matesis
dedas

İslam, İnsanı Yaşatmaktır

İslam, İnsanı Yaşatmaktır

              İslam, kelime-i şehadeti söylemek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermekten ibaret değildir… İslam, bu zikredilen temeller üzerine yükselen, sıbğatullah (Allahın boyası) ile boyanan, çatısı cihad olan, farklı ana babalardan doğan, farklı kültürlerde yaşayan, farklı dilleri konuşan, farklı renkleri taşıyan insanların kardeşçe yaşadığı bir rahmet ve bereket evidir… İslam, insanı yaşatmaktır… İslam insana hayat hakkı sunmaktır… İslam, zulme karşı durmaktır… Mazlum halkın yıkık duvarlarını örmektir… İslam, zulmün hükümran olduğu yerlerin derdiyle kıvranmaktır…  

               İslam, iman boyutuna indirgenip kalplere ve mabetlere hapsedilecek bir din değildir… İslamın ilk mü’min ve mübelliğleri olan peygamberlere baktığımızda Nuh, toplumsal sapma ile Hud, zorbalarla; Salih, kapitalist çetelerle; İbrahim, inanç sapmaları ile Lut, cinsel sapıklarla; Yusuf, derin devletle ve iffetsizlikle; Şuayb, ticaret hilebazları ile Musa, dikta rejimlerle; İsa, dini istismar eden ve dini kazanç kapısı gören din adamlarıyla; Muhammed, cahiliye ve cehaletle savaşmıştır…

              İslamı insanlığa taşıyan her peygamberin insani hayat mücadelesinde aktif olması ve döneminin sapma ve zulümleri ile mücadele etmiş olması bizlere İslam’ın sadece mabed dini olmadığını, insanı yaşatmayı amaçladığını ve insani yaşamı bozan her engeli ortadan kaldırmaya çalıştığını göstermektedir…

                  Yıllardır zulüm altında yaşamış bir halkın şerefli kıyamı beraberinde acılar, ölümler, sürgünler, hüzünler, hicretler getirmiştir… Yılların birikmiş öfkesinin patlaması idi Suriye’de başlayan direniş… Bu direniş, kimi çevrelerin belirttiği gibi batının ve Amerika’nın teşviki ile başlamış ve onların desteği ile sürmekte değildir… Öyle olsaydı Irak gibi bir müdahale olmalı değil miydi?

             Batının yaşanan katliamlara seyirci kalması ve Bir(leş)miş Milletlerin olan bitene kayıtsız ve umarsız olması, yokluk ve yoksulluk içinde yapılan bu direnişin, insani bir yaşamdan başka arzuları olmayan mazlum Suriye halkının direnişi olduğunu göstermiyor mu? “Sayıca az olan nice topluluklar, Allahın izni ile kendilerinden çok olan toplulukları alt etmişlerdir.” Ayeti Bedir’de tecelli ettiği gibi Suriye direnişinde de tecelli edecektir…

            Hiçbir milletin insanca yaşama hakkı ellerinden alınamaz… İnsanca yaşamaktan mahrum bırakılmış halkın kıyamına hiçbir güç karşı koyamaz... Dünün köleleri iken bugünün efendileri konumuna yükselen İsrailoğullarının esaret dönemlerinde Firavuni düzene kıyam başlatan Hz Musa nasıl ki Allahın izni ve desteği ile Firavuni rejimi bir asa ile devirdi… İnşallah Suriye direnişi de Firavun varisi Esed rejimini Allahın inayeti ile devirecektir… Çünkü insana ve insanlığa karşı başlatılan savaş aslında insanlığın rabbine karşı açılmış bir savaştır… Ve Allaha karşı savaşanların zaferi olmayacaktır…

          ”Zalimler en kısa zamanda nasıl bir inkılâba uğrayacaklarını göreceklerdir…” ayeti ile Allah insana yapılan zulmü kendine yapılmış kabul ediyor ve zalimleri elim bir sonla müjdeliyor… Tarihte Firavun, Nemrut, Ebu cehil; yakın geçmişte Saddam, Kaddafi, Mübarek bu ayetin nasıl tecelli ettiğinin canlı tefsirleridir…

 

          Zalimin her fiili, sonunu getirsin diye ateşlediği fitilidir… Zalimin her çabası, varlık dünyasında açtığı yarasıdır… Zalimin çabası arttıkça yarası da artar… Zalim kendi sonunu kendi getirir… Kendi işini kendi bitirir… Her zalim zamanı geldiğinde mutlaka tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır… “Allah, intikamını elinizle almak ister” ayeti gereğince her zalime bir Musa, her Musa’ya bir asa gerekmektedir…

            Bir milletin zulüm içinde bir hayat sürmesi Musa’nın asasında boy gösteren o ilahi desteğin kendilerine de yapılması için yeterli bir sebeptir… Ancak ilahi desteğe Musa gibi yürümek gerekir… Çünkü Allah, hareket etmeyene bereket vermez… Yerinde sayana ihsan etmez… Çalışmayana torpil geçmez… İnsana ancak çalıştığının karşılığının olduğunu söyleyen Allah, söylediğinin tersine hareket etmez… Zulümlerden bıkan halkın kıyamı olmadan Allah esaretten kurtarmaz… Zilleti izzete dönüştürmez…

               Allah, isteyene değil isteğini harekete geçirene yardım eder… “Neden yapmayacağınız şeyleri söylersiniz” ayeti; “neden harekete geçirmeyeceğiniz isteklerde bulunursunuz” mesajını da verir… Allah durağan olmayan kainatta durağan bir canlıya değer vermez… Her şey tesbihini (görevini) yerine getirmekte iken görevini bırakana destek olmaz… Bir yerde zulüm varken ilk ve öncelikli görev o zulme karşı durmak, zalimi devirinceye kadar çalışmaktır… Unutmayalım ki zulme sessiz durmak mazlum kisvesinde zalim olmaktır…

               Kendi sorunları ile uğraşmaktan ümmetin sorunları için kafa yormaya zaman bulmayan, evinin geçimini sağlamayı düşünmekten ve ailesine rahat bir hayat sunma derdinden dolayı ümmetin derdi ile dertlenmeye zaman bulamayan biz Müslümanlar mazlumlardan yana olmanın mükellefleri değil miyiz?

