matesis
dedas

Koşar adımlarla barışa

Koşar adımlarla barışa

Bugüne kadar dini bayramlarımız dışında hiçbir bayram ilgimi çekmedi.

Ne devletin resmi olarak dayattığı 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim gibi günler, ne Batı kökenli sevgililer günü, kadınlar günü, anneler-babalar günü,  ne de halkımız arasında var olan ve İslam öncesi dönemden kalan Newroz gibi adetler beni hiç heyecanlandırmadı.

Sosyal medyada takip edenler bilirler, dini bayramlar dışında kutlama mesajları paylaşmışlığım yoktur.

Bunun sebebi milliyet kavramının ve bununla özdeşleşen ritüellerin bana pek oturmamasından ileri gelir.

Elbette ait olduğum bir kavmiyet var; bilenler bilir, baba tarafı Arap, anne tarafı Kürt bir aileden geliyorum.

Ancak aidiyetim bununla sınırlı; birini ötekine üstün görmem.

Diğer tüm milliyetler de benim için öyledir.

Kur’an’daki ifadesiyle bunların varlığının sadece “li taarefu” yani “birbirini tanımakla” sınırlı olduğunu düşünenlerdenim.

Dolayısıyla milliyet kavramı gözümde önemsizdir, bununla ilgili olan her şeyin olduğu gibi.

Evet, Newrozlar, diğer resmi-gayrı resmi gün ve bayramlar benim için önemsiz sıradan günlerdir ama hayatımda ilk kez bir Newroz bayramının bende heyecan uyandırdığını da söylemek istiyorum.

İlk kez bir Newroz gününe heyecan duyarak uyandım.

Temelde bu günün içeriğine olan bakışım değişmemiş olsa da bu Newrozu hepsinden daha farklı kılan bir özellik var benim için.

Aslında bu hepimiz ya da çoğumuz için böyle.

İçine doğduğumuz, sıkıntılarını, acılarını ya bizzat içinde yaşayarak ya da uzaktan hissederek büyüdüğümüz bir sorun için şimdiye dek olmadığı kadar ümit verici bir sürecin en önemli halkasını bir Newroz gününde yaşadık.

Öcalan uzun süredir merakla beklenen açıklamasını sonunda yaptı.

Aslında içeriği herkesçe bilinse veya tahmin edilse de Öcalan tarafından telaffuz edilmesi beklenen adımları bizzat onun kaleme aldığı bir metinle kamuoyuna duyurulması umut dalgalarını daha da büyüttü.

Silahların bırakılması ve örgüt mensuplarının sınır dışına çekilmesi gibi somut adımların yanı sıra, ülkedeki tüm halklar arasında barış ortamının tesis edilmesi arzusunu işleyen mektup da aslında başka önemli ayrıntılar da göze çarpıyor.

1984’de ilk silahlı eylemle başlayan ve nihai hedefi Marksist ideolojide bir Kürdistan devleti kurmak olan bu hareket gelinen noktada artık bağımsız bir devlet hedefini bıraktığını en yetkili ağızdan resmen ilan etmiş oluyor.

Misakı milli sınırları vurgusu her şeyden önce bölünme korkusu ve endişesi taşıyanlara bir mesaj, bu korkuyu pompalayanlara da bir cevap niteliğindedir.

Topluma sürekli bu yönde verilen mesajların artık bir geçerliliği kalmamıştır.

Silahlı mücadele devrinin bittiği ve artık siyasetin konuşması gerektiği yönündeki mesaj da uzun süredir Başbakanın dile getirdiği mesajlarla paralellik gösteriyor.

Silahlı birlikler için, herhangi bir takvim belirtilmemiş olsa da, sınır dışına çekilme mesajı verilmesi; bunun karşılığında hükümetin de operasyonları durdurma iradesi karşılıklı atılmış iyi niyet adımlarıdır.

Önümüzde umut dolu yeni bir süreç var.

Bu günlere gelmemizde katkısı olanları hatırlamadan geçmeyelim.

Bir tarafta, en başta Başbakan Erdoğan var.

Tüm riskleri göze alan, çeşitli dönemlerde yaşanan kesintilere, konjonktürel değişimlere rağmen bu hedeften asla taviz vermeden kararlı bir şekilde süreci yöneten ve bu noktaya gelmesini sağlayan kişidir Başbakan Erdoğan.

