tatlidede

Geçmişten Günümüze Mardinli Işşaklar ve Müzisyenler (1)

Geçmişten Günümüze Mardinli Işşaklar ve Müzisyenler (1)

Ezel ile ebed arasında: hem zerre dahi olamayacak kadar önemsiz hem de eşi bulunmaz nadirlik ve kıymette olan varlıklarıyla.

Ömrün en acı tecrübelerinden olan zorluk ve yokluğun fırınında, zahiri bilginin olmasa da sezgisel olarak edindikleri marifetin tecrübesinde pişmiş olan gururlarıyla.

Hayatların yaşanmaktan ziyade bir performans haline dönmediği günlerin, ağır akışkanlığında.

Sesin ve sessizliğin arasında gidip gelen müziği, dantel oyası gibi işleyip kulağımıza ve ruhumuza ileten ehil sanatlarıyla.

Yeryüzünde en fazla kavim ve medeniyete ev sahipliği yapan Mardin’imizin yerel olduğu kadar, evrenselliğin derinliğinde ki sesleri olmaları sıfatlarıyla.

Kimi zaman Işşak, kimi zaman çalgıcı, kimi zaman şarkıcı, kimi zaman ozan, genel manada ise daha çok müzisyen olarak tabir ettiğimiz Mardinli müzisyenlerden…

Asıl işi berberlik olduğu halde, daha 14 yaşındayken sesinin güzelliği ve yorumculuğuyla dikkat çekip müzik meclislerinin aranan siması olan. Gazel ve uzun havaların ( malayya, mevvel ) sadece seslendireni olarak kalmayıp aynı zamanda yazanı da olan. Ah Limın, Yadi Ale Kaderi, Nemi de nemi, Haram Aley Bil Hırım ve Esmere Dile gibi parçaları aynı zamanda kendi sevdalarından derleyerek Mardin Arapçasının zenginliğiyle süsleyen ve 1986 yılında Hakkın Rahmetine kavuşan, Sevgili Fikri Şebo…

Kuran-ı Kerim i ezbere bilmesi dolayısıyla hafız lakabını hak eden ve ilmi derinliği olan. “Döl evladı değil yol evladı” tanımına uyacak içsel zenginliği yansıtan yorumlarıyla dinleyenleri kendinden alan. Özellikle okuduğu gazellerle tasavvufun belli değerleri ve iç huzuruna konsantre olunan Zühd safhasını hissettiren. Huşu şevkinde okuduğu “Tızzeni” yorumu hala ruhumu okşayan, kıymetli değer Abdurrahman İnan veya esas lakabıyla, Sevgili Hafız Abde…

Aile büyüklerimin dinlerken hüzünlendiği ve dalıp gittiği Ayneyn hıdır u şaır asfar (Gözler yeşil saçlar sarı) adlı parçayı, çocukluğumun aymazlığında ‘yahu bunlar neye hüzünleniyor’ diye anlamlandıramadığım. Şimdilerdeyse dinlerken aynı hüznü kat be kat yaşayarak ebediyete uğurladığım varlıklarının özlemiyle hasretlerini çektiğim. Okuduğu Irak makamları ve kasideleri yüksek perde veya makamdan seslendiren, cami hocası da olduğu kadar ‘Şark Bülbülü’ olarak da tarif edilen, Rahmetli Kermo Zeyit…

Kuyumculuk, terzilik, gümüşçülük gibi birçok sanatta olduğu gibi müzisyenliğin incelikli nakışlarında da rol alan Kadim Süryanilikten gelme Beyt Mıksi Rezzuk. Kıdoyi veya Lveeyli denilen oturak alemlerinin dönem itibariyle vazgeçilmezleri. Keman da Tume, Cümbüşte Cemil ve Def de Zeki Tüfekçi olmak üzere düğün ve eğlence gecelerinin sabaha kadar süren muhabbetlerin paradan ziyade, hal hatır ve ihtiyacın becayiş edilerek ödeşilen kanaatkarları.

