matesis
dedas

Kırıntı/Firdik

Kırıntı/Firdik

“Li wan gundan tu kes neman.

Hemû kes bi cîhekî ve çûn û hemû kes di nava Nakokiyekê de ne..

Li wan gundan tu kes neman,Çivîk bitenê ne,Dar bitenê ne..

Gorên me tazî ne.

Hemû kes bi cîheki ve çûn û hemû kes di nava Nakokiyekê de ne.!”*

Yönetmenliğini Arin İnan Arslan’ın, müziğini Mehmet Atlı’nın yaptığı Kırıntı/Firdik filmi böyle başlıyor. Toprak damlı, çamurla suanmış, pencereleri naylon kaplı, hertarafı dökülen bir evde, sürekli TV izleyen bir baba ve çocuk.  Elleri suratından hiç düşmeyen baba, dönüp dolaşıp evin en değerli siyah beyaz TV sinin önüne oturup, onların dünyasından hayli uzak bazen de çok yakın karelere tutunuyor. Baba dönme esnasındayken, çocuk bağdaş kurup TV’nin önüne çöküyor. Film,  penceresiz, kapısız, günsüz, tam takır beş adımlık odada geçekleşiyor.

Çocuğun gözlerine eşlik ederek izliyorum bende, renksiz TV deki görüntüleri.  Dişleri yeni çıkmış bebeğine en kaliteli süt veren anne nasılda içten gülümsüyor.  Sarışın kadınlar ne çok çıkıyor her reklam arasında, bu kadar güzel kıyafetleri hangi çerçiciden alıyorlar ki! Ayakları hiç üşümez o ayakkabılarla!

Güzelliğiyle ekranı kaplayan kadın, gene aynı şeyleri söylüyor: “UNICEF bildirdi, dünyada her geçen gün açlık artıyor”.

Siyah derili çocukları Tanrı neden bu kadar zayıf yaratmış? Birbirlerinin dilini avuçlayan çocuklar durmadan ağlıyor, ekmeğimi versem susarlar belki!

Ekranda, bir birinin lokmasını çalarak doyan çocukları, kamyonlardan atılan ekmekleri almak için dövüşen insanları gördükçe çocuk, ekmeğini kırıntılayıp TV nin içine atıyor. Sonrası mı sonrası …Renklendik…

Plazma ekranlarda TV lerimiz renklenince, karnımız  tok sırtımız pek uzaktan kumandalı hayatları sahiplendik . Sahi, yardım kamyonlarının etrafında birbirini ezip, çamurdan makarna toplayan insanlarımız bitti mi? Sahi, Afrikalı’nın kolu budu etlenip lop lop kilo aldı da, biz kemiklerini ondan mı saymaz olduk?

Tüm bunlar sahi ise; bu soğukta, yazdan kalma terlikler ile çarşıyı adımlayan anneyi ağlayarak çekiştiren çocuğun ağıtları hangi masalın ninnisi? Kömür madenlerinde karaya çalan ekmekleri boğazlarında kalanlar kim? En gösterişli bedenlere tam oturtmak adına kot pantolan dikerken, taşladıkları kotlarla kefenlenen babaların yaşayamadıkları hayatlar, hangi romanın konusu? Yazarlarına, İsviçre bankalarını dolduracak kadar ödüller kazandıran romanlar hem de.

Canım, biz gelişmekte olan ülkelerin en verimli ekonomisinde büyük büyük adımlarla ilerliyoruz oda bir şeymi. Bu ilerlemeyi yıpratacak ilahiler söyleyip, davul zurna eşliğinde tesbihler çekmenin ne gereği var ki!

Renklenmiş TV lerimizdeki sahiler, kilo verdirmek için uğraştığına göre hayli tok olmalıyız, hayli mutlu, hayli mesut ve bir hayli de gani gani şen.

Tüm bunlar sahi ise, dün markette bebeğine aldığı bir kutu bisküvi, bir kilo sütün parasını denkleştirmek için çantasını delik deşik eden anne hangimizin kurgusuydu! Yüzüne bakmaya yüreğimin olmadığı anne; sağol kusura bakma gerçekten, dediğinde, kezzap misali ciğerlerimi közleyen hangi gerçeği içtiğimi bilemedim.

Tüm sahileri toplasam, o markette gördüğüm annenin toplamı etmez.

9 dakika 5 saniyelik kısa filmle insanlığa haddini bildiren çocuğun kırıntılarını, modern, borsası tavan yapıp, teknolojisi hayli ilerlemiş dünyamız idrak edemez.

Kırıntılardan yarattığımız zenginliklerle ölümsüz dünyanın peşine düştük zira.

Sahi, onca şair ne için var ki! 

Açlık, yoksulluk, aşk haa bir de insanlık namına birkaç şiir yazsınlar. Yazsınlarda kucaklarına uzanıp ninnileriyle avunayım…

Sahileri bol ülkemin şairleri de bol olsun…

Nice şiirlere…

*http://www.youtube.com/watch?v=hdx2GpdLP3c

*Yazıdaki Kürtçe için desteğini esirgemeyen İdris Pamuk’a teşekkürler.

Yorum Yaz