tatlidede

Kamu Güvenliği Yasası ile YDG-H “Yasaları” Arasında Kalan Halk

Kamu Güvenliği Yasası ile YDG-H “Yasaları” Arasında Kalan Halk

Kürt coğrafyasında son olarak yaşananlar, deyim yerindeyse halkı iki arada bir derede bırakan cinsten. “Ne oluyorsa, halka oluyor” sözünü doğrulatıyor her şey. 

Halkın bugün yaşadıklarının izini, bir anlamda 6-7-8 Ekim 2014 tarihlerine götürmek mümkün. O zaman da, Kürt coğrafyasında yaşananlar “Kobanê Tepkisi” olarak tarihe geçmiş, üç gün süren olaylarda yaklaşık 50 insanımız yaşamını yitirmişti. Bunun dışında bir çok iş yeri yakılmış ve talan edilmişti adeta.

O zaman yaşananları devlet cephesi “Vandalizm”, Kandil ise genel olarak “soylu serhildanlar” olarak nitelemişti. Değerlendirmeler ne olursa olsun, bölge halkı çok büyük sıkıntılar yaşamış, yaşam felç olmuştu bölgede.

Bütün bunlardan sonra “Devlet Aklı” durum değerlendirmesi yapmış ve Kamu Güvenliği Yasası adı altında bir dizi önlem düşünmeye başladı. İlk olarak bu önlemleri yasalaştırdı ve bu yasayı adım adım uygulamaya başladı. Bu yasa tabi ki başta HDP olmak üzere ana muhalefet partisi olan CHP’nin de tepkisine neden olmuştu; hatta MHP bile bazı “açılardan” hükümetin çıkarmak istediği yasayı eleştirmişti.

Özetle durum bundan ibaretken devlete göre, süren çatışmasızlık ortamından PKK yararlanıyor ve bunu suistimal ediyordu. Yine devlet aklına göre PKK, bölgede belirgin bir üstünlük sağlamıştı. 

İşte bu atmosferde ülke 7 Haziran 2015’te seçime gitti. Bölgede HDP belirgin bir üstünlük elde etti ve adeta iktidar partisi olan AK Partiyi sildi. Bu seçimden AK Parti bölgeden sadece 9 milletvekili çıkarabildi. HDP ise TBMM’ye 80 milletvekili göndermiş ve bu, bütün toplumda barış havasının güçlenmesine neden olmuştu. Hiçbir parti tek başına iktidar olma çoğunluğunu elde edememişti. 

Bu arada Kürt coğrafyasında olaylar sıklaşmaya başladı. HDP binaları bombalanıyor, mitingler bombalanıyor bir yandan. Öbür yandan da asker ve polisler öldürülmeye devam ediyor. Daha önce oluşan Barış İkilimi, yerini kaygılı bekleyişlere bıraktı. 

Çok geçmeden Kürt coğrafyasında Silvan, Yüksekova, Silopi, Cizre, Nusaybin, Diyarbakır Suriçi’nde PKK’ye bağlı gençlik yapılanması olan YDG-H tarafından özyönetimler ilan edilerek bu gibi yerlere asker ve polisin girmemesi için belediyeye ait iş makineleri de kullanılarak hendekler kazılmaya başlandı. Bu durum, gölge halkı için “kabuslu” sürecin başlangıcı anlamına geliyordu.

Buna karşın devlet de bölgede otoritesini güçlendirmek adına, daha önce çıkardığı Kamu Güvenliği Yasasının verdiği yetkilere dayanarak özyönetim ilan edilen yerlere müdahalelerde bulunmaya başladı. Günlerce sürecek olan sokağa çıkma yasakları valilikler tarafından uygulanmaya başlandı. 

Bu arada 24 Temmuz’da Kandil, savaş uçakları tarafından bombalanmaya başlandı. Devletin niyeti psikolojik üstünlük sağlamaktı ve bunu Kandil’e yaptığı saldırılarla somutlaştırdı. Elbette bu operasyonlar da Kamu Güvenliği Yasasına dayandırılıyordu. Yani deyim yerindeyse halk, Kamu Güvenliği Yasasını uygulayan devlet ile özyönetim ilan eden YDGH-H arasında başlayan çatışmalı ortamda sıkışıp kaldı. Günlerce elektrik kesintisi oldu; sağlık sorunları tehlikeli boyutlara vardı. Açlık ve susuzluk yaşandı vs…

Devlet ve hükümet yetkilileri bölgeyi terörden arındırıyoruz diyor, HDP’li vekiller buna karşın hükümeti suçlayarak bölge halkı tehdit altında, Kürt şehirleri kuşatılmış durumda, sivillerin hayatı tehlikede diyor.

