Kaderi Şekillendiren Gayret

Kaderi Şekillendiren Gayret
Abdülkerim bıyıkları yeni terlemiş, orta boylu, çok iri yarı olmazsa da kuvveti yerinde, yüzü güleç bir gençti.
Köydeyken babasıyla az da olsa olan tarlayı ekip biçer, yetiştirdiği sebze ve meyveleri sebze haline götürüp satmakla evin ekonomisine katkı sağlardı. Fakat köyden ayrılıp ilçeye yerleştiklerinden beri tabir yerindeyse bir türlü bir baltaya sap olmayı başaramamıştı. Her ne kadar ilçede fazla istihdam ve iş imkânı olmazsa da beklentisi olan tüm işyerlerinin yolunu aşındırmış ama her seferinde üzgün, istediğini alamamış bir şekilde başı önünde o işyerlerinden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Abdülkerim, tek katlı müstakil evin mini bahçesine bakan balkonunda başı iki elinin arasında şimdiye kadar iş bulamamış olmaktan derin düşünce dehlizlerinde gelgitler yaşıyorken annesi Hacer Hanım’ın:
- Bu şekilde ne düşünüyorsun oğlum, sorusuyla irkilip kendisine gelmiş.
- Hiç anne, demiş olsa da ciddi bir kararın eşiğinde olduğunu güngörmüş olan annenin gözünden kaçmamıştı.
Bundan olsa gerek Hacer Hanım, oğlu Abdülkerim’in yanına çömeldi. Sonra:
- Oğlum bir derdinin olduğu her halinden belli, dedi.
Abdülkerim bunun üzerine “evet” dercesine başını öne salladı.
Oğlundan bu cevabı alan Hacer Hanım, ayağa kalkıp içeri girdi, fazla geçmeden elinde bir çay tepsisiyle döndü. Abdülkerim’in önüne çayı bırakmak isteyince Abdülkerim ondan hızlı davranıp tepsiyi ondan aldı, annesine çayını bıraktıktan sonra kendi çayını da aldı. Abdülkerim çayının şekerini karıştırırken Hacer Hanım:
- Paylaşmak istersen, dinlemek isterim, dedi.
Abdülkerim, çayından bir iki yudum aldıktan sonra,
- Anne nasıl başlayayım bilmiyorum, dedi. Bir iki yutkundu. Sonra devam etti. İlçeye geldiğimizden beri o kadar yere başvurmama rağmen bir türlü bir işe alınamadım. Bu yaşta evin ekonomisine katkı sunamamak bana dokunuyor, dedi.
- Sen elinden geleni fazlasıyla yapıyorsun, sabret mutlaka Allah hayırlı bir kapı açar, dedi.
- Ben bundan dolayı batıya bir yere çalışmaya gitmeyi düşünüyorum.
- Batıya mı, nereye, daha önce hiç gitmedin. Hem beraber idare edip gidiyoruz.
- Hayır, anne, benim de çalışmam lazım, babam da zorlanıyor.
Hacer Hanım, sessizliğini korudu. Gözünden akan iki damla yaşı silip çayını yudumladı. Şimdi o üzgün ve düşünceliydi. Abdülkerim devam etti.
- Arkadaşlarımdan Ankara’ya giden var. Bir inşaatta ameleye ihtiyaç varmış. Bana da gel diyorlar.
Hacer Hanım, daha ciddi ve tok bir sesle sessizliğini bozdu.
- İnşaat işi ağır iş, bildiğin bir iş değil, hem gurbet ellerde ne yer ne içersin.
- Hayır, anne artık dayanamıyorum. İnşaat işi ağır olabilir, Allah’ın izniyle yapamayacağım iş değil, çalışır alasını yaparım. Arkadaşlarla beraber kalır, yer içeriz zaten. Yeter ki gitmem için rızan olsun ve bana yardımcı ol.
Hacer Hanım, Abdülkerim’in kararını verdiğine inanarak, gözyaşlarını silerken:
- Tamam, oğlum dedi.
Abdülkerim’in:
- O zaman babamla da sen konuşursun, demesine de Hacer Hanım onaylarcasına başını öne doğru salladı. Bunun üzerine Abdülkerim’in yüzü güldü. Ayağa kalkıp gidip Hacer Hanım’ın yanına çömeldi. Annesini bağrına basarken, Hacer Hanım da onu kucakladı. Abdülkerim sonra kalkıp dışarıya çıktı.
Aradan birkaç gün geçmemiş, Hacer Hanım, Abdülkerim’in babası Seyit Bey’i ikna etmiş ve otogarda otobüsün önünde Abdülkerim’i Ankara’ya yolcu ediyorlardı.
Abdülkerim bambaşka bir dünyaya doğmuştu adeta, yüksek binalar, yoğun trafik, koşuşturmaca içerisinde kendisini bulmuştu.
Çalıştığı inşaat binasında kapısı battaniyeden, penceresi naylondan olan hem mutfak, hem oturma salonu hem de yatak odası olan bir odaya yerleşmişti. Başta her ne kadar her şey kendisine zor, ağır ve yabancı gelse de kısa bir sürede işine de arkadaşlarına da ortama da uyum sağlamış, sevilen ve değer verilen bir pozisyona gelmişti.
Abdülkerim, inşaatta duvar ören Ahmet Usta’nın çıraklığını yapıyordu. Aslında Abdülkerim’in çalışkanlığı göze batacak derecedeydi. Abdülkerim herkes öğle molasına çekilip yemek yiyip daha sonra çay eşliğinde hasbihal ederlerken o çabucak yemeğini yer, namazını kılar ve zamanın kalan yarısında da gidip bir usta gibi duvar örme denemelerini kendi kendine yapardı. Bundan Abdülkerim, adeta bir çırak değil staj gören bir usta gibi Ahmet Usta’ya dikkat kesiliyordu. Ustasının bir dediğini iki etmez, sesini duyar duymaz yanında biterdi. Bundan Ahmet Usta, elinde olmadan Abdülkerim’e ayrı bir muhabbet beslerdi.
