matesis
dedas

Görüşmelerin Amacı Neydi; Barış mı, Savaş mı?

Görüşmelerin Amacı Neydi; Barış mı, Savaş mı?


Her savaşın sonunda bir barış mümkün olmasaydı; hiçbir savaş son bulamazdı. Ne yazık ki, dünyamızın birçok yerinde savaş vardır ve iyi ki barış diye bir çözüm yolu da hep bulunabiliyor. Savaş, insanlığa karşı bir yıkımın habercisi olurken; barış ise, huzurun, refahın ve umudun habercisi olmuştur her daim. Barış ortamı olmadan, ilerleme, gelişme, yükselme olamaz; insanlarımız, huzur bulamaz ve hiç kimse yatağında rahat uyuyamaz. Demokratik yollar, diyalog imkânını sağlayacak; yapılacak görüşmeler ise, çözüm yollarının önünü açarak barış umudunu güçlendirerek, çözümleri kolaylaştıracaktır.

 Dışarıdan bakılınca, bizde de görüşmeler başlamış görünüyor; ancak, konuşulanlar barışa dair miydi; yoksa savaşa dair miydi, pratiğinin devamına bakılınca anlamı belirsizleşiyor ne yazık ki.. PKK-MİT görüşmeleri veya “devlet” ile PKK görüşmeleri her nasıl deşifre olduysa; deşifre olması iyi olmuştur. Öteden beri söyleye geldiğimiz gibi ve korkulan odur ki, ortada çok kötü bir tezgâh vardır sanki ve olan, masum halk çocuklarına oluyor, olmakta...

 Gerçek adıyla “Barış” ise, bir türlü raflardan inmiyor; var olan olumlu dozu düşürülmekte, dem’i de kaçırılmaktadır!.. Nedense, “Barış” masası kurulamıyor bir türlü; kimsenin de buna niyeti yoktur, gibi... Kan kokusuna muhtaç vampirlerin etekleri ise zil çalıyordur şimdi!.. Savaş baronlarının, hunhar keyfi için ve rant heveslileri için gencecik değerlerimizi böyle hoyratça harcamaya karar verenler, yine bir yerlerde düğmeğe basmış görünüyorlar.. “Şehit” edebiyatı yine gırla gidiyor; hala karanlık mihrakların kirli emellerine kurban edilen kınalı kuzularımıza “şehit” diyeceksek, bu “savaş”ı kutsal görüyoruz, demektir ve “Barış” kavramı da anlamsızlaştırılmaktadır. Bu kavgayı, kardeş kavgası görebilirsek, “Barış” a değer vermiş olur ve gerçekleşmesini kaçınılmaz görmüş oluruz.  Bu bağlamda görüşmeler olacaksa, her türlü karanlık oyunları bozmak amaçlı olmalıdır. Hayırlısıyla olmalı yani.

 Elbette diyalogu savunmalıyız, buna benzer görüşmeleri de öyle; ancak her şey, meşru zeminde, şeffaf ve dürüstçe olmalıdır ki, bize de güven versin. Ortaya çıkan bu (gizli sır) görüşmelerde güven veren bir durum var mıdır, yok mudur?  Kimi sorulara net cevap bulamadığımız müddetçe, olan-bitene güven duymamız da imkânsız olur. Hatta şüphe ile bakmak bile hakkımızdır.

Örneğin; MİT ve Hükümet Temsilcisi neden PKK ile görüşüyor? Amaç, akan (kardeş) kanının durdurulması ve bir barış ortamının sağlanması mıdır? Ya da, niyetler böyle midir? Öyle ise, her yerde yapılan operasyonlar ve sınır ötesini bombalamak ne anlama geliyor? Barışı kolaylaştırmak için midir; yoksa zorlaştırmak için mi? KCK operasyonları adı altında, (muhalif) siyasilerin, aydınların, yani sivillerin tutuklanmaları, ne içindir mesela? Silahlarını bırakmalarını istediğiniz kişiler, siyaset yapabilmek umuduyla ancak silahlarını bırakmayacaklar mıdır?

 Ya, hükümet ve MİT, görüşmelerinde dürüst değildir veya operasyonları yapanlar, onlara rağmen ve hatta onlara inat bu operasyonları düzenliyorlar, demektir. Birinci şık, açıktan gelen bir felaket ise; ikinci şık da, hükümetin “iktidar” olamadığını gösteren hâlâ kısır döngü bir hezimet içinde bocaladığımız anlamına gelecektir. Bütün bu olup bitenlerin hepsi, birer tiyatro oyunundan ve halklarla alay eden bir tezgâhlar manzumesinden ibaret hileler mi oluyor yoksa?.