Gerçekten bölge halkı ve sivil yaşam tehdit altında. Zira iki gücün çatışmalı durumu söz konusu ve bu süreç hala devam ediyor. 

HDP’li milletvekilleri halkın daha fazla zarar görmemesi için uğraşıyor, çabalıyor. Takdire şayan bir durum. Fakat işleri çok zor; zira yaptıkları açıklamalara bakılırsa devlet yetkililerini eleştirinin ötesinde suçluyorlar ve tepki gösteriyorlar. Ancak hendekler kazımak suretiyle adeta devlet güçlerinin buralara girmesine zemin hazırlayan PKK veya YDG-H’ye hiçbir eleştiri veya tepkileri yok. 

Kanaatimizce HDP’li vekiller bazı analizler yapmak durumundadır. Bölge halkı yüzde 80’in üzerinde oy verdi, bu doğru. Ancak bunu sadece hendek kazıyarak özyönetim ilan etmek için yapmadı. Türkiye’nin tamamında barışın tesisi için oy verildiğini hesaba katmak gerekiyor. Elbette şu anda özyönetim ilanlarına destek veren halkın bir kesimi vardır. Fakat gün geçtikçe yapılanlardan halkın hoşnut olmadığı da dillendirilmeye başlandı. Söz gelimi HDP’nin 80 vekili değerlendirememesi durumu eleştiriliyor. Partinin yetkili organlarında yer alan siyasi aktörler bunu görmeli ve cesaretle dillendirebilmeli, kamuoyu ile paylaşmalı, diye düşünüyoruz. Celal Doğan, Dengir Mir Fırat, Mithat Sancar gibi politik yanlışları rahat görebilen şahsiyetler niçin bir pozisyon almıyorlar? Bu isimler bugün konuşmasa daha ne zaman konuşacaklar? Sadece Altan Tan mı konuşacak? Ya da susturulursa vekiller bunun halka ve barış sürecine ne gibi bir faydası olur?

Leyla Zana, yemin töreninde cumhurbaşkanına bakarak diyor ki “Ji bo aşitiyek bi rûmet û mayinde…”ondan sonra yemin metnini okuyor ve “Türkiye Halkları” diyor. Türk desen, Türkiye desen ne değişecek. Irkçılık kokan sadece Türk kavramı mıydı metinde? Leyla Zana bütün ırkçı kavramlarına bağlı kalacağına dair namusu ve şerefi üzerine and içti diğer vekil arkadaşları gibi. En hafifi Türk kavramı idi, bari onu da söyleseydi…

Mesele bu değil. Leyla Hanım istediği zaman cumhurbaşkanından görüşme talep edebilir ve barışa dair düşüncelerini devletin zirvesine aktarabilir. 1990’lı yıllardaki gibi yollar Kürt vekillere kapalı değildir. Arkadaşları gibi yemin ettikten sonra bu gibi görüşlerini gündeme getirebilirdi. Nitekim HDP adına İdris Balüken yaptığı açıklamada Leyla Hanımın bireysel olarak davrandığını açıkladı. Böylece Leyla Zana bir kez daha yalnızlaştırıldı. Artık Leyla Zana’ya düşen başka bir görev de Kürt siyaseti adına davranan Kandilin de özellikle son yapılan yanlışlarını kamuoyu ile paylaşmak. Yıllardır sadece devletin yaptığı yanlışları söylüyorsunuz yetmiyor demek ki. Türkiyelileşme politikası kapsamında örgütün de yanlışları söylenmeli. Haklıyız ama yanlışımız yok, anlayışı inanın artık iflas etmiştir.

İnanıyoruz ki böyle bir muhasebe yapılırsa HDP karlı çıkar, halklar kazanır, “Büyük İnsanlık” oluşur, barış tesis olur ve bütün bunlarla beraber Kürtler özlenen bir statüye kavuşur.

Aksi durumda bu vebalın bir kısmı yanlışlara göz yuman sizlerin de boynunda. Medyada çıkan haberlere göre, bugüne kadar Silvan’dan 25 bin insan göç etmiştir. Diyarbakır Suriçi boşalmış durumda büyük bir oranda. Bütün bunlardan sonra Cizre ve Nusaybin aynı durumu yaşar gibi. Bakıldığında Kürt coğrafyası insansızlaştırlıyor; Kürdistan Kürtsüzleştiriliyor. İnsanlarımızın yaşam ve kullanım alanları yok ediliyor. 

Hendek kazımak suretiyle elde edilecek bir statü, halkın ödediği ağır bedellerden daha değerli olmasa gerek. 

Sadece devlet ve hükümet suçlanarak hatta sadece cumhurbaşkanına tepki göstererek netice alınmayacağı anlaşılmalı. Başka yaklaşımlar da geliştirilmeli. Saygıyla…


Yorum Yaz