Kemanını okşar gibi tuttuğu yayıyla bütünleştirdiği, 1960 yıllarda dört farklı dilde besteleyip seslendirdiği ‘sorarım sorarım’ adlı parçası hala kulaklarımı okşayan rahmetli. Sevgili Tume…

Cemil vefat edince sonradan yine Tume’nin bu grubuna giren. Kasım Tuğmaner camisinden Kaçakçılar çarsına inerken ki kendi saatçi dükkanı bulunan cümbüş erbabı, Sevgili Edibil Saaci (Gürdal)…

Kebapçı olduğu kadar Tume’ye olan hayranlığını keman sevgisiyle bütünleştiren. Usta çırak ilişkisinin her nevi fedakarlığını keman çalmayı öğrenmek için sarf eden. Bu uğurda Tume’nin kemanını taşıya taşıya, nihayetinde keman çalma sanatının notasız icracısı olma becerisini büyük bir maharetle sergileyen Kemancı, Sevgili Hıli (Halim)…

Mardin de ilk kurulan orkestralardan olan Altın Çocukların bas gitaristi. Gitar kadar bateriyi de iyi çalan ve Batı Soundunu 1970 li yıllarda ki temsilcisi sıfatıyla kullananlardan olan, lakabını ise dönemin bu noktadaki şöhretlisinden alan, Sevgili Beşir Manço (Kafdağ)…

Bir sevgiliye boynunu yaslar gibi çene altına aldığı. Öteki çalgılara göre insan sesine daha yatkın olan halini birebir hissederek yayıyla buz pateni yapar gibi kemanı üzerinde gezinen. Dile getirdiği kemanı aşkının körüklediği kadar kendi de dile gelip okuyan, Sevgili İsmail Tayre (İçen).

Sert dokunuşların yumuşak feryadı olarak nağmelenen cümbüşüyle. Dönemin Janti denen giyim tarzı ve her daim özenle taranmış briyantinli saçlarıyla hiç unutmadığım. Mardin günlerinin neşeli isimlerinden olduğu kadar ahval insanı da olan, Sevgili Necet Velo İccimbiş (Necat Elveren)…

Babası Sait Ortaç’tan aldığı müzisyenliği kendi çocuklarına da taşıyarak Mardin’in müzik piyasasında 80 yıldır ailece var olabilmenin hakkını veren Ud Ve Cümbüş ustası. Ortamın seyriyle çalgının seyrini duygu yoğunluğunda tepede buluşturup, güler yüzüyle konumlandıran, Sevgili Aziz Ortaç…

İsmail Tayre ve Necet Velo’ya Def de destek veren, Sevgili Hammet Leyloke…

Aziz Ortaç ile beraber keman çalan ve kendine has tarzıyla kemanını dile getiren. Babası aynı zaman da bir keman üstadı olan Talat (Tal O) Çakmak’tan aldığı genetik kodla, Türkçe ve Arapça icranın geçişlerini incelikle uygularken değme ünlü sanatçılara taş çıkartan. Sanat Müziğinin en güzel seslendiricilerinden biri olduğu kadar yorumlarıyla ruha işleyen, Sevgili Zeyni Tal O (Çakmak)…

Yine bu guruplara darbuka ve def ile ritim veren, icrasında ciddi ustalık sergileyen. Gecelerin sonlarına doğru alnına koyduğu yarısı dolu bardakla, düşmeden ve düşürmeden dakikalarca oynayabilen. Uzun zaman boyunca lakabını kafasında bardağı taşıyabilme becerisinden dolayı aldığını zannettiğim. Oysa esas işi düğünlerde kırılan şekerin imalatçısı olması dolayısıyla kelleci lakabını hakkıyla taşıyan, Sevgili Zeki il Kelleci…

Hassan Ayyar çarşının karşısındaki fırınında ekmek yaparak ekmeğin helalinden yiyen. Yaptığı imamlıkla isminin başına Melle lakabını da alan. Mardin’in ilk kanun üstatlarından biri olma sıfatıyla kanun tellerine ezgiyle hayat veren, Sevgili İsmail Melle Refik (Bilgiçoğlu)…

Bizleri sürekli başkaları yapmaya çalışan şimdinin dünyasında.

Sizler önce kendiniz…

Sonra da bir sevdanın gönül emekçisi olarak durdunuz.

Şu Kadim kentin geçmişinden akıp giderken.

Her biriniz damla iken.

Şimdi umman oldunuz…

Yorum Yaz