tatlidede

Fıtır Sadakası

Fıtır Sadakası

Mardin Müftüsü Dursun Ali Coşkun'un okuyucularımız için kaleme aldığı makale...

İslâm, insan hayatını düzenleyen birçok esaslar getirmiştir. Bunla­rın en önemlisi insanlar arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma kültürünü yerleştirmeye yönelik getirdiği hükümlerdir. Zekât ve sadaka toplumun farklı kesimleri arasında köprü kuran, fertler arası duygusal ge­rilimi engelleyen, sosyal barış ve huzuru temin eden çok önemli bir dini yükümlülüktür. Bu bakımdan dilimize “fitre” olarak yerleşen fıtır sada­kasının Ramazan Bayramı öncesinde yerine getirilmesi istenen malî bir ibadet olması manidardır.

“Fıtrat” kelimesinin, yarmak, ikiye ayırmak, kesmek, yaratmak, icat etmek mânâlarına geldiği dikkate alınırsa “fıtır sadakası” ifadesin­de şu iki mânâ ön plana çıkmaktadır. Birincisi; fıtır, “oruç bozma” veya “Ramazan’ın sona ermesi” anlamlarında kullanıldığı için bu sadakaya fıtır sadakası denmektedir. Nitekim Basralı âlim Hasan-ı Basrî’nin aktardığına göre sahâbeden Abdullah b. Abbâs Basra’da vali iken Ramazan’ın sonun­da yaptığı bir konuşmasında Müslümanlara hitaben, “Orucunuzun zekâtı olan fitrenizi veriniz.” demiştir. Diğer yandan; fıtratın, kişinin yaratıldığı tabiatı ve özünü ifade etmesine paralel olarak “can veya baş zekâtı/sadaka­sı” anlamında (sadakatü’n-nüfûs) kullanıldığı için bu isim verilmiştir. Bu bakımdan fıtır sadakası, kişinin, hem kendisinin hem de velayeti altında­kilerin canını bağışladığı için Allah’a bir şükran borcunu ifade etmektedir. Bu sadaka, hadis kaynaklarımızda daha çok “fıtır sadakası” “fıtır zekâtı” “oruç zekâtı” ve “Ramazan sadakası” şeklinde geçmektedir

Şüphesiz ki Ramazan’da mânevi bir iklimin oluşmasını sağlayan şey, bu ayda yapılan taat ve ibadetlerin yoğunluğudur. Oruç ve namaz gibi sosyal yardımlaşma ve dayanışma da bu ibadetlerin bir parçasıdır. Bu yüz­den Ramazan, müminin sadece bedenen değil malı ile de kul olmasının gereğini yerine getirdiği bir aydır. Abdullah b. Abbâs, Hz. Peygamber’i (sav) insanların en cömerdi olarak nitelerken, onun cömertliğin zirvesinde olduğu zamanın ise Ramazan ayı olduğunu belirtmektedir. Ramazan’ın mânevî atmosferini oluşturan oruç, namaz ve sadaka, bir hadiste “hayır kapıları” olarak ifade edilmiştir. Muâz b. Cebel’in anlattığına göre, Hz. Peygamber (sav) bir yolculuk esnasında kendisine, “Sana hayır kapılarını bildireyim mi? Oruç bir kalkandır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür. Ve (hayır kapılarından) biri de kişinin gece kalkıp namaz kılmasıdır.” buyurmuş ve ardından, “Onlar, korkarak ve ümit ederek Rablerine ibadet et­mek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar. Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez”âyetlerini okumuştur. Efendimi­zin (sav) benzer bir nasihati Rıdvan Biati ashâbmdan Medineli Kâ’b b. Ücre el-Ensârî’ye de yaptığı rivayet edilmektedir.

Fıtır sadakasının yıllık oluşu, Ramazan ayı gibi insanların ibadete yoğunlaştığı, ruhanî hayata daha da özen gösterdiği bir zamanda öden­mesi son derece anlamlıdır. Fıtır sadakası, gündüzü oruçla, gecesi na­mazla ihya edilen Ramazan ayının bereketidir. Oruç ile bedenini arın­dıran Müslüman, fıtır sadakası ile de bayrama erişmenin şükrünü eda eder. İbn Abbâs’tan rivayet edilen bir hadis, hem fıtır sadakasının hik­meti hem de ne zaman ödeneceği konusunda bizleri aydınlatmaktadır: “Resûlullah (sav) hem oruçluyu (işlediği) faydasız fiillerden ve (söylediği) kötü sözlerden temizlemek, hem de fakirlere gıda (temin etmek) üzere fıtır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse, o makbul bir zekâttır. Kim de bunu bayram namazından sonra öderse, o sadakalardan bir sadakadır.”