 Hükümetin niyeti, gerçekten Kürt sorununu çözmek ise eğer; bu sorunu, PKK ile ilişkilendirmeden, somut şartların somut tahliline uygun olacak plan ve projelerini açmalı ve onu, bir an önce pratiğe indirgemelidir. Yani Kürt halkını, kendi halkı olarak görüp, onların sorunlarını, kendi sorunuymuş gibi üstlenerek, kendince doğru bir çözüm üreterek, çözümü, (PKK’ya rağmen) bir sonuca bağlaması gerekmez miydi?  PKK olayı, Kürt sorununun ne gerekçesi sayılmalıdır ve ne de nedeni; aslında var olan sorunun doğal bir sonucudur. Nedenler ortadan kaldırılmadıkça, PKK gider, başka bir adla başka bir örgüt gelecektir. Sorunun nedenlerine çözüm bulunabilirse, sonuçları da kendiliğinden değişime uğrayacaktır. Her olgu ve olaydaki, neden, gelişme ve sonuç ilişkisi gereğince bu böyle olmak zorundadır…

 Öte yandan, PKK, eğer devlet ile savaşacaktı ise, neden “gizli kapılar arkasında” devletle (yani kendi düşmanıyla), kendi halkına rağmen görüşüyor? Yok, eğer bu görüşmeleri, gerçekten barış ve demokrasi için yapıyor ise, neden her yerde (kimisi şaibeli sayılan) eylemler düzenliyor? Neden, sivil ve demokratik yollara ağırlık vermek yerine; hala bildik ve gittikçe anlamsızlaşan silahlı mücadeleyi sürdürüyor? Eğer taraflar, barış görüşmelerinde ağırlıklarını ispatlamak için, sanki yeni bir denekmiş gibi silahlarıyla karşılıklı gövde gösterileri yapmak istiyorlarsa; peki, otuz yıldır yapılanlar neydi?

 Apo yakalandıktan sonra, PKK’ nin her tavrı çok garip oluyor adeta. Bir kere, Apo “esir” iken, (sanki özgürmüş gibi) “irade” sayılması; öte yandan, dışarıdakiler de (özgür iken) kendilerini irade(siz) varsaymaları, en çok garip olan (ve ucube) bir durumdur. Oysa asıl dışarıdaki sivil partiler,  APO’ nun durumunu da kapsayan sorunlar manzumesinin çözümünü üstlenebilecek bir “irade”ye sahip olabilmeleri gerekmez miydi?. Belki de, her görüşmede Apo’ nun iradesi, ilaçlarla yönlendiriliyordur!. Dışarıdaki siviller, kendi iradelerini konuşturmalarını öğrenmelidirler bence. Böyle olursa, Apo’ya da faydaları olabilir belki.

 Kafaları karıştıran birçok tavır gelişti zaten. Örneğin, Ergenekon Örgütünün, aslında Kürtlere karşı örgütlenmiş olduğuna herkes hemfikir iken ve bu davanın derinleştirilip, kökünden hal olmasını en çok Kürt tarafı istemesi gerekirken, Apo’ nun direktifi sonucu (eğer direktifler onun oluyorsa), dava sürecinde “tarafsız” kaldılar. Niçin tarafsız kaldılar peki; binlerce “faili meçhul” gidenler kimlerdi, asit kuyularına atılanlar kimlerdi; Kürtler değil miydi?.. Keza Referandumu niçin boykot ettiler; tüm darbeler, özünde Kürtlere karşı yapılmadı mı? Darbe anayasasıyla en çok ”Kürt partileri” kapatılmadı mı? Bir taktik yanlışı daha yaptılar; TC tarihinde, Kürt sorununu ve çözümünü en açık ve net olarak ifade eden bu hükümeti, teşvik edip, çabalarını hızlandırmak yerine, hep karşı ataklarla, bu hükümeti, (sanki bu yönde) frenlemeye çalıştılar. Neden acaba?!

 Bütün bu gözlemlerden sonra, bu görüşmelerin anlamlı bir değeri olabilir mi acaba? Bu görüşmeler sonucunda,  yazılacak barış sözleşmesinin mürekkebinin kandan olmasını isteyenler mi vardır, nedir? Barışa oturanların veya bunun için görüşenlerin, tüm eylem ve davranışlarının ortak dili, silahtan tamamen arınmış ve sadece barışçıl olmak zorunda olması gerekmez miydi? Çatışmasız ve güvenli bir ortamda, halklar arasındaki kardeşliği tesis edebilecek bir diyalog zeminini hazırlamak gerekmiyor muydu?

