matesis
dedas

İnsanın Temel Dayanak Noktası : “Tevekkül”

İnsanın Temel Dayanak Noktası : “Tevekkül”


            Sözlükte dayanmak, güvenmek, vekil tutmak anlamlarına gelen tevekkül, terim olarak; hedefe ulaşmak için gerekli olan maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan ve yapacak başka bir şey kalmadıktan sonra Allah’a dayanıp güvenmek ve ondan ötesini Allah'a bırakmak demektirhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif

Allah’a yönelmek ve ondan yardım istemek, başarılı olmanın ve karşılaşılan sıkıntıların çözümünün başlangıç noktasını teşkil eder. O’na dayanmak ve güvenmek kişiye güç kazandırır. Yüce Allah umulmayan, beklenmeyen yer ve yönlerden kolaylıklar ihsan eder. Çünkü O’nun her şeye gücü yeter.

Kur’an’da ısrarla Allah’a tevekkül etmemiz emredilmiştir. “Tevekkül” kişinin üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirip bütün tedbirleri aldıktan sonra her konuda Allah’a güvenmek, dayanmak, teslim olmak ve işlerini Allah’a havale etmektir.

Tevekkül, yalnızca işi Allah’a havale etmek demek değildir. Ne iş yapıyorsak yapalım, o işi kurallarına uygun olarak yapmak, çalışmak, sabretmek, Allah’tan muvaffakiyet için yardım istemek ve sonra da Allah’ın başarıya ulaştıracağına can-u gönülden itimat etmektir. Buna göre, çalışma, sabır ve tevekkül birlikte olmalıdır. Çalışmadan, çabalamadan işlerin Allah’a havale edilmesi doğru olmadığı gibi başarıyı Allah’ın yardımı olmaksızın sadece çalışmaya bağlı görmek de doğru değildir. Çünkü Allah’ın yardımı olmadan başarılı olmak mümkün değildir.

Bazı Kur’an ayetlerinde verilen mesajın muhatabı doğrudan doğruya vahyi alan Hz. Peygamber’dir. Mesajın taşıdığı hüküm genel olmakla birlikte zata yönelik bir anlatım kurgusuna başvurulması, mesaja verilen önemin ve ona yapılan vurgunun bir göstergesidir. "Sen,  o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et!" (Furkan, 58) ayeti ile benzeri ayetlerde  (Nisa 81,  Ahzab, 3)  böyle bir yaklaşıma şahit oluyoruz.  Allah,  "hayy"  (ebediyen diri olma)  sıfatına vurgu yaparak,  kendinse tevekkül etmesini peygamberine emretmektedir. Tevekkül,  sadece Allah’a güvenme konusundaki bu yönlendirme, ayrıca duruma göre çeşitli anlatım biçimleri ile genelleştirilmiştir. İnsan daima birine güvenme ve dayanma, birisinden destek alma, diğer bir ifade ile tevekkül etme ihtiyacındadır. İste bu noktada Kur’an "Tevekkül edecekler ancak Allah’a tevekkül etsinler" (İbrahim, 12)  uyarısını yapmaktadır. "Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler" (İbrahim, 11)  ayeti de özellikle iman edenleri tevekkül konusuna doğru hedefe yönlendirmektedir. Neden "sadece Allah’a tevekkül" böylesine önemle vurgulanıyor? Çünkü Allah’ın dışında başvurulabilecekler de "tevekkül" ihtiyacındadırlar.  Onalar da, bir şekilde güvenecek, sığınacak, ümit bağlayacak bir varlığa muhtaçtırlar. Bu sebeple,   güvenleri boşa çıkarmayacak ve tevekküle layık tek varlık yüce Allah’tır.  "Allah kuluna yetmez mi?"  (Zümer, 36)  "Kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter" (Talak, 3). Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere,     bazı ayetlerde tevekkül açıkça ve doğrudan doğruya teşvik edilirken, bazen de Allah’ın kâfi geleceği ve onun güzel bir vekil olduğu  (Âl-i İmran, 177),  O’nun her şeye vekil olduğu (En’am, 102;  Yusuf, 66)   ifade edilerek dolaylı şekilde teşvik edilmektedir.

