matesis
dedas

Kemalist “Solculuk” veya “Anti-Emperyalist” Yüzsüzlük

Kemalist “Solculuk” veya “Anti-Emperyalist” Yüzsüzlük

KEMALİST “SOLCULUK” veya “ANTİ-EMPERYALİST” YÜZSÜZLÜK

“Anti-emperyalist” söylemle Hatay, İstanbul vb. yerlerde eylemler yaptıklarını iddia eden kimi uçarı “solcu” müsveddelerinin, asıl amaçları, özünde, mazlum Kürt halkının statü kazanmasını ve genelde, mazlum Suriye Arap halkının, zalim bir diktatörlükten kurtulmasını istememekten öteye bir anlamı bulunmamaktır.

O tür “Solcu” müsveddelerinin (özünde “Kemalist” ırkçılarının), Türkçü- ırkçı yüzleri, Irak Saddam savaşında da kendini göstermişti; “Anti-emperyalist” söylemleri kullanmaları, onların yüzsüzlüklerinin sadece bir “sol” maskesidir. Irak’taki telaşları da Kürtlerin statü kazanma endişesiydi. Şükür ki, korktukları da oldu; Irak Federal Devlet oldu, Federal Kürdistan da kuruldu ve adalet kısmen de olsa yerini buldu.

Şimdilerde o tür “solcu”ların tekrar piyasaya arz-ı endam etmeleri, Türkiye’de gündeme gelmiş olan Kürt sorununu çözmeye yönelik barış sürecini, hazmedemeyip,  yeni bir kaos sürecini canlandırmak isteyen uluslararası derin güçlerin maşaları olduklarının bariz bir tezahürüdür. Bu “solcu” müsveddeler, pratikleriyle, Beşşar Esed barbarlığının safında yer aldıklarını bilemezler mi? Bence, yönetici konumda olanlar mutlaka net biliyorlardır. Bunların, Esed sömürgeciliğinin uyguladığı, katliamları, tecavüzleri, diri diri insan yakmaları, sivillere karşı kimyasal silah ve füze kullanımlarını görmezden gelmeleri “sol” değil, nasyonal sosyalist/ faşist gözlük takmış olmalarından olabilir mi acaba? Ne yazık ki, işin gerçeğinin bu olduğu görülüyor. Gözlükleri, diktatörlüğün yaptıklarını saklayan, ama Kürt halkının statü kazanabileceği endişesini gösterebilen bir yapıdadır; gelişen olayları, tam da ideolojik kurgularına uygun fasit bir daire şeklinde göstermektedir.

TC yakın tarihinde, solculuk kisvesi altında, sözüm ona, “anti-emperyalist” söylemlerle mazlumların hak arayışlarının önünü kesmek için, hep derin güçlerin (solcu) maşalığını yaptılar. Yakın tarihte, bunlar, Kürtlerin hak arayışlarında, zulüm sisteminin yanında ve hep derin güçlerin yedekleri konumundaydılar.

Günümüzde ise, nerede Kürtlerin bir hak arayışı olursa, onların önlerini kesmek, statü kazanmalarını engellemek derdine düşüyorlar. Bunun için, değişimden yana olan uluslararası güçlere karşı, “anti-emperyalist” söylemlerle güya mücadele vermek adına, pratikleriyle, Saddam gibi zalim diktatörlerin yedekleri oluyorlar.

Şimdi de, Beşşar Esed diktatörünün yedeği gibi hareket ediyorlar. Allah’tan kimse onlara inanmıyor ve şükür ki sahte söylemleri rağbet görmüyor. Özellikle Kürt halkının çilekeş gençleri bu konuda uyanık ve duyarlı olmalıdırlar; “solculuk” tezgâhına gelmemelidirler.

Solcu olmak, halkların ve mazlumların hak taleplerini karşılayacak mücadelelerde öncülük yapmayı gerektirir. Bu sahte solcular ise, aksine, barışa karşı, mazlumların hak taleplerine karşı olabilmek ve diktatörlerin safında yer alabilmek adına bin bir takla atıp, “anti- emperyalistçilik", söylemleriyle, sözüm ona, “solculuk” oynamaya çalışıyorlar. Elbette ki, bu kadar açık bir yüzsüzlüğe halk inanmayacaktır ve onların oyunlarına gelmeyecektir. Ancak birkaç yüz saf genci, kim bilir hangi taktik yalanlarla zor kandırabiliyorlar. Hedefleri, sadece Kürtlerin statü kazanmasını engellemek oluyor ne yazık ki.