               Dünyanın neresinde bir mazlum ağlıyorsa gözlerinden dökülen yaşları kendi gözyaşlarımız, onun akan kanını kendi kanımız, feryat eden anayı kendi anamız görmediğimiz müddetçe Müslüman olabilir miyiz? “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisini duyan bizlerin; evlerini, barklarını ölüm korkusundan dolayı terk etmiş ve bizlere sığınmış mazlum Suriye halkı için bir şeyler yapması gerekmiyor mu?

                Evimizde, sıcak yataklarımızda, konforlu odalarımızda, sıcak yemeklerin yendiği sofra başlarında, tüm aile bireyleri ile karşılıklı oturmalarımızda, televizyon ekranlarında dizilerimizi izlediğimizde hemen yanı başımızda hem komşumuz, hem de din kardeşlerimiz olan Suriye halkının can derdinde olduklarını, evlerinden ve sevdiklerinden ayrı yaşadıklarını, doğup büyüdükleri vatanlarının özleminde kıvrandıklarını; birçoklarının evlatlarını, kardeşlerini, babalarını, dostlarını kaybettiklerini, dondurucu soğuklara ve açlığa rağmen ayakta kalmaya çalıştıklarını görmeli ve dertlenmeli değil miyiz?

               “Kim bir mazlumun yetişin ey Müslümanlar! Feryadını işitip de yardımına koşmazsa bizden değildir” diyen rahmet elçisinin bu sözünün bizi harekete geçirmesi gerekmiyor mu? Mazluma ses, mazluma nefes, mazluma kes(sahip) olmamız gerekmiyor mu?

             Hz. Peygamberin Medine’ye hicretini düşünmeli değil miyiz? Medine ensarı; evini, barkını terk etmiş mazlum Mekke muhacirlerine evlerini, kalplerini, işyerlerini açmadılar mı? Evlerindeki ekmeği paylaşmadılar mı? “Müminler kardeştir” ayetini en içten bir şekilde yaşamadılar mı? Öz kardeşimizin başına bir bela geldiğinde bir şeyler yapmak için ayaklanmaz mıyız? “Müminler kardeştir “ diyen Allah, kan bağı olmaksızın iman bağı ile bizleri kardeş kılmadı mı? Hani nerede kardeşliğimiz? Hani nerede hassasiyetimiz?

              Hz peygamber demiyor muydu? “Müminler bir vücudun organları gibidir. Bir organda rahatsızlık meydana geldiğinde onun rahatsızlığını tüm vücut hisseder”… Her Müslüman kendini Peygamberin tarif ettiği İslam vücudunun kalbi görmeli ve şunu bilmelidir: “Ben durursam hayat durur”… Sen İslam vücudunun kalbisin ey insan! Durmamalısın, vücudu ayakta tutan kalp gibi hep atmalısın, tüm vücut uyusa da sen uyanık olmalısın…

             “Müslümanlar birbirlerine kenetlenmede bir binanın tuğlaları gibidir” sözünü buyuran rahmet elçisi, bizlerin birbirimize kenetlenmemiz gerektiğini, sevinçlerimizi ve acılarımızı paylaşmamız gerektiğini, birbirimize sırtımızı dayamamız gerektiğini anlatmaktadır… Yastığının altına koyduğu paranın üzerine başını koyarken uyuyamayan ve gece yarısı yatağından kalkıp parayı muhtaçlara ulaştıran nebi söylediği söz ile neyi anlatmak istediğini göstermekte değil midir? Halkı aç kalmasın diye karnına taş basan, evindeki yiyecekleri paylaşan bir resulün ümmeti duyarsız olabilir mi?

             “Bir insan bir âlemdir” diyen dinin müntesipleri, insanı yaşatma mücadelesinin öncüleri, insanca yaşayabilmenin savaşçıları olmak zorundalar… İnsan yaşatmak, insanların insanca yaşamalarını sağlamak insanlığı yaşatmaktır… İnsanı yaşatmaya çalışmak, İslamın insanı olmaktır değilse insanlığın iflasını yaşamaktır… Unutmamalı ki mazlumun dayanağı olmayanlar zalimin ayağı konumunda olmaktan kurtulamazlar…

             Bugün kardeşlik günü, bugün dayanışma günü, bugün insanlık günü… Bugün yapacaklarımız insanlığımızın belgesi olacaktır… “Elden ne gelir?” diye çaresiz bir sözü söylemek yerine ciddi ve sorumlu bir şekilde “elimden ne gelir?” diye kendimize sormanın ve insanlığı ayaklandırmanın zamanı…

İSLAM, İNSANI YAŞATMAKTIR… İNSANCA YAŞAMAKTIR…

 

Yorumlar

Image
cahit karaalp
08.01.2014 / 22:26

teşekkür ederim hocam..

Image
selahattin Gökdemir
07.01.2014 / 23:16

Kalemine yüreğine sağlık

Yorum Yaz