Bu nakle binaen Fıtır sadakalarının bayramdan önce verilmesi istenmektedir. Böylece fakir Müslümanların yiyecek ve giyecek gibi bayram ihtiyaçları giderilmiş ve onlara bayram sevinci tattırılmış olacaktır. Fakirler bu sayede bayrama hazırlıklı girecek, bayramda kendilerini yalnız ve garip hissetmeyecekler­dir. Abdullah b. Ömer, Allah Resûlü’nün (sav) ashabına fıtır sadakasından yedirmedikçe Ramazan Bayramı günü (bayram namazına) çıkmadığını nakletmektedir.

Ramazan ayının son günü güneşin batması Ramazan ayının bitme­si anlamına gelmektedir. Dolayısıyla fıtır sadakasının -Peygamberimizin uygulamasına binaen- bayram namazına gitmeden önce verilmesi müstehaptır. Bununla birlikte bilginler, yine Hz. Peygamberin hadislerinde ifade edilen yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesi amacına uygun olarak fitrenin bayramdan bir iki gün önce verilmesini teşvik etmişlerdir. Fit­renin bayramın birinci gününden sonraya bırakılması ise caiz değildir. Ancak zamanında ödenmemiş olmasından dolayı fitre yükümlülüğü sona ermez, her halükârda er ya da geç ödenmesi gerekir.

Fıtır sadakasının temel hikmetlerinden birisi, Ramazan ayını idrak eden ve oruç tutan müminin bu ayın manevî bereketinden azami derece­de istifade etmesini sağlamaktır. Müminin, hac ve umre gibi uzun süren meşakkatli ibadetlerde olduğu gibi Ramazan ayında da, ibadetin kemalini zedeleyecek birtakım davranışlarda bulunması muhtemeldir. Böyle durum­larda malî kefaretler devreye girer ve o hatalar telâfi edilir. Bu şekilde ibadet kusurlardan arınmış olur. İşte bu hadis, fıtır sadakasının bu fonksiyonuna işaret etmektedir. Şayet mümin, Ramazan ayının gecesinde veya gündüzün­de bu ayın saygınlığına halel getirecek birtakım kötü söz veya davranışlar sarf etmişse, verdiği fıtır sadakası sayesinde bu hatalardan ve günahlardan arınacaktır. Elbette nihaî olarak fıtır sadakasının teşriînde, özellikle bayram günlerinde fakirlerin ihtiyaçlarını giderme maksadının gözetildiğini unut­mamak gerekir. Yani fıtır sadakası bir taraftan veren açısından bir arınma vesilesi olmalı, diğer taraftan alan kişinin maddî bir ihtiyacını gidermelidir.

Fıtır sadakasının hangi mallardan verileceği ilmihal kitaplarında de­taylıca anlatılmaktadır. Türkçemizde daha çok “fitre” olarak ifade edilen bu sadakanın Hz. Peygamber (sav) döneminde toplumun en çok kullandı­ğı ihtiyaç ürünlerinden verildiğini görüyoruz. İbn Ömer’den nakledildiği­ne göre, Resûlullah (sav) fıtır sadakasını köle-hür, erkek-kadın ve küçük- büyük bütün Müslümanlara hurmadan bir sâ’ (sa’, bir hacim ölçüsü birimi olup yaklaşık 2.75 litreye tekabül eder) yahut arpadan bir sâ’ miktarı farz kılmış ve bu sadakanın insanların bayram namazına çıkmasından önce verilmesini emretmiştir.

Temel ihtiyaç maddelerinin zamanla değişkenlik arz edebileceği mu­hakkaktır. Bu durumda fıtır sadakasını hadiste yer alan hurma ve arpa gibi ürünlerle sınırlamak doğru değildir. Nitekim başka rivayetlere göre sahâbîlerin değişik mahsullerden de fıtır sadakası verdiklerini görmekte­yiz. Ebû Saîd el-Hudri şöyle söylüyor: “Biz fıtır sadakasını; buğday, arpa, hurma, keş/çökelek veya kuru üzümden Hz. Peygamber’in sa’ı (ölçeği) ile bir sa’ verirdik.” Bir başka rivayette Ebû Saîd el-Hudrî, “Yediklerimiz de zaten arpa, kuru üzüm, keş ve hurma idi.” ilâvesinde bulunmaktadır. Dolayısıyla Efendimiz (sav), ekonomik şartları ve çevresel faktörleri göze­terek fıtır sadakasını, insanların ellerinde bulunan temel yiyecek madde­lerinden vermelerini istemiştir.

