matesis
dedas

İsrail, Kürdistan ve Filistin

İsrail, Kürdistan ve Filistin

Filistin topraklarından bahsedilince tarih, iki yolcudan bahseder. Sadece bir binekleri olup bineğe sırayla binmek üzere anlaşmış olan iki yolcu! Bu iki yolcu sıra ile binecek daha sonra bineği dinlendirmek için bir süre ikisi de yürüyecekti. Evet, bindikleri hayvanı bir biniş süresi boş yürütmek kaydıyla hayvanın hakkını da korumak üzere olan bir antlaşma.

Hedef ve menzil KUDÜS!

Hz. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve Yusuf... Davud, Süleyman, Musa, Harun, İsa ve elbette ki risaletin son halkası Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.s) gelip geçtiği yer.

İki yolcu; biri efendi diğeri köle. Fakat kölenin insanlığını ve hayvanın hakkını hatırlatan bir anlayış! Bu nasıl bir efendilik? Toplumuna hizmet eden gerçek bir efendilik…

Efendi binekte, köle yürüyor ki şehre hâkim yüksek bir tepeye ulaşılıyor. Efendi, nöbet sırasının bittiğini belirtmek için tekbir getiriyor. Binme sırası köleye gelmiş... Fakat köle itiraz ediyor. Hikâyenin geri kalanını biliyorsunuz zaten. Kudüs İslam topraklarına katılıyor.

Batı dünyası Kudüs’ün yeniden İslam sınırlarına katılmasına çok sinirlenmiş ve kin beslemişti. Kinleri ile kuvvet bulup hiçbir zaman yılmadılar. Hıristiyan âlemi/Haçlılar, Hz. Ömer'in 638'deki Yermûk Zaferinden sonra, sürekli çalıştılar, sefer düzenlediler. Sonunda Kudüs'ü ele geçirip, bir krallık kurmaya muktedir oldular. Bunu başarmak için olmadık vahşetlere imza atan Haçlılar, geçmişte benzeri görülmemiş canavarlık numunelerini gösterime sunmaktan zerrece çekinmediler… Netice; Kudüs İslam sınırlarından çıkartılmıştı.

Fakat Eyyubilerden Selâhaddin-i Kürdî, Kudüs'ün Haçlıların tahakkümü altında bulunmasını bir türlü içine sindiremiyordu. Bahaüddin b. Seddad, Selâhaddini Kürdinin bu derin hicranını şu sözlerle anlatıyor: "Selâhaddin, Kudüs için o kadar üzülüyordu ki, onun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibiydi. Kudüs'ü kurtarmak için atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları cihâda davet ediyordu. O, "Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgalinde olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim?" diyordu.

Selâhaddin, İslâm’ın ilk kıblesi ve peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.s) Miraç'a yükseldiği mukaddes beldenin, Haçlı sultasında olmasını kabullenemiyordu. O kadar ki tarih, Sultan Selâhaddin'in Kudüs'ün fethine dek adeta bir mecnun gibi dolaştığını; yemeği ve uyumayı unuttuğunu; gülmeyi kendine haram ettiğini ve hep çadırda kaldığını hazin bir biçimde kaydetmiştir.

Ve dönülmeyen karar verilmişti…

Sultan Selâhaddin'in askerleri, iki ordu arasındaki dengesizliği görünce bir ara çekingenlik gösterdiler. Bu esnada Selâhaddin, askerlerinin cesâretini bilemek için tarihe mal olmuş şu müthiş konuşmayı yaptı: "Mâdem ki ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocuğumuzla zevk ve sefâ içinde yaşamıyoruz? Bizim vazifemiz düşmanın azlığını ve çokluğunu mukâyese etmek değil, onun karşısına çıkmaktır!"

Selâhaddin, Kudüs Haçlı Krallığı’na ilk büyük seferinden sonra, yaklaşık 10 yıldır hasretle beklediği zafer anını 1187'de yakalamıştı. Büyük bir cesaret, kahramanlık ve muazzam bir inançla Haçlılara hâdlerini bildiren Sultan Selâhaddin, aynı zamanda Haçlıların Kudüs üzerindeki heveslerini de kursaklarında bırakmıştı. Öyle ki, Papa III. Urbanus’un kahrından öldüğü söylenmekteydi.

Ve belki de bunun intikamı olarak yıllar sonra bu güçler/haçlılar ve temsilcileri tarafından coğrafyaları paramparça edilen kürdlerin bugünü!

Yakın tarihte de kürdlerin Filistin ve Küdüs için ne yaptıkları ve nasıl bir mefkûreye sahip oldukları ortadadır. Meselenin anlaşılması için en son Mavi Marmara gemisi olayına bakılsa dahi yeterli olacaktır.

Fakat Filistinlilerin, Arapların ve bir bütün ümmetin kürdler için nasıl bir mefkûreye sahip oldukları konusunda bir ‘muammalık’ vardır. Bu nokta düşündürücüdür. Bu muammalık kahredici bir nitelik taşımaktadır. Zira böylesi bir yaklaşım, artık kürdlerde de negatif bir algı oluşturmaya başlamıştır.

Öte yandan an itibarı ile kürdler için faydalı mı olur yoksa zarar mı getirir? Dahası olur mu olmaz mı? Gerçekleşir mi yoksa bir oyun mu, orasını bilemem ama Kürdler için bağımsızlık veya bağımsız bir Kürdistan gündeme geldiğinde; İsrail'in "ilk tanıyan bizolacağız" sözü ile Filistin menşeli bazı basın organlarında; "Bağımsız Kürdistan Arap milletinin göğsüne saplanacak bir hançerdir." tarzı yaklaşım biçimi yukarıda ifade etmeye çalıştığım bağlam açısından çok enteresandır.

Şayet İsrail bağımsız Kürdistan devletini tanısa bunu neye karşılık yapar, Kürdlerden neyi alır ve ortadoğuda nasıl bir tavır takınmalarını bekler? Bu arada Kürdlerin Filistin’e bakışı ne olur? Dahası Filistin basınının ötesinde Filistinli kardeşlerimiz, Kürdistan’ın bağımsızlığına nasıl bakar?

İşte, bu ve benzeri sorular günlerce, aylarca uykumu kaçıracak kadar manevi bir ağırlık ve sorumluluk taşımaktadır.

 

{ OHAK-DER Başkanı MB. Hedbi } 06.07.2014

Yorumlar

Image
başe
14.07.2014 / 21:15

Çok iyi bir analiz.<br><br>Nihat ve Murat: Ne alaka...

Image
nihat
09.07.2014 / 14:31

ohak-der ne yaw? mardinde bile kim haberdar bu derneğin varlığından. işin gücün reklam

Image
Murat
08.07.2014 / 20:26

Hayret Türk-İslam saçmalığına iman edip bunu binbir kılıfa sokup islami bir renk kattığını zanneden zevatlar daha klavye başına üşüşüp İttihatçı-Kemalist rejime olan bağlılıklarını kanıtlamamışlar.Enteresan.Oysa bu suskunluk devşirmeliğin tabiatına aykırı bir durumdur!

Yorum Yaz