştı. Tam o esnada âmâ sahâbilerden Abdullah b. ümmü Mektüm, irşat edilmeye ihtiyacı olduğunu söyleyerek çıkageldi. “Bana doğru yolu göster, ey Allah’ın Resülü!” dedi. Onun zamansız gelişine canı sıkılan İslâm Peygamberi, yüzünü çevirip konuştuğu şahsa döndü ve “Söylediklerimde herhangi bir sorun görüyor musun?” diye sordu. Adam, “Hayır.” diye cevap verdi, işte Peygamberimiz, tam da muhatabının İslâm’ı kabullenmesi konusunda ümitlendiği esnada, Yüce Allah'ın şu âyetlerine muhatap oldu: “(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çeviriverdi! Sen nereden biliyorsun, belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da bu öğüt ona fayda verecek! Kendini muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun! (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun! Hayır böyle yapma, şüphesiz bu âyetler bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.

Rahmet Elçisi’nin bütün arzusu, Mekke’nin ileri gelenlerinden olan Utbe b. Rebia, Ebü Cehil ve öz amcası Abbâs b. Abdülmuttalib’i kazanmaktı. Şayet onları kazanabilirse, belki de bütün aileleri ve çevreleri İslâm’a girecekti. Bu nedenle belli bir kıvama gelen sohbetin kesilmesini istememişti, ibn ümmü Mektüm’a biraz sonra da dönebilir, sorularına genişçe cevap verebilirdi. Onun, zamansız olduğunu düşündüğü gelişine tepkisi sadece yüz ifadesine yansımıştı. Hatta peygamber Efendimizin yüz çevirdiğini ibn ümmü Mektüm hissetmemişti bile. Fakat her şeyi gören ve işiten Yüce Allah, Rahmet Elçisi’nin bu tavrını eleştiren birkaç âyetle başlayan Abese süresinin ilk âyetlerini indirdi. Şüphesiz Yüce Allah, Resûlü’nün niyetini de çok iyi bilmekteydi. Fakat o, dine davet adına da olsa, Müslüman bir âmâdan yüz çevirilip, müşriklere iltifat edilmesine razı olmadı. Zira İbn ümmü Mektüm bir âmâ idi, görmüyordu fakat gözleri kapalı ise de gönlü açıktı. Arınmaya, korunmaya, öğrenmeye, öğüt almaya gelmişti ve Peygamber beden diliyle de olsa ondan yüz çevirmemeliydi... 

Rahmet Elçisi, daha sonra uyarılmasına sebep olan bu gönül insanını daha yakından tanıyacak ve bir ömür boyu ona hak ettiği değeri verecekti. Hz. Peygamber’in hicretinden önce Medine’ye ilk gelenlerden biri olan Abdullah b. ümmü Mektüm, Mus’ab b. Umeyr ile birlikte Medine’deki Kur’an öğretmişti. Hicret sonrasında ise Bilâl-i Habeş! ile birlikte Mescid-i Nebevî’de müezzinlik görevini yerine getirmişti.

Bu ama sahâbi, bir başka konuda daha ayet inmesine vesile olmuştu. Allah Resülü’nün vahiy katiplerinden Zeyd b. sabit, bu olayı şöyle anlatıyordu: “Allah Resülü, ‘Müminlerden (cihada katılmayıp) oturanlarla malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir olmaz.’ ayetini yazdırıyordu. Tam bu sırada yanma ibn ümmü Mektüm geldi ve ‘Ey Allah’ın Resülü! Vallahi cihada gücüm yetseydi, mutlaka ben de savaşırdım dedi. Bunun üzerine aynı ayet Yüce Allah tarafından, ‘ğayru ulıdi’d-darar’ (özür sahipleri hâriç) kısmı eklenmek suretiyle yeniden indirildi. İlginçtir, özürlülerin savaştan muaf olduğunu ifade eden bu kısmın inmesine sebep olmasına rağmen, şehadet arzusuyla yanıp tutuşan ibn Ümmü Mektüm, Kadisiyye Savaşı’ndan geri kalmamış, hatta sancaktarlık yaptığı bu savaşta şehit olmuştur.