Fıtır sadakası aynî olarak verilebilir. Daha doğru bir deyişle, Hz. Peygamber zamanında öyle verilirdi. Ülkemizde de bu böyledir. Cebinde nakit parası olmayan bir çiftçi elbette para veremez. Ama aynı şahıs har­manının başında bir ölçek fındık, kuru fasulye, nohut, buğday, arpa, kuru üzüm gibi mahsullerden daha rahat ve bolca verebilir. Bu noktada herke­sin elinde bulunan maldan bu sadakayı vermesi bakımından önemlidir. Bir Müslüman eğer kuru üzüm sergisi başında ise ondan un veya hurma ile fıtır sadakası istemek, ona zorluk çıkarmaktır. Ayrıca fıtır sadakası­nın nihaî maksadını düşündüğümüzde, günümüzde bu sadakanın sadece hadiste ifade edilen yiyecek maddelerinden verilmesi gerektiği sonucunu çıkarmak yanlıştır. O dönemde bir fakirin bir ölçek hurma veya buğday ile önemli bir ihtiyacını karşıladığı göz önüne alınırsa, buradaki temel mak­sadın bir kişinin bir günlük yiyeceğini sağlamak olduğu anlaşılacaktır. Bu ihtiyacın nakit para ile karşılanması da mümkündür. Nitekim ülkemizde­ki uygulamalar bu yöndedir. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, günlük ihtiyacın tespiti yapılırken fitreyi alanın değil, verenin hayat standardı esas alınmalıdır. Nitekim Kur’an’da yemin kefaretini belirleyen âyette, “Ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek.” şeklinde bir ölçü ifade edilmektedir. Bu âyet, fakire ikramda bulunurken nasıl bir kıstas tayin edilmesi gerektiği konusunda bizlere ışık tutmaktadır.

Dinimizde insanın yararlanması için, görünüşte sanki dinî ve dünyevî ayrımı yapılabilecek tarzda, vergiler, hayırlar, yardımlar ve mal ile ilgili “elden tutma”lar öngörülmüştür. İyi düşünülünce hepsine birden “dini ve aynı zamanda dünyevî” demek mümkündür. Ama hepsinde ortak nokta insanların ondan faydalanması ve Allah’ın hoşnut kılınması hususudur. Dolayısıyla fıtır sadakasında da hedefin, Allah’ın rızası ve insanların yara­rı olduğu görülecektir. Bu sadakanın tezkiye yönü de diğer ibadetler gibi, kula yönelik bir yardım ve istifade olsa gerektir.

Fıtır sadakası, günümüzde Müslümanlar arasında titizlikle riayet edi­len malî bir ibadettir. Bunda miktarının az olmasının da etkisi olabilir. Bu yüzden fitrenin miktarının çok az olduğu yönündeki birtakım yorumlar ihtiyatla karşılanmalıdır. Dinî otoritelerce her yıl takdir edilen miktar el­bette az nüfuslu aileler için düşük bir meblağdır. Ancak fıtır sadakasının miktarı arttırıldığında kalabalık ailelerin bu ibadeti yerine getirmelerinde ciddi sıkıntılar yaşayacakları da unutulmamalıdır. Diğer yandan zengin ülkeler için sünnet ile belirlenen fıtır sadakası miktarı belki maddî olarak çok şey ifade etmeyebilir. Ama dünyanın muhtaç mıntıkalarında böyle bir küçük yardım rahmetin ta kendisi olacaktır.(Kaynak : Hadislerle İslam. D.İ.B. 2013)

 

Rahmet ayının son demlerine girerek bayram esintisini hissettiğimiz şu günlerde tüm kardeşlerimizin bayramını en içten dileklerimle kutlar, birlik, beraberlik ve kardeşliğin pekişmesine vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim.

Dursun Ali COŞKUN

MARDİN İL MÜFTÜSÜ

Yorum Yaz