matesis
dedas

İsmail Beşikçi Mardin’de

İsmail Beşikçi Mardin’de

Halkların dostu, sesi ve vicdanı olarak nitelenen Sosyolog Dr. İsmail Beşikçi, 15 Mayıs Kürt Dili Bayramı dolayısıyla düzenlenen etkinlikler kapsamında Mardin’e geldi. Daha 1990’larda cezaevinden yeni tahliye edilen bu büyük insanla, bilim insanıyla tanışmak, dost olmak bir çok Kürt gencinin olduğu gibi benim de hayalım idi. Bu hayalimi gerçekleştirdim ve Yurt Yayınları’nda dostum Ünsal Öztürk’ü ziyaret ederek İsmail Beşikçi hocamla tanışma, sohbet etme fırsatı elde ettim. 90’lı yıllarda Cumhuriyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde okuyordum ve bu yıllarda yazmaya daha doğrusu gazeteciliğe başladım. İsmail Beşikçi’nin nam-ı diğer Sarı Hoca’nın benim üzerimde şok olumlu bir etkisi vardır ve kendilerine her zaman büyük saygı duymuşumdur. Bu kesintisiz de devam etmiştir.

Günlerdir yağmur yağmamıştı Mezopotamya Ovası’nın Mardin Eşiği bölümüne. İsmail Hoca’nin Mardin’e ayak bastığı gün öyle bir yağmur yağdı ki deyim yerindeyse Neolitik Devrim’in gerçeleştiği Mezopotamya Ovası’nın günlerdir süren su hasreti de sona erdi. Bu durum kendilerine espritüel olarak ‘Hocam sizin nurani yüzünüz Mezopotamya Ovası’nın su hasretini giderdi, yağmur yağdı’ şeklinde hatırlatıldığında sadece buna gülümseyerek cevap verdi.

İsmail Hoca’nin Mardin’e gelişini takip ettim. 12 Mayıs’ta geldi. Tarihi ve bazı dini yerleri gezdikten sonra MOVA alış-veriş merkezinde 13 Mayıs’ta kitaplarını imzalamak üzere okurlarıyla buluştu. İsmail Hoca’ya Beşikçi Vakfı Başkanı Ahmet Ünal, yönetim kurulu üyeleri İbrahim Gürbüz, İshak Tepe ve ayrıca ağabey olarak her zaman saydığım Kürt Siyasetinin en teorisyen ve zeki siması Fuat Önen gibi dostlarımız eşlik etti. Ayrıca ta İzmir ‘den gelen Sarı Hoca’nın dostu siyasetçi yazar Veysel Çamlıbel de eşlik edenler arasındaydı. MOVA’da büyük kalabalık kitlesi İsmail Hoca’yı kucakladı ve bunu imzalattıkları kitaplarla ölümsüzleştirdi. Çok güzel anlar yaşandı. Örneğin bir okur sosyal medyada paylaşırken kitap imzalama anına şu cümleyi: üç saat bekledik üç dakika için ama değerdi. Yine Kızıltepe’den değerli dostum eğitimci- entelektüel Nurullah Tunç ise İsmail Hoca ile anısını şu cümlelerle ifade etmişti:

“Eski Belediye Başkanı Sayın Ferhan Türk ile Ben sohbet ederken İsmail Beşikçi ile aynı KAREYE girmek bile heyecan verici, ONURE EDİCİDİR”

Üniversite öğrencileri  de büyük ilgi gösterdi. Salon tıklım tıklımdı. Gençliğin Beşikçi Hoca’yı okuması aslında ulus kavramına ilgi göstermesi anlamına gelir. Zira Beşikçi Hoca, Kürt sorununu kalıcı çözümünü Kürt ulusunun kendi devletini kurmasıyla mümkün olabileceğini düşünüyor. İşte can alıcı nokta burasıdır.