Kısa bir zaman zarfında Abdülkerim artık çıraklıktan ustalığa terfi etmiş, en az ustaları kadar iyi iş çıkarıyordu. Bunun için bir gün Ahmet Usta’ya:
- Usta ben artık bir çırağın değil, ustanın işini yapıyorum. Bunun için ücretimi ona göre güncellerseniz sevinirim.
Bu durum Ahmet Usta’nın inkâr edebileceği bir durum değildi. Fakat daha birkaç hafta öncesinde yanına çırak aldığı birine de bir usta ücreti vermek hoşuna gitmiyordu. Onun için:
- Abdülkerim, doğrudur. Çalışkanlığınla, özverinle kısa sürede güzel sonuçlar elde edecek pozisyona geldin. Ama gel arada buluşalım. Ücretin eskisi gibi 1000 TL değil bir ustanınki gibi 2000 TL de değil 1500 TL vereyim, dedi.
Bu Abdülkerim’in kabul edeceği bir durum değildi. Çünkü kimi diğer ustalar kendisi kadar emek ve ustalıkla ortaya koymadan 2000 TL alıyorlardı.
Abdülkerim tüm çabalarına rağmen istediği sonucu alamayınca:
- Ustam bana müsaade edersen ayrılmak istiyorum, dedi.
Ahmet Usta buna üzülmüştü.
- Ayrılmanı istemem, sana alıştık, sen de bize alıştın, aile ortamımız var. Gel sen bunu biraz daha düşün, dedi.
Abdülkerim, kararını vermişti. Uzatmadı.
- Hakkını helal et ustam, üzerimde emeklerin var, seni hep hayırla yad edeceğim. Ama ben ayrılmak için kararımı verdim, deyip elini uzattı.
Ahmet Usta, Abdülkerim’in uzattığı eli tutarken onu çekip bağrına bastı.
- Hoş helal olsun, istediğin zaman dönebilirsin, iş için gelmezsen de çayımıza her zaman bekleriz, dedi.
Abdülkerim çantasını omuzlayıp, inşaattan ayrıldı. İçi buruk olmuştu, anne babasından ayrılırken bağrına oturan ve burnunun direğini sızlatan hissiyatlara yine esir olmuştu. Dönüp son bir kez arkasına baktı. Sonra tabana kuvvet deyip ayrıldı.
Abdülkerim, ilk Ankara’ya geldiği hale girmişti, sudan çıkmış balığa dönmüştü. Çantasını aldığı gibi bir kitapevinde tanıştığı ara ara muhabbetine gitmek istediği zaman kitapevinde veya camide buluştuğu Hakan Hoca’yı aradı. İkindi namazında camide buluşmak üzere anlaştılar.
Abdülkerim ikindi namazını Hakan Hoca’nın imamlığında eda ettikten sonra uzun süredir görüşmemiş iki dost gibi musafaha edip kucaklaştılar. Ardından imam odasında oturup uzun uzun hasbihal ettiler. Yeni gelişen durum üzere Hakan Hoca, inşaat işleriyle uğraşan bir dostunu aradı, kendisinde veya bildiği bir inşaatta duvar ustasına ihtiyaç olup olmadığını sordu.
Hakan Hoca’nın:
- İyi güzel, demesi Abdülkerim’i sevindirmişti.
Hakan Hoca telefonu kapatınca, Abdülkerim’e dönüp:
- Allah’a hamd olsun, halettik. Buradan çıkınca vereceğim numarayı ara, gidip şartları konuştuktan sonra inşallah bir problem olmaz yarın işe de başlarsın, dedi. Abdülkerim de:
- Allah’a hamd olsun, dedi.
- Bu arada akşam kalma ile ilgili kafamda bir yer vardı, ama kalmak istersen şantiyede kalacak yer de varmış.
- Yok, hocam, Allah razı olsun, ben şantiyede kalırım, size yük olmak istemem.
- Estağfurullah, kardeşiz.
Abdülkerim, biraz daha Hakan Hoca ile kaldıktan sonra vedalaşıp ayrıldı. Camiden çıkarken Hakan Hoca’nın verdiği telefon numarasını aradı, adresi alıp ona göre minibüse bindi.
Abdülkerim ustabaşı ile anlaşmıştı, ilk etapta 2000 TL alacak, işinden memnun kalınırsa 3000 TL ücret alacaktı.
Abdülkerim, yeni işine de ustabaşına da kısa sürede ısınmıştı. Fazla bir zaman geçmeden ustabaşı ile beraber inşaat tutar olmuştu.
Netice Abdülkerim, işini severek yapmak, helal çalışmak, çalıştığının hakkını vermek ve her ne yaparsan yap en iyisini ortaya koymak gibi hassasiyetlerden dolayı yıldızı parlamış, büyük kazançlar elde etmişti. Öyle ki daha askerliğini yapmamış, gurbet elde bir genç olmasına rağmen Ankara gibi bir yerde bir daire alacak birikime sahip olmuştu.
Bugün mü? Bugün Abdülkerim, Hacı Abdülkerim Bey olmuş, adı sanıyla meşhur bir inşaat firmasının sahibi olarak, onlarca dairenin ve farklı iş alanlarında iş yerlerinin sahibidir.
Not: Bu hikâye gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanmıştır.
Fatih Akman
Editör: Beşir Şavur