Abese süresinin inişinden sonra Hz. Peygamber ile aralarında gelişen samimi ilişkiler ibn ümmü Mektüm’a daha önemli görevlerin verilmesini de sağlamıştı. Gözüyle değil, gönlüyle gören bu yüce sahâbî, tam on üç defa Hz. peygamber’e vekâlet etmişti. Resül-i Ekrem, çeşitli seferlere savaşlara giderken Medine’de yerine onu vekil bırakmıştı. Peygamberimizin Medine’de toplum lideri ve devlet başkanı olduğunu dikkate alırsak, onun bu ama dostuna ne kadar önem verdiği daha kolay anlaşılır. Allah Resülü kendi vekâletini ona vermekle, ehil olmaları hâlinde engellilerin de en üst mevkilerde görev alabileceklerini göstermişti.

Allah Resülü, hasta kulların sabır ve şükür bakımından nasıl sınandıklarını, şu meşhur kıssa ile son derece etkileyici biçimde dile getirmiştir: Yüce Allah, israiloğulları’ndan, biri alacalı, biri ama ve biri kel üç kişiyi imtihan etmek ister. Bir melek göndererek onları iyileştirir. Sonra da deve, sığır ve koyun gibi doğurgan hayvanlardan en çok istediklerini lütfederek onları zengin eder. Yıllar sonra melek, sırayla her birinin önceki suretine girerek ziyaretlerine gider ve Allah’ın kendilerine verdiği bu mallardan Allah rızası için ister. Alacalı ile kel, bu malları miras yoluyla elde ettiklerini söyleyerek ona bir şey vermezler. Ceza olarak her ikisi de eski hâllerine döner. Âmâ ise, “Ben bir âmâ idim. Allah bana görme duyumu geri verdi. fakirdim, beni zengin etti, istediğini al! Vallahi Allah için aldığın hiçbir şeye engel olmayacağım.” der. Bunun üzerine melek, “Malın sende kalsın! Siz sadece imtihan edildiniz ve Allah senden razı oldu, diğer iki arkadaşına ise öfkelendi.” şeklinde cevap verir.

Kur’an-ı Kerlm’deki birçok ayette olduğu gibi, “hakikati görmeme, hakkı duymazlıktan gelme ve doğruyu haykırmama” anlamında “kör, sağır ve dilsiz” gibi bazı nitelemeler, Hz. Peygamber tarafından da kullanılır. “Bir şeyi (aşırı) sevmen, seni kör ve sağır eder!” hadisinin yanı sıra, ahir zamanda ortaya çıkacak bir fitne de, “kör ve sağır” nitelemesiyle takdim edilir. Diğer taraftan, Câbir b. Abdullah’ın anlattığına göre bir gün Hz. Peygamber, “Haydi, bizi Vâkıoğulları’ndaki şu 'iyi gören’ (basîr) adamı ziyarete götürün!" buyurur. Halbuki kastettiği şahıs amadır.“ Âmâ olan bir kimseden söz ederken onu, “basîr’’ yani “iyi gören” diye nitelemesi, Allah Resûlu’nün görme, duyma ve konuşma kabiliyetlerini mecazi anlamları ile birlikte kullandığını göstermektedir.

Hz. peygamber, insanların sahip oldukları özürleri, onların bazı alanlarda güçleri nispetinde verebilecekleri hizmetin önünde bir engel olarak görmemişti. Onlara çeşitli kademelerde görev ve sorumluluk veren Rahmet Elçisi, bir ayağı aksayan genç dostu Muâz b. Cebel’i ehil görmüş ve Yemen’e zekât memuru ve kadı sıfatıyla göndermişti.”