Ve sürecin diğer aktörleri.

Açılım sürecinin koordinatörü ve Başbakandan sonraki en yetkili ismi olan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay;

Sürece en büyük katkıyı yapan diğer bir isim de MİT Müsteşarı Hakan Fidan.

Muhalefetin hedef tahtasına koyduğu ve hatta bir dönem yargının bir operasyonuna maruz kalacakken Başbakanın hamlesiyle kurtulan Hakan Fidan da sürecin kilit isimlerinden birisi.

Yine sürecin hukuki zeminini hazırlaması noktasında gösterdiği gayretler ve dirayetle övgüyü hak eden diğer bir isim de Adalet Bakanı Sadullah Ergin.

Diğer yanda, ilk olarak Öcalan’ı saymak gerekir.

Türkiye kamuoyunda Erdoğan’ın üstlendiği rolü kendisi Kürt kamuoyunda üstlendi ve süreci kendi tarafı adına başarıyla götürüyor.

Kandil’den itiraz gelmemesinde rolü olan ve orada liderliğini gösteren Murat Karayılan da örgütün çatlak ses çıkarmamasında önemli bir paya sahip.

Ve BDP.

Bazı mensuplarının beyan ve hareketleri sebebiyle sürecin ağırlığını tam olarak taşıyamıyor görüntüsü verse de sonuç olarak süreçte kritik bir rol üstlendiler.

Eğer yarın kalıcı barış ortamı tesis edilecek olursa bu saydığımız isimlerin katkısını asla unutmamak gerekir.

Oskar ödülleri dağıtılması türü bu bölümü geçtikten sonra bir de inkâr ve red cephesi var.

Türk ve Kürt kanadında barış için söyleyecek sözü olmayanlar süreci engellemek ya da en azından hafife almak için her yola başvuruyorlar, başvuracaklar.

Varlık sebebi Kürt sorunu olan MHP şova başladı, mecliste bayraklı eylemler bunun bir göstergesi.

Ama izledikleri siyaset tutarlı; Kürt sorunu çözülürse MHP diye bir parti de kalmayacak, bunun farkında oldukları için ağızlarına ne gelirse söylüyorlar, söyleyecekler.

Esas tutarsızlık ise CHP’de.

Hem yıllarca Kürt raporları hazırlamakla övüneceksin hem de çözüm için çaba göstermek bir yana engelleme, sabote etme çabası içinde olacaksın, bu durum CHP adına dibe vurmuşluktur.

Ayrıca bir zamanlar insan hakları kahramanlığı yapan Baskın Oran gibi bazı isimler var ki son zamanlarda yaptıkları açıklamalar hayretler verici.

Önce PKK nasıl olur da silah bırakır tarzı açıklamasına son olarak asla barış olmayacağı öngörüsü (veya öngörüsüzlüğü) ile Erdoğan nefretini bir kez daha açığa vuran sözde aydınlar arasında en çok dikkat çeken isim.

2007’de Meclise giremediği için üzülmüştüm, ama şimdi girememesinin ne kadar isabetli olduğunu görüyorum.

Her şey elbette dünkü mesajla bitmedi.

Bir çiçekle elbette bahar gelmez ama o bir çiçek bazen baharın habercisi olur.

Önümüzde hala kat edilmesi gereken önemli bir mesafe var.

Üstelik bu yolun zorlu olacağı belli.

 Ancak artık ok yaydan çıkmıştır.

Bu sürecin geri dönüşü yoktur.

Nefesi yetmeyenler, yarı yolda düşenler veya geri dönenler olacaktır.

Ama o geri dönenler bir daha asla ortalıkta görülmeyecekler, tarihin tozlu rafları arasında yerlerini alacaklardır.

Başlangıçta endişe ve temkinin ağır bastığı süreçle ilgili şimdi umutlarımız artıyor.

İnşaallah bu umutlarımız karşılık bulur ve süreç hayırla neticelenir.   

Aklıma birden Diyarbakır’da bir süre Pariste öldürülen Kürt kadınların cenazesindeki bir pankartta yazılı bir mesaj geldi: 

“Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz”.

 O yüzden ayrıntılara takılmamak, resmin tamamına bakmak gerekir.

Yorum Yaz