 Bir kuşku daha var: Apo her seferinde avukatları kanalıyla; “devlet beni anlıyor, (DTP, BDP, Kandil, avukatlarını, vb. kast ederek) sizler beni anlamıyorsunuz, diyordu... Bazen de, ben rahat müdahil olmazsam, herkesin bir PKK’ si olur ( hatta, olmuş) diyordu.. Acaba, halklardan gizli ve (ses bantlarına rağmen) herkesten saklı bu görüşmelerin sonucunda şöyle bir tezgâh da olamaz mı? Hükümet, kendi içindeki milliyetçi kanatları ve meclisteki muhalefeti, olası gelişmelere alıştırıp, çözüm sürecine adapte edip ehlileştirmek için; danışıklı dövüşlü, silahlı çatışmalar organize ederek, güya; bakın, Apo olmadan, böyle çatışmalar hep sürecek ve çok kan dökülecektir. Gelin, siz de karşı gelmeyin de Apo’ya yetki ve imkân verelim de, kansız bir barışı birlikte gerçekleştirebilelim,  diyebilmek gibi bir oyun söz konusu olamaz mı? Kanlı ve pahalı bir oyun!..

 Şahsen benim kimseye güvenim kalmadı; görüşenler, kimleri temsil ediyorlar; ”derin”lerden midir, yüzeylerden midirler, bilemiyoruz; durum, “ortaya karışık” duruyor. Böyle bir senaryo ihtimalinde, elbette birkaç “gerilla” Mehmet ile “Mehmetçik” Mehmet’ in ölmesinin, onların gözünde önemi ve anlamı olmayacaktır. Bütün için, parçayı harcamış olurlar sonuçta; onların umurlarında mı olur bir avuç halk çocukları?..

 Ya da, durum, bütün beklenti ve tahminlerin aksine, “Barış” yerine, daha vahim ve korkunç olan başka bir senaryonun hazırlanması mıdır? Görüşmeğe oturanlar (veya onları oturtanlar), “Barış” yerine, savaş baronlarına hizmet edebilecek bir savaş rantı paylaşımı görüşmelerini mi yaptılar? Savaş ve ateş çemberinde, her türlü karanlık senaryoların yürütülebilmesi için bir zemin oluşturma görüşmeleri miydi, yoksa?!.  Bilerek veya bilmeyerek de olsa..

 Barış, söylemi kadar, çözümü de çok basit ve kolayken; neden bu kadar çetrefilli hale sokulup çıkmaza sürükleniyor? Demokratlığı içselleştiremeyenlerden,  gerçek bir demokrasi oluşturmalarını beklemek, bir ham hayaldir… Ne var ki, onlar (taraflar), istemeseler de, bölgede olup bitenler, onları, demokrasiye mahkûm ediyor ve zoraki de olsa demokrat olmak zorundalar. Yoksa, tarihin çöplüğüyle tanışırlar; Saddam gibi, Zeynel Abidin bin Ali gibi, H. Mübarek gibi, Kaddafi gibi, Beşşar Esed gibi; ya sırası gelince gider veya ecel terini dökerek sırasını beklerler.. Büyük Ortadoğu’da artık demokratik çözümler kaçınılmaz olmuştur. Büyük oyun, ne ise ve bu arada oyuna kimlerin çıkarı nasıl olacaksa; sonuç itibariyle, demokratik çözümler ve demokrasiye geçişler bir zorunluluk olmuştur artık.

Halkını sevenler ise, bu geçiş sürecini kansız ve demokratik yollarla ve ellerini çabuk tutarak sürece katılım sağlamalıdırlar; yoksa kendi halklarına acılar yaşatırken, kendileri de ecel teri dökerek sancılar içinde kıvranıp duracaklardır. Mübarek lafları, ağızda gevelemenin; çözüm karşısında anutça debelenmenin gereği yoktur. Halkların umutlarını boşa çıkarmadan, barışa, demokrasiye ve demokratik bir çözüme ivedilikle yol açılması gerekiyor. Görüşmeler de, öyle halkların gözleri önünde ve şeffaf yürütülmelidir ki, taraflardan hiç kimse, suçunu karşı tarafa atamasın; halklar, gözleri önünde yürütülecek gelişmelerden anlasın ki, kim gerçekten barıştan yanadır veya değildir, kendileri görebilsin.. İşte yukarıda dile getirdiklerim gibi tahmini nahoş senaryolar içimizi kemirmesin. Komplo teorilerine yer olmasın ki, kimse duygularımızla oynayamasın.