Engelli bir başka büyük sahâbide imrân b. Husayn’dı. Karnına su ve yağ toplanmış, uzun seneler süren bu hastalığa sabretmişti. Rahatsızlığı tam otuz yıl devam etmiş, hatta bir ara karnı açılarak yağları alınmıştı. Bir defasında hasta iken nasıl namaz kılacağını sormuş. Sevgili Peygamberimiz de, “(Mümkünse) ayakta kıl. Şayet buna gücün yetmiyorsa oturarak kıl. Buna da gücün yetmiyorsa yanüstü yatarak cevabını vermişti. imrân b. Husayn, aşırı kilolu oluşundan dolayı vefatından önce kabrinin kare şeklinde kazılmasını vasiyet etmişti.“

Özürlü ve mazeretli olmalarına rağmen kendi istekleriyle savaşa iştirak eden sahâbiler de vardı. Topal bir sahâbi olan Amr b. Cemûh bir gün Hz. Peygamber’e gelerek, “Ey Allah'ın Resûlü! Ne dersin, eğer ben şehit oluncaya kadar Allah yolunda savaşırsam, cennette bu (topal) ayağım düzelmiş bir şekilde Yürüyebilecek miyim?” diye sorunca Hz. Peygamber, “Evet." dedi. Bunun üzerine Amr, kardeşinin oğlu ve hizmetçileri Uhud Savaşı’nda birlikte savaşarak şehit oldular. Savaş meydanında Amrın cenazesiyle karşılaşan Hz. Peygamber, “Ben sanki seni cennette bu ayağın iyileşmiş bir vaziyette yürürken görüyor gibiyim.” ve onun emriyle bu üç mücahid aynı kabre konuldular.”

Amr b. Cemûh, ensarın temsilcilerindendi ve topal olmasına rağmen ordunun önündeydi. Amr’ın dört oğlu vardı ve Hz. Peygamber ile savaşlara katılıyorlardı. Babalarını, topal olması sebebiyle Allah'ın kendisine verdiği ruhsatı kullanması için ikna etmeye çalışıyorlardı. Amr ise, Hz. Peygamber’e başvurarak oğullarının kendisine engel olduklarını, şehit olmak istediğini söylüyordu. Neticede o, Uhud Savaşı’nda şehit oldu.

Hz. Peygamber’in, görme engelli sahâbîlerin gerek cemaate devam etmelerini ısrarla istemesinde, gerekse onları görevlendirmesinde, hatta savaşlara katılmalarına izin vermesinde onların toplumdan tecrit edilmemelerini sağlama arzusu yatmaktaydı. Ehil ve yeterli oldukları alanlarda yeteneklerini toplum yararına kullanarak, emek verip gayret gösteren üretici bireyler olmaları, onların ideallerini ve kişiliklerini gerçekleştirmede büyük öneme sahipti. Nitekim günümüzde de, pek çok engelli kardeşimizin arzu ettiği şey budur. onlar, toplumun kendilerine acımalarından rahatsız olmaktadırlar. Birçoğu, çevresinin yardımlarıyla hayatını sürdüren bir tüketici olmayı değil, her şeye rağmen kendilerine verilen imkânlar nispetinde üretici olmayı tercih etmektedir. Tüketen, âciz insan konumunda çoğu zaman hayata küsme, kabuğuna çekilme ve psikolojik rahatsızlıklara maruz kalma durumu yaşanırken, üreten, güçlü insan konumunda, mutlu ve umutlu bir hayat söz konusudur, işte Allah Resülü'nün gerçekleştirmek istediği şey tam olarak budur.

Zayıfların, düşkünlerin, fakir ve yoksulların gerçek dostu ve hamisi olan Allah Resülü, engellilere yapılacak her türlü yardımın bir sadaka olduğunu söylemiştir. Peygamber Efendimize (sav), varlıklı Müslümanların namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin yanı sıra sadaka vererek de sevaba erdiklerini söyleyen, ancak kendilerinin buna imkân bulamadıklarından yakınan Ebû Zerre Hz. Peygamber sadakanın birçok çeşidinin bulunduğunu belirterek şöyle buyurmuştur, “...(Âmâya veya yol sorana)yol göstermen sadakadır. Gücünle güçsüz birine yardım etmen sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade etmen sadakadır...”

