matesis
dedas

İnsan...

Yeryüzünün en şereflisi, en değerli varlığı. Bununla beraber ameli itibariyle yaratılmışların en aşağılısı. Yani tercih insanoğlunun.
İnsan...

Hiçbir beşeri varlık sebepsiz yere yaratılmamıştır. Her yaratılmışa belli oranda sorumluluklar verilmiş ve sorumluluklarını gücü nispetinde yerine getirme vazifesi verilmiştir. Yani iyi veya kötü, adil ya da zalim olma insanın tercihine bırakılmıştır. Düşünen, sorgulayan, fikir üretebilen veya anlama iradesi insana has birer duygudur.

Tabi bunların yanında dünya sayısız nimetlerle donatılmış ve hepsi insanın emrine verilmiştir. Dilediği gibi kullanma tercihi yine kendisine bırakılmıştır. Hor ve gaddarca kullanma hariç. Ancak kendisine sayısız nimetler veren Allah’a asi gelen insanoğlunun, birbirine karşı dürüst davranması veya birbirini karşılıksız sevmesi beklenemezdi.

Zaten yaşantısı boyunca bunu en iyi örneklendiren de yine kendisi değil midir?
Kendi makamı veya kazancı uğruna nicelerini feda eden de insan, bana dokunmadıkça sayısız haksızlıklara susan da yine insan değil midir?
Hâlbuki mensubu olduğumuz ve sürekli varlığıyla övündüğümüz insanlık âleminin en önemli vazifesi yine insanın mutluluğu değil miydi?
Bütün gayretler, bütün söylemler, bütün çırpınmalar bunun için değil miydi?
Çünkü yaratılışın gayesi yaratılanı, yaratandan ötürü sevmek değil miydi?
Hadi tüm çabalarımıza rağmen sevemedik, o kısmı kaybettik. Ya adil olma veya aleyhimize olsa bile doğruyu söyleyememe yetimizi de mi kaybettik?
Tamam, onu da geçtik. Peki, kendimize karşı dürüst, vicdani muhasebe ile doğruya ulaşamıyor muyuz?

İşte şimdi yazının başında değindiğimiz noktaya geldik. En şerefli beşer iken, aşağıların en aşağılısına doğru hızla yol almaya başladık demektir. Bu da bizi düşündürmüyorsa, o halde kelimeler kifayetsiz kaldı demektir.

Birebir gördüğümüz, bildiğimiz, her güzel ahvaline şahit olduklarımızı sırf kendi makam ve mevkilerimiz zarar görmesin diye susuyorsak, aynı imtihan ile karşı karşıya kalacağımızı unutmayalım. İnsan ektiğini, biçmekle meşhurdur. Bugün dirisine, onca güzelliğine şahit olduğumuz insanlara sahip çıkamazken, yarın ölülerine ağıt yakmak en büyük riyakârlık değil de nedir?

Geç kardeşim geç bunları. Sınanmadığın imtihan üzerine öğüt vermen, sabrı tavsiye etmen seni paklamaz. Bıyık altından dudak bükmen, dilinin tam tersine sahip bir yürek taşıman, dostlar alış verişte görsün diye üç beş süslü söz sarf etmen seni paklamaz. Öncekilerinin yaptıklarını dahi hayal edemezken, rahatın bozulmasın diye insanların manevi dünyasını tarumar etmen seni de yakacaktır unutma! Belki, olabilir mi, amaan, ne yapabilirim sözlerinle kendi geleceğini tayin ediyorsun unutma.

Hâsılı gaye bu değildi. Çaba bu kadar sınırlı olmamalıydı. Uhuvvetin manası asla bu değildi. Kaybeden ben, sen, hepimiz ve kısacası insan. Dolayısıyla kaybettik. Aksini düşünen de mutlaka vardır. Zira…

İnsan nisyan ile maluldür…

Dua ile…

Editör: Nezir Güneş

Yorum Yaz