“Kemalist” ırkçılığın perdesiz sahte “solcu” luğu da CHP’de tezahür ediyor. Bu partinin sahte anti-emperyalist söylemlerini, her zaman anti-Kürt olarak okumak gerekiyor. CHP, Başbakan Erdoğan’ nın, Kürt sorununu çözmek amaçlı barış sürecine karşıdır. Oysa tersi olması gerekmez miydi? Dünya literatüründe, barış, demokrasi ve mazlum halkların sorunlarını çözmekten yana olmak, sosyal demokrat/solcuların göreviyken, Türkiye’de, CHP örneğinde bunun tersi uygulamalara tanık oluyoruz.

Yanı başımızdaki Beşşar Esed diktatörlüğünden kaçan Arap halkına, Erdoğan Hükümeti sahip çıkarken ve onları desteklerken; CHP ise, bu halka zulüm eden diktatöre destek veriyor ve onun zulmüne meşruiyet kazandırmak amacıyla da ona heyet yollayabiliyor.  Bu ne yaman çelişkidir ki; asıl solcuların görevini, sağcılar (veya muhafazakâr demokratlar)yürütüyor; sağcı ırkçıların görevin ise, ne yazık ki solcular, en ideolojik tarzda üstlenmiş bulunuyorlar.

CHP lideri, sözüm ona, “Kürt” olduğu halde, bunu hiç itiraf edememekte ve yine “alevi” bir aileden geldiği halde bunu hiç dile getirmediği gibi Kürtlerin ve Alevilerin haklarına çözüm üretecek çözüm sürecine karşı durarak, hep köstek olabilecek bahaneler üretmektedir.

Kılıçdaroğlu’ nun Brüksel ziyaretinde düştüğü acınası düşkün “solculuk” tavrıyla, (Füzelerle, kimyasal silahlarla, bombalamalarla kendi yönetimindeki halkından)120 bin kişinin katledilmesinden doğrudan sorumlu Suriye diktatörü Beşşar Esed ile ülkesinde barış ve çözüm süreciyle, demokratik paketlerle döneme damgasını vuran Başbakan Erdoğan’ı aynı kefeye koyması siyasi bir hezeyan ve diplomatik bir zavallılıktır. Öyle ki, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda’nın net tepkisine ve (ona, Sosyal Demokratlara yaraşır gerçek sol pozisyonun nasıl olması gerektiğini hatırlatırcasına) ders verici protestosuna neden olmuştur. İbreti âlem bir kötü pozisyondur bu!.

Orada, ne yazık ki, Kılıçdaroğlu faşist bir diktatör yandaşı konumuna düşerken; Swoboda ise, demokratik süreci destekleyen gerçek bir solcu pozisyonunda olmuştur. Orada, ne yazık ki, Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan’ı, Esed gibi bir diktatörün seviyesine indirmekten çok, faşist diktatör Beşşar Esed’ ı barış ve demokrasi sürecinin mimarı sayılan Başbakan Erdoğan’ının seviyesine çıkararak adeta o diktatörü aklayıp meşrulaştıran bir rol takınmıştır.

Onun ırkçı partisi CHP de, 1 Mayıs’ larda ve diğer sözüm ona “anti-emperyalist” gösterilerde kendilerine “sosyalist” diyen, en az kendileri gibi sahte solcu olan kimi marjinal örgütlerle aynı mitinglerde, aynı cephelerde boy gösterebiliyor. İşte Türkiye’deki  “solculuk”,  sahte ve gerçek yüzüyle bu alanlarda net görülebiliyor; sahte “anti- emperyalist” söylem (gerçekte Kürtlerin statü kazanması endişesiyle, statü engelleyici anti- Kürt) politikalarıyla dünyadaki diğer sol literatürün tam tersi olan “solcu” bir rol üstlenmektedir.

Türkiye’de gerçek solcuların da, gerçek İslamcıların da, gerçek demokratların da denek taşı, Kürt halkının ulusal hakları söz konusu olduğunda alacakları tavırlarıyla ölçülmelidir. Aldıkları tavırlarıyla, söylemlerinin doğruluğu veya özünde gerçek birer ırkçı (veya “Kemalist” milliyetçi) oldukları kolayca test edilebilir.