Engellilere yardım etmenin sadaka okluğunu, diğer bir ifade ile Allah’a olan sadakatin bir ifadesi olduğunu belirten Hz.Peygamber’in, herhangi bir âmâyı yoldan saptıranları, onu kasten yanlış yola yönlendirme sadakatsizliğini gösterenleri ise lanetliler içerisinde sayması son derece etkileyicidir.

 Engelliler, tarihin her döneminde toplumların önemli bir kesimini oluşturmuşlardır. Aynı durum yaşadığımız modern çağ için de geçerlidir. Genel olarak bütün dünyada, özelde ise ülkemizde, nüfusun önemli bir oram engellidir. Geçmişte salgın hastalık ve savaşların etkisiyle artan bu oran, günümüzde çeşitli tedbirsizlikler, iş ve trafik kazalar gibi değişik sebeplerle had safhaya ulaşmıştır.

Gerekli vesilelere sarılmanın yanı sıra, tedbiri elden bırakmamanın ve tedavi olmanın Hz. Peygamber’in ısrarla dile getirdiği sünnetlerden olduğu unutulmamalıdır. Bütün bunlar yerine getirildikten sonra, İlâhi irade ve takdir sonucu başa gelenler karşısında ise, engelliye düşen sabretmek, gücü nisbetinde sorumlu olduğu bilinciyle hayatını sürdürmek ve sınavı kazanmaya gayret etmek; çevresindekilere düşen ise ona maddî ve mânevi anlamda destek olmaktır.

Şüphesiz ilâhi adalet gereği, herkes gücünün yettiğinden ve sadece kendisine verilenden sorumludur. Yaratıcı, şükredenleri ve sabredenleri ayırt etmek üzere, gerek verdiği nimetlerle gerekse vermedikleriyle kullarını sınar. Bunun bir imtihan olduğuna inanan mümin, kendisine nimet verildiğine şükretmek, imtihana çekildiğinde ise sabretmek suretiyle iki durumda da sınavı kazanma imkânına sahiptir. Resül-i Ekrem’in veciz bir şekilde ifade buyurdukları gibi, “Allah, sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar."Nitekim Allah’ın seçkin peygamberlerinden biri olan Hz. Eyyüb’un sabır ve dualar sonucunda ilâhi rahmetle giderilen uzun süreli hastalığı, bunun tipik bir örneğini oluşturur. Yine bir hadiste belirtildiği üzere, “Batan bir diken bile olsa Müslüman'ın başına gelen her bir musibeti, onun günahlarına kefaret kılar. Hatta onu bir derece de yükseltir.

Her yönüyle bizler için “üsve-i hasene” yani ideal bir örnek olan Hz. Peygamber’in engellilere yönelik engin öğretisi, bu bağlamda kuracağımız ilişkilerde yol göstericidir. Zira Allah Resûlü hayatı boyunca engellilere sahip çıkmış, onları asla hafife almamış, özürleri sebebiyle ayıplamamış, kınamamıştır. Günlük hayatta görülenin aksine İslâm, çoğu doğuştan olan veya istenmedik sebeplerle sonradan ortaya çıkan özürlerinden dolayı insanlarla alay edilmesine kesinlikle izin vermemiştir. Nitekim Yüce Rabbimiz genel anlamda alay etmeyi yasaklamıştır.

Engelli olmayanlar günün birinde benzer bir sorunu yaşama ihtimalini göz ardı etmemeli, engelli kardeşlerine ellerinden gelen fiziksel ve duygusal yardımı yapmalıdırlar. Çünkü sadece engelli olan kimseler değil, çevresindekiler de engellilere karşı tavırlarıyla Rabbimiz tarafından sınanmaktadır. Bu nedenle onların, bir yandan Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerin kadrini bilip şükretmeleri, diğer yandan da hem bireysel hem de toplumsal huzura kavuşabilmek için engelli kimselere her anlamda destek vermeleri gerekir.


Yorumlar

Image
hocam
19.12.2015 / 23:58

lime tekuvluvne mele tef3eluvn grubundansınız

Yorum Yaz