Tevekkül  pratik  alan  işi  değil,  bir  muhakeme ve yargı işidir. Tevekkül, tevhit inancına, son noktada her şeyin Allah’ın kudret ve iradesinin eseri olduğuna  inanmak  esasına  dayanmaktadır.  Tevekkülünüz varsa, üzerinize düseni yaparsınız; gücünüzün  dışında  kalan  konuda  ise  Allah’ın  hükmüne ve adaletine güvenirsiniz. İste tevekkül ile kaderin buluştuğu hassas nokta burasıdır. Bu inceliğin   gözetilmemesi   durumunda   ise "kadere bühtan" tutumu ortaya çıkar: Ya, “olan biten her şeyin  merkezinde  insan  ve  onun  iradesi  vardır” anlayışı ile ilahi takdir ve hikmet göz ardı edilir ya da insan irade ve yeteneğini inkâr eden (pasif kaderci) bir anlayışa esir olunur. Hâlbuki gerek karşılaşmak istemediğimiz, kaçındığımız sonuçlar konusunda, gerek ulaşmak istediğimiz sonuçlar konusunda sahip olunması gereken zihinsel yapı şu ayette ortaya konmaktadır: "De ki, ‘Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O bizim  yardımcımızdır.  Öyleyse  müminler,  yalnız Allah’a güvensinler" (Tevbe, 51) Ayette vurgu yapılan gerçek sudur: “Acı tatlı basımıza her ne gelirse  hepsi  Allah’ın  takdiridir.”  O  da  sonuç  olarak mutlaka bizim yararımızadır. Ya bu dünya ya da ahiret ile ilgili maslahat, yarar ve hayrımız içindir. O bizim yardımcımızdır. Üzerimizde bütün tasarruf ve velâyet yetkisi O’nundur. Nasıl dilerse öyle yapar ve hakkımızda hayırlısını yapar. İste bundan dolayı  müminler  Allah’a  güvenmelidirler.  Bütün güç ve kudretin O’na ait olduğunu   bilip   durumlarını O’na   havale   etsinler.   Her konuda  O’na  güvenip  dayansınlar,   emir   takdirine güzel bir şekilde rıza göstererek teslimiyet göstersinler ve bunun gereğince kulluk görevlerine devam etsinler. Allah’a   ne   derece   güven beslenirse O daha fazlasına layıktır.” (Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2566.) Bütün   bunları   kısaca "Allah hakkında iyi zan beslemek"     diye     özetlemek mümkündür.  Hz.  Peygamber’in "Allah hakkında mutlaka iyi zan besleyerek ölünüz" (Tirmizî, Sünen, Zühd, 14. (Hadis  No.4167).  II,  1395)  hadisinde  vurgulanan  şey  de budur. Ölüm ne zaman geleceği   bilinmediğine   göre mü’min tüm hayatına bu anlayışı hâkim kılacak, Allah’ı  kefil  bilecek  demektir.  Gazali  konuyu  şu benzetme ile ortaya koymaktadır:

"Tevekkül edenin Allah’a güvenme ve O’nun kefaleti konusundaki  tutumu,  çocuğun,  annesin  yanındaki  durumu  gibidir.  Çocuk  annesinden  başkasını  bilmez. Ondan   başka   kimseye   sığınmaz. Yalnız  ona  güvenir.  Onu  gördüm mü daima eteğine yapışır, onu bırakmaz. Annesinin bulunmadığı sırada başına bir şey gelse, dilinden dökülen ilk söz "Anneciğim!" olur. Aklına  ilk  gelen  kimse  annesidir.  Çünkü  onun  kendisi  için  kâfi olacağına ve onun şefkatine güvenmiştir. Bütün bunlar bilinçaltından gelen yönlendirme ile olur." (Gazâlî, Ihyaü  Ulûmi’d-Dîn,  II,  143.)

Tevekkül  edenin  Allah’a  bağlanması  ise bilinç ve gönlün ortak meyvesidir. İste   böyle   bir   tevekkül   sayesinde endişeler  ümide,  korkular  güvene  dönüşür.  Zira Allah bu anlayışta olan Müslümanlara "yasadıkları korkunun ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına  dair  vaatte  bulunmuştur"  (Nur, 55).

Sonuç olarak, gerçek tevekkül, çağın ve gerektirdiği aktiviteyi sergilemektir. Tevekkül gösteren Müslümanın başkalarından farkı,   olayların gerçek var edicisini bilmek,  madde dünyasının sebepler zincirine materyalist bir pencereden değil, aktif bir hayat anlayışı ile iman teslimiyet penceresinden bakmak demektir.

Milli şairimiz Mehmet Akif’in de dediği gibi:

“Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete râm ol,

Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.”

                                                                                                                             Edip AKYOL

 

Yorum Yaz