Türkiye’de asırlık bir sorun olan Kürt sorununun çözüm sürecine destek olmak, Alevilerin doğal ibadetlerini yapabilmesi ve öğretilerini öğretebilmesi adına, demokratik çözüm isteklerine saygı gösterebilmek için, sadece insana saygıyı temel alan, gerçek birer insan olmak yeterlidir. Onun için, solcuların, İslamcıların ve demokratların kendi sav ve söylemlerinden önce, gerçek birer insan olduklarını göstermeleri, yani insanlık sınavından geçmeleri gerekmektedir.

Kısaca, şu taktiklere karşı uyanık ve duyarlı olmak elzemdir: Solcuların, proletaryanın vatanı yoktur; sosyalizme geçildikten sonra Kürt sorunu dahil tüm halkların sorunları çözülecektir, söylemi ile İslamcıların “dinde milliyetçilik” yoktur, biz ümmetçiyiz; dolayısıyla şeriat geldikten sonra Kürtlerin de sorunu kendiliğinde çözülecektir, söylemi birbirine benzeyen sahtekârlık ve ikiyüzlü birer aymazlık örneği olarak görmek gerekmektedir.

Kürt sorununa çözüm için, kimin ne formülü varsa bugünden söyleyip programlarına almaları gerekmektedir. Sorunların çözümlerini yarınlara öteleyenlerin tüm iddiaları gibi, öteledikleri bu sorunlara çözüm söylemlerini de sahtekârlık ve yalancılık olarak değerlendirmek gerekmektedir. Yani iddialarındaki tüm sıfatlar ve söylemler hükümsüz olup, doğrulukla alakası yoktur.

İçerdeki barış ve demokrasi mücadelesi süreci; Kürt sorunun gerçekçi ve somut koşullara göre çözüm bulması; savaşı, alternatif olmaktan çıkaracak şekilde silahların susması ve silahlı çözüm iddialı yolun terk edilmesi, Alevilerin mezhepsel ve inançsal sorunlarına çözüm bulunması vb. demokratik sürece dahil olacak tüm çabaları desteklemek insanî bir görevdir. İnsanım, diyen herkesin bu sürece destek sunması; destek olamayanların ise en azından köstek de olmaması gerekmektedir.

Öyle ise, bu demokratik süreç, insanlığımızı test edecek bir süreçtir. Her şeye insan temelli bakabilirsek, kaybolmaya yüz tutmuş insanlığımızı da geri kazanmış olacağız. İnsanlığa karşı bir suç teşkil eden “derin devlet” sisteminin yakın tarihiyle -iktidar olarak- yüzleşmek, insanlığımızı geri kazanmanın ilk adımı olarak görebiliriz. Bunu yapmaya cesaret edebilmeliyiz. Korkmaya gerek yoktur, zaten korkunun ecele faydası olmaz. İnsanlığımızı kazanmaya çalışmaktan değil, insanlığımızı yitirmekten korkmalıyız. İnsanlığını kaybedenler, iki dünyasını da kaybeder.

Her hareketimiz ve davranışlarımız, insanlık için olmalıdır. İçerde ve dışarıda insanlık dramlarına karşı insanî bir duyarlılıkla, gerçek bir insan gibi, en doğal tavrımızı koymalıyız. İnsanlığımızı diri tutmalıyız ki, kötülüklere karşı hep birlikte iri olabilelim.

Selam ve sevgiyle kalın.

M.Nazım Güler -23.05.2013
[email protected]

 

Yorumlar

Image
Omeri
23.05.2013 / 11:33

Sayın yazar güzel bir yazı yazmiş. Tebrik ederim. Yalınız bu arada bir şeyi de unutmuş; Türkiye kendisi emperyalist bir ülkedir! Hem de aç olan ve dünya pazarına geç giren emperyalist bir ülkedir. Bütün emperyalizm tanımlarına bakın, Türkiye gerçeğiyle birebir uyuşuyor. Türkiye hem emperyalisttir hem de sömürgecidir. Çakma solcular da anti emperyalizm diye ba bas bağiriyorlar. Bunlar solcu değil aslında milliyetçi ve ırkçıdırlar.

Yorum Yaz