matesis
dedas

Hazırolda bekleyen masumiyetlerimiz nerde?

Hazırolda bekleyen masumiyetlerimiz nerde?

Bahara sayılı adımlar kalmışken, ruhumu daraltan kış havasının verdiği iç buğusuyla sürüdüm ayaklarımı sokağa. Kârlansa da kış, gözümde gönlümde arınsa soluksuz bırakan sisli nefeslerden.  Yok kışta kış değil artık, ahlakın ahlak, edebin edep olmayıp içini çürük çarıkla doldurdugumuz gibi, kışıda tükettik tüm irin kokan heveslerimizle...

Kâr la karışık bahar hasretiyle eşikten atlayıp mahallede ilerlerken, gözümün önüne bir kare düştü. Mahmut’un şiirinde*, “Fotografta hazır olda bekleyen çocuklar nerde?”  denilerek yapıştırılan fotograf...

Eski zamanlarda bir köyde, siyah önlükleriyle öğretmenlerinin yanında dizilmiş, ürkek bakışlarla objektiflere selam vermiş çocuklar.  Benim eski çocuklarım, hazır olda bekleyen o masumiyetler.  Sağdan saydığımda, ayşe, zeynep, halil, veysel, hacer. Soldan saydıgımda ali, bilal, fatma, türkan, hacer. Çorak damlı evimizin odalarındaki, birçift kırmızı pabuç hayalliyle büyüdüğümüz, kara lastik ayakkabılarımızla yakartop oynayıp kovalandığımız,  birbirine kenetli ellerimizle ördüğümüz  halkaların içinde, hayatımız boyunca birdaha hiç rast gelmediğimiz söbelerimizle fotografta kala kaldım. Dizlerime kadar gelen kârda yürürken ayağım üşümesin diye annemin kara çizmemin içinden ayağıma giydirdiği poşetlermi, yoksa Öğretmenimin üstündeki baklava dilimli süveterden annemin banada ördüğü süveter mi büyüttü beni...Sahi fotografda hazır olda beklettiğimiz o masum hislerimiz nerde?

İnsan olmanın ölçüsünü; sahip olduğumuz üstü açık mı kapalımı arabalarımızla, dış sesten soğuktan güneşten arındırılmış, yedi gün yirmidört saat sıcak suyla ellerimizi yıkadığımız alttan üstten ısıtmalı muhteşem koruyucu kalkan evlerimizle belirlediğimizden beri kaybolduk. Bir daha hiç gelmemek üzere, tüm masumiyetlerimizi markalı elbiselerimiz, ceketli kravatlı bedenlerimizin hatırına çürtüp çürütüp ekolojik çöp torbalarına attık...

Modernleşe modernleşe, “haz” ve “hız” birlikteliğle evlilikler kuruyor sonrada taraflı anlaşmalarımızla boşanıyoruz. Bu “boş” döngüsü içinde anlarımızı ölümsüzleştirmek adına,yüzlerimize en ağdalı fondoteni, allıkları sürüp dijital fotograflar çekiniyoruz. İlerde baktığımızda “ayyy ne kadar şıkmışım” demek için biriktirip, hasetli kalplerimizle beğenip beğenmekten vazgeçen tıklamalar yapıyoruz.

Tamam, bir umut var:
Geri sarıyorum kaseti
İkea yok olur belki
Tahta sedirler üzerine şiirler yazılır
Korozyona karşı sendikalara inat
Metaller çürür,
Kimse delirmez…
Belki Senegalliler torun sever
Delirme hakkımı saklı tutarım belki.”*

Mahmut, “delirme hakkımı saklı tutarım” desede,  biz çoktan delirme ötesi yaşamlarımızla cennetten yer kiralamaya  başladık. Ve fotografta hazır olda bekleyen çocukları, erkekçe kelimelerle şairlerin şiirlerine tekerleme olarak hapsettik, içimiz sıkıldıkça okuyup okuyup küflü ruhlarımızı doyuralım diye...

Fotograftaki çocukluğumla hasbial ederken, koluma inen bir darbe ile irkiliyorum. Sokağın eşiklerini hangi ara geçip AVM dedikleri insanı sömüren kulelerin önüne kadar geldim. Bukadar hızlı koşuşturan ayaklar ezip geçtiklerine dönüp bakmadan içeri akıyor. Benim ruhumun iniltileri bana yeter, kalabalıklarınkini taşıyamam birde...

Kimilerinin utana sıkıla baktığı, bazılarınınsa “aman kimse görmesin” diyerek yırtıp attığı eski varlığımıza ait, o fotograflardaki masumiyete şahit olurmuyumki birdaha iç burkup, burun sızlatan özlemiyle sakin bir köşeye oturuyorum.

Yüzündeki her bir çizgi, ömründeki hayallere, umutlara dair iz taşıyan kır saçlı dedelerin sohbetine dikkat kesiliyorum.

-       Gelin beni görmek istemiyormuş

-       Üzülme. Seni gelin görmek istemiyormuş, beni oğlum görmek istemiyor.

-       Pismişim. Kim dahaa pis acaba, gelin mi ben mi?

“Pis” liğe takılıyor zihnim. Taptığımız temizlik bezleriyle parlattığımız ruhumuz, neden gitgide irin akıtıyor. Benim bir cevabım yok...

Fotografta hazır olda bekleyen çocukların kaybolmasından olmasın sakın...

Fotograftaki masumiyetleri öldürdüğümüzden beri cinnetler geçiriyoruz...

Hemde en temiz cinnetler...

*Mahmut Oktay, Delirmek...İzdiham dergisi. http://www.izdiham.com/index.php/mahmut-oktay-delirmek

Yorumlar

Image
şahit
14.02.2013 / 01:19

Nefis bir yazı tebrik ediyorum...

Yorum Yaz