 Tüm halklarımız, özgür, eşit ve riyasız olarak “kardeş” olabilmelidir artık. Barış ve demokrasi; şiarımız, barışçıl yolları dayatmak; kararımız, olmalıdır. İnsan odaklı çabalayıp, insanlık şuuruna sahip insanlar olabilmeyi öğrenmeliyiz. Her şey, insanlık için ve birer özgür insan olabilmek için olmalıdır. O da, tam demokratik bir ortam olmadan, yani gerçek bir demokrasiye geçmeden olası değildir. Doğrular ve gerçekler, avucumuzun içindeyken, onlara sevgiyle yaklaşıp paylaşmak yerine, tekmelerle öteleyip boşluğa savurmayalım. Zaman, aleyhimize işlemekte ve elimizden kayıp gitmek üzeredir. Fokurdayan Ortadoğu’da sakın ola ki, barış trenini kaçırmayalım ve asla ocaklara düşen ateş olmayalım.

Selam ve sevgiyle kalın.

 M.Nazım Güler

[email protected]

 

Yorumlar

Image
mihama
01.10.2011 / 13:06

"Barış ve demokrasi; şiarımız, barışçıl yolları dayatmak; kararımız, olmalıdır. İnsan odaklı çabalayıp, insanlık şuuruna sahip insanlar olabilmeyi öğrenmeliyiz. Her şey, insanlık için ve birer özgür insan olabilmek için olmalıdır." <br>herkesin ortak duygusu bu olsa ne güzel olurdu.<br>ama ne yazık ki sizler barış derken başkaları savaşın devamı için başka yerleri kurçalamaya başlıyor....

Image
Ahmet Usta
27.09.2011 / 17:13

Kimin eli kimin cebinde belli olmamaya başladı. Ayaklarımız karştı diyen mahallenin yaramaz çocuklarına Nasrettin hocanın uyguladığı sopalı çare lazım. bu millet topyekün bir sille vuracak ta iyi ile kötü ayrışacak ama hayırlısı.. Ağzınıza sağlık

Image
shwan
26.09.2011 / 06:09

Ergenekon davasına müdahil olmak için başvuruda bulundu BDP, ama yetkili merciler izin vermediler. Provakatörlükle suçladılar. Zamansız bir baş-vuru saydılar, her zaman kürtlerin isteklerini zamansız saydıkları gibi. Bir kere Egenekon davası bilinçli olarak sadece darbe ve darbe girişimleriyle sınırlı tutuluyor. Yani, Fıratın ötesine geçmesine izin verilmiyor. Ayrıca Ergenekon sanıkları, zanlıları 'insanları asit kuyularına atarken' bakanlar kurulunda görev yapan bakanlardan kaçı o zamanın hükümetinde yer alıyordu? merak ediyorum. Meclis başkanı, hangi koltuğu oturuyordu o dönem? Abdulkadir Aksu, ne bakanıydı? Hüseyin Çelik, neyle meşgüldü? ve daha başkaları ne yapıyorlardı? Bu hükümet oyalamaktan, tuzağa düşürmekten başka bir şey yapmıyor. Suriye liderini, eski kankasını eleştiriyor başbakan son günlerde. Hiç merak ediyor mu acaba? Eleştirdiği kankasının ülkesinde kaç çocuk hapiste, kaç çocuk öldürüldü? Bizde eleştiriyoruz muhterem zatın kankasını, kürtlere zulmü reva gördüğü için. Ama biz Balkanların, Ortadoğunun ve hatta Asyanın, Afrikanın parlayan yıldızınında başbakanlık yaptığı ülkede zulmün hüküm sürdüğünü, çocukların tutuklandığını ve hükümetleri döneminde yüzlerce çocuğun öldürüldüğünü söylüyoruz. Yani, bir rant varsa, hükümet ve çevresi nemalanıyordur var olan ranttan. Çılgın proje, helikopter ihaleleri, toki, insansız hava araçları vs. İhaleler diz boyu yani. Mazlum olanların, egemen olanlara zul yapabildiği nerede görülmüştür ki? Mazlum olanların, ezilenlerin savaş sürsün isteği niye olsun ki? Savaşın sürmesinin, ölümlerin olmasının yegane müsebibi hükümet ve başbakandır...

Yorum Yaz