Büyüklük ve Yağcılık

Bu her iki kavram da bir yönüyle psikolojinin çalışma alanı olmuştur. Bunlardan büyüklük kavramı kullanıldığı zaman insanın hoşuna gitse de her zaman bu böyle olmaz. Örneğin büyüklük taslama deyiminde olumsuz bir anlam taşımaktadır. Yağcılık ise tamamıyla negatif bir anlam ihtiva etmektedir. Kişiye kullanıldığı zaman tepkilere neden olmaktadır. Ancak ne var ki bu gibi kavramlar insanları nitelemek için halk arasında kullanıldığı gibi bir çok bilim dalıyla ilgilenenler de birbirlerine karşı kullanıyorlar. Sanırım en çok dillendirildiği alan politikadır. Neyse konumuza dönersek..

 

Sonraki gün Yani 14 Mayıs…Saat 14’te İsmail Beşikçi o kitaplarında o çokça eleştirdiği devlet üniversitelerinden birinde ‘Kürtler-Dil ve Kimlik’ konulu bir konferans verdi. Diğer bir eleştiri alanı ise yargıdır ve verdiği konferansta da yine devlet üniversitelerini ve yargıyı eleştirdi. Kürtlerin inkarında daha doğrusu Türkiye’deki bütün halkların inkarında ve asimilasyonunda bu iki kurumun işlevlerinden bahsetti. Biraz başa dönmek istiyorum:

Her zaman ki gibi bu tür etkinliklerde sunuş konuşmalarını yapmak üzere Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Kadri Yıldırım davet edildi. Günün anlam ve önemiyle ilgili çok kısa bir girizgah yaptıktan sonra sözü ‘Bugün aramızda iki büyük insan vardır. Biri İsmail Beşikçi…’ dedikten ve Beşikçi ile ilgili birkaç cümle daha sarf ettikten sonra sözü her zaman ki gibi Rektör Serdar Bedii Omay’a getirdi ve rektörünü de bir diğer büyük gösterdi. İstisnasız olarak belirtiyorum ki Serdar Bedii Omay beyefendi bu üniversiteye rektör olarak atandığından bu yana izlediğim bu gibi etkinliklerde Prof. Kadri yıldırım yağcılık sınırını zorlayan methiyelerini art arda dizer. İsmail Beşikçi’nin konferans verdiği yine aynı nakaratları tekrarladı. Her fırsatta bunu söyleyip duruyorsunuz nasıl sıkılmıyorsunuz?!! Hele Kadri Hoca bu nakaratı tekrarlamakta sıkılmıyorsa Serdar Bey nasıl sıkılmıyor, anlamakta güçlük çekiyoruz. ‘Sen davulu çal, ben de tokmağı vurayım birader misali’ bu tekerleme tarzı ne zaman bitecek merak konusu, doğrusu.

 İnsan kendi evinde misafirine karşı kendini büyütür mü, büyüklüğünü ispatlamaya kalkar mı? Bunu her fırsatta tekrarlamak doğru mudur? Kendini misafirinin karşısında büyük göstermenin toplumsal geleneklerde bile yeri yoktur, modern etiğin kurallarını bir kenara bırakalım. Peki bunun adı nedir? Olsa olsa buna yağcılığın daniskası derler…

İnsan böyle manzaraları gördüğü zaman düşünmeden edemiyor: Acaba bunun altında bir şey var mı?

Ne demişler? Madalyonun her zaman iki yüzü vardır: Bir yüzünde yağcılık diğer yüzü ise zaman gösterecek.

Tabii bu arada konferansa Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanları Sayın Ahmet Türk ve Sayın Februniye Akyol da eş arabalarla gelerek katıldı. Sayın Türk de bir konuşma yaparak Kürt olmadığı halde Kürtlere kimliklerinin ve dillerinin tanıtılmasında Beşikçi’nin ölçülemeyecek katkıları olduğunu vurguladıktan sonra demokrasinin tesisinde halkların dillerinin ve kimliklerinin kabulü ve tanınmasından geçtiğinin altını çizdi.

Aslında o, sadece Mardin’de değildi; bütün Kürtlerin kalbindeydi, Kürdistan’daydı…

Bütün güzellikleri görmeye hakkı vardı ve bütün Kürtler kendisine değer vermeye, güzellikler yaşatma gibi görevleri vardı; zira o bunun için bütün bedeli çoktan ödemişti, borçlu değildi.(www.kiziltepepost.com)

 

 

Yorum Yaz