matesis
dedas

Hangi İslam?

Hangi İslam?

Günümüz “İslam”ı çok enteresan bir durumda bulunmaktadır… Bana göre: En enteresan yanı ise; “sahipleneni” çok olduğundan sahipsiz kalmış olmasıdır.

Asrımızda her din ve tebaası kendi çevresinin dışına çıkıp kendini biraz da orada görme ve gösterme imkânını zorlamaktadır.  Çevresinden uzağa doğru türlü bahane ve ad altında seferler yaparak resmin bütününü yani insanlığın ihtiyacını görüp bunlara cevap vermek adına yorumlamalara gitmeyi hedeflemiş bulunmaktadır…

Hal böyleyken, islam dini/tebaası kendisine sunulmuş olan ara alanlardan dahi çekilerek içine kapanmayı, “büzüşerek” daralmayı neden kabullensin! Hatta ona tabi olduklarını iddia edenler, Müslümanların hâkim göründüğü yerlerde dahi adaletin yerine gelmesini/getirilmesini başka dinlere mensup olanlara bırakmaları enteresan değil midir?

İran (Şia) İslam’ı mı, Suud (Vehabi) islamı mı yoksa Türkiye (Sunni) islamı mı? Hatta bu hengâmede biraz daha ileriye giderek mezhep İslam’ı, cemaat İslam’ı, tarikat İslam’ı ve benzeri cüz’ün tam’a galip gelmesi ve cüz isminin tam’a verilmesine kadar daralmalar neyin nesi?

Hani İslam tevhit diniydi, bu kesret niye?  Merak buyurmayın, “ Ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisini biliyorum. Bu, ibadet, maslahatı nass ve fıkhi konulardaki ihtilaftır… Benim bahsettiğim; Müslümanları zillete düşürecek kadar akidevi ve imani konulardaki kesret ve ihtilaftır ki bu tefrikadır ihtilaf değil… İhtilaf ile tefrikayı karıştırmamak gerekir. Zira peygamberimiz (s.a.s): “Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır.” “Muhakkak ki Allah'ın eli (Rahmet ve yardımı) cemaat üzerindedir.” “Allah ümmetimi ancak hidayet üzerinde birleştirir.” buyuruyorlar.

O zaman dönüp kendimize soralım: İttifak halinde miyiz?

İslam dini (yani günümüz Müslümanları), kendine bir tanım-sınır çizmediği sürece “Asrısaadet ile değil de”, kullandığı nesnelerden tutun da kurguladığı bakış açısına, temellendirdiği öncüllere uyguladığı yönteme kadar; sürekli tutarsızlıklar, çelişki ve bilinç bulanıklarıyla gündemde olacaktır…

Kanaatimce İslam dinine sınır çizmek için ilk elden yapılması gereken, “semavi” dinlerle arasındaki münasebetleri, ortak ve ayrıştığı noktaları ortaya çıkarmak olmalıdır…

Müslümanlar, öncelikle İslam dininin, kırmızı hatlarını belirledikten sonra semavi ve beşeri dinlerle birlikte; sosyal ve beşeri bilimler içinde de kendine bir hareket alanı sağlayabilmeli ve bilimselleşmesinin önündeki engelleri yine kendi üslup ve kaidelerine göre ve kırmızı çizgilerine halel gelmeyecek şekilde ortadan kaldırabilmelidirler.

İslam dinine bir sınır tayin etmek, şekil çizmek elbette ki kolay değildir…

Ama en azından kendi “ideolojik” düşünce gömleğini çıkaran birkaç Şia, Vehhâbî ve Sünni âlimi bir araya gelebilir. Ve bu grup, en azından kendi aralarındaki ortak yanlarını ortaya çıkararak ve çoğaltarak kendi tebaalarına bunları deklare ederek ayrılıktan ziyade birlikteliğe katkı sağlayabilir…

Bu âlimler, düzenli aralıklarla yan yana gelebilmeli ve bunu/oluşumu kendi siyasi otoriteleri de desteklemelidir. Oluşturacakları çalışmalarında, üzerinde ittifak ettikleri ve ihtilafa düştükleri maddeleri ve sebeplerini ve bir dahaki toplantılarında bu ihtilafları da gidermek adına çaba göstereceklerini kamuoyuna açıklamaları faydalı olacaktır.

 İslam dini için böylesi bir oluşumun/yapılanmanın önündeki başlıca ve en belirgin engellerden birisi ise şüphesiz her düşünce âliminin kendi  “mezheplerinin alanı dışına çıkma” paranoyasının aşılmasında karşılaşacakları güçlülüklerdir.

 Bu mümkün mü?

Buna cevap vermeden önce sizlere günümüzde oluşmuş veya oluşmaya yakın ittifaklara bakmanızı öneririm. Onlarda böylesi bir ittifak mümkün oluyor da bir dinin içinde “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” bağlamında oluştuklarını iddia edenler, neden böylesi bir girişimi başarmasın?

Yok, bunlar bir dinin içinde olan düşünce akımları değil de başlı başına birer “din” ise; Hz. Muhammed (s.a.s) bunlardan hangisini getirmiştir veya onun getirdiği din bunlardan ayrı bir din mi?

Peki, onun getirdiği din nerede?

Kısaca ifade edecek olursak; hangi İslam ve hangisi İslam?

Evet, bence mümkün mü değil mi sorusuna cevap vermeden önce bu sorunun cevabına yoğunlaşmak gerekir…

Zihinsel faaliyetlerin gittikçe azaldığı, buna karşın görselliğin arttığı ve gözün tarihte eşi görülmemiş şekilde bilincin ve ruhun yerini aldığı bu çağda; kendilerini dinin sahibi/otoritesi olarak algılayanların belki de en başta yapması gereken etkinlik, görsel kültürle aralarındaki sınırları tayinidir… Ayrıca düşünce âlimleri, bu muhasebenin içine girmediği sürece alt düşünce sistem ve disiplinleri ne olursa olsun; üst düşüncesine vefalarını ödemede ve kendilerinden sonraki nesillere karşı olan sorumluluklarında hep eksik kalacaklarını/kalmış olacaklarını unutmamalıdırlar. Belki de irdelenmesi gereken, biraz da üstünde durulması gereken budur…

Asrısaadetten sonraki zaman diliminden günümüze kadar, din/islam ve insanlık sanki bir birine olması gereken yakınlığı göstermeyerek “yan yana ama suskun bir şekilde akan ve  yekdiğerine karışmayan iki ırmak misali” günümüze kadar varlıklarını idame etmeyi sürdürmüşlerdir…

Artık bu ırmakların birbirine karışarak daha mümbit alanlar oluşturma zamanı gelmiştir sanırım…

Yorum Yaz