matesis
dedas

İdam tartışmaları ve açlık grevleri

İdam tartışmaları ve açlık grevleri

Başbakan Erdoğan’ın son günlerde sıklıkla idam vurgusu yapması bir “geriye dönüş” işareti adeta.

Aslında Başbakanın bunu telaffuz etmekteki hedeflerinin ne olduğu konusunda birkaç seçenek var:

Birincisi; Başbakan, idamın gelmesini benimsemiyor olsa da Kürt sorununda giderek tırmanışa geçen şiddet sarmalında öfkeli bir noktaya gelen Türk kamuoyuna mesaj vererek iç siyasete dönük bir hamle yapıyor olabilir.

İkincisi aslında idamı gerçekten de savunuyor ve geri gelmesini istiyor olabilir.

Bu durumda, yani eğer ikinci şık doğruysa, Başbakan AB projesini tamamen gözden çıkarmış demektir.

Çünkü AB’ye üyeliğin en önemli kıstaslarından bir tanesi aday ülkede idam cezasının uygulanmıyor olması.

Nitekim artan tartışmalar üzere açıklamalarda bulunan AB’li yetkili ve siyasetçiler açık açık “idam gelirse AB’yi unutun” dediler.

Sayın Başbakan’ın bu konuda “halk böyle istiyor” demesi de tamamen seçmene mesaj verme olarak algılanmalıdır.

Eğer her şey seçmene sorulacak olursa bir ülkeyi yönetmenin imkânı da kalmaz.

Hatırlarsanız geçtiğimiz aylarda yapılan bir araştırmada halkın hatırı sayılır bir bölümü sorulan bir soruya “Kürt komşu istemem” diye cevap vermişti.

Ne yapacağız şimdi; bu tür bir yaklaşımı muteber mi göreceğiz?

Elbette iktidarlar halk iradesine ve halkoyuna dayanırlar; halka rağmen politikalar izlemeleri kendilerini inkâr manasına gelir.

Ama sırf halk istiyor diye insan hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı ve yukarıdaki örnekte olduğu gibi faşizan talepleri de savunmak en az o talepler kadar yanlış bir yaklaşımdır.

Eğer halk “demokrasi bize göre değil, tek parti döneminde olduğu gibi diktatörlükle yönetilelim” derse yine “madem halk istiyor öyle yapalım” diyecek miyiz?

Halk zaten hükümeti o makama yetkilendirerek getiriyor; her icraatta halkın görüşünü almak hem makul hem de mümkün değildir.

Şahsi kanaatimi soracak olursanız ben de bazı suçlarda idam cezasının uygulanması taraftarıyım ama başta AB süreci olmak üzere günümüz konjonktürü bu tür uygulamalara elverişli olmadığı için bu cezanın geri getirilmesinde bir fayda görmüyorum, bu cezanın geri getirilmesi fikrini savunmuyorum. 

O halde yapılması gereken artık geride kalan idam gibi uygulamaları dönem dönem gündeme getirmekten vazgeçilmesidir.

Zaten başta Adalet Bakanı olmak üzere hükümet kanadı bu tür bir hazırlık içinde olmadıklarını ifade ettiklerine göre bu mesele de kapanmış demektir.

Bunu dedikten sonra gelelim gündemin en önemli maddesi olan açlık grevlerine.

Sayın Başbakanın açlık grevlerine karşı takındığı tavrı ve üslubu genel manada sert bulmakla birlikte esas itibariyle haklı buluyorum.

Çünkü bu noktada diretilen tüm taleplerin kabul edilmesi, açlık grevlerini hak arama için rutin bir uygulamaya ve şantaj aracına dönüştürecektir.

Açlık grevindeki eylemcilerin taleplerine gelince; anadilde eğitim ve savunma hakkına yönelik talepleri makul ve meşru buluyorum.

Zaten bu yönde adımlar da yavaş da olsa atılıyor hükümet tarafından.

Anadilde eğitime toplum henüz o olgunluğa erişemediği için kademeli bir geçiş olacağını düşünüyorum; bunun ilk adımı da Kürtçenin seçmeli ders olarak müfredata eklenmesiyle atılmış oldu.

Bu toplum aslında en temel insan hakkı olan anadilde eğitim hakkını kaldırabilecek olgunluk, anlayış ve basirete ulaştığında o adımın da atılacağını düşünüyorum.

Anadilde savunma hakkı meclise gelmiş durumda; kısa süre içinde bu da uygulamaya geçecektir.

Ağır aksak da olsa adımlar atılıyor.

Her ne kadar şu anda Sayın Başbakan aksi yönde konuşsa da, Öcalan’la ilgili yaptırımların da ilelebet böyle devam etmeyeceği kanaatindeyim.

Hatırlarsanız Başbakanın Kürt sorunu ile ilgili en sert ve keskin demeçleri verdiği dönemde Oslo görüşmelerinin yapılmakta olduğunu daha sonra öğrenmiştik.

İşte bu nedenle BDP ve Kürt siyaseti kapıları tamamen kapatmak yerine daha makul bir çizgide demeçler vermelidir.

Tekrar açlık grevlerine ve ölüm oruçlarına dönersek; bir dava o kişiler için ne kadar önemli ve kutsal olursa olsun, ölüm orucu kendi canına kıyma anlamına gelir ki, bu da inancımıza göre haram olan bu anlayışı uygulayanların da imani yönden zayıflığına delalet eder.

Bunu dedikten sonra, yaşama hakkının kutsallığını da hatırlatarak şunu da vurgulayalım; sanki böyle bir olay olmuyormuş gibi davranmak ve açlık grevindekileri ölüme terk etmek de da insani bir yaklaşım değildir.

Başbakanın söylemlerini bir yana koyarsak, hükümetin de zaten şu anda umursamaz bir şekilde davranmadığını görmek ve bu çalışmaların böylesine sert mesajlar veren Başbakan'ın talimatlarıyla yapılıyor olduğunu bilmek umut verici.

İnsanların bile bile ölmelerine ve ölüme gönderilmelerine hayır; ama insanların canlarının bir şantaj aracı olarak kullanılmasına da hayır.

Bütün bunlar da yine dönüp dolaşıp tüm sorunların ana kaynağı olan Kürt sorununa geliyor; bu sorun tam anlamıyla çözülemediği için diğer sorunların da büyümesine sebep oluyor.

Yorum Yaz