tatlidede

Kur’an Hayattır (II)

Kur’an Hayattır (II)

Kur’an, her insanın başucunda bulunması gereken ve hayat bahşeden bir programdır. Müslüman’ın hayat programı olması yanında tüm insanların da hayat programıdır. Çünkü sadece Müslümanlara değil, Müslim-gayrimüslim herkese hitap etmekte ve kendilerine program sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in Ayet-i Kerimesinde, “Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, gönüldekilere bir şifa, müminler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.”  Ayette geçen şifa vahiy ve ilimdir. İnsanlar, bedensel hastalıklarla ilgilenen hekimlere muhtaç olmayabilirler. Ancak ruhi hastalıkların tabiplerine her zaman muhtaçtırlar. Balık için su, beden için hava ne ise, kalp ve ruh için de vahiy odur. İnsanın vahye olan ihtiyacı, balığın suya, gözün ışığa, kulağın sese olan ihtiyacı gibidir. Kur’an-ı Kerim, İslam ümmetinin gücünü, inancını, hayat biçimini ve izzetini almış olduğu kaynaktır. Asla değişmeyen bir sabite, zaaf kabul etmeyen bir güç, eğilmeyen, bükülmeyen, inmeyen bir sancak, sönmeyen bir meşaledir. Kur’an-ı Kerim Müslümanların ruh mektebi, şifa kaynağıdır.

İnsanın kalbini yumuşatmak, alışageldiği inanç ve amelden alıkoymak dağları yürütmekten, kayaları eritmekten daha güç olduğu halde Kur’an kalpleri diriltti, ruhları terbiye etti, onlara hayat verdi. Kur’an-ı Kerim ile iletişim sağlayan milyonlar onunla dirildiler. Necâşî, Hıristiyan bir kraldı, taht ve devlet sahibiydi. Hz. Cafer b. Ebu Talib’den Meryem Sûresi’nden birkaç ayet dinledi, gözyaşlarını tutamadı. Müslümanlar araç gereç yönünden Roma ve İran’dan daha güçlü değillerdi ancak inanç ve moral yönünden onlardan daha güçlüydüler. Farklı olarak onların elinde Kur’an-ı Kerim vardı. Müslümanlar savaş stratejisini Kur’an-ı Kerim’den alıyorlardı, onun emir ve yasaklarına göre hareket ediyorlardı. Onunla nefislerini tezkiye ediyorlar ve onunla savaş hazırlığı yapıyorlardı. Onun ahlakını ortaya koyuyorlardı.

Kur’an olmasaydı Hz. Ömer’i kim tanıyacaktı? Kur’an’la iletişim kurmadan önce o bir deve çobanıydı. Kur’an’la iletişim kurduktan sonra üç milyon km2lik bir devleti idare eder oldu.  Bilal Habeşi copların altında inlemeye, Selman-i Farisi de elden ele dolaşmaya, Halid b. Velid putların karşısında esas duruşta kalmaya devam edecekti. Hz. Hatice’nin vefakârlığı, Hz. Aişe’nin hikmeti, Hz. Sümeyra’nın kahramanlığı, onlardan sonra gelen kuşaktan olmak üzere; Hasan Basri’nin hikmeti, Ebu Hanife’nin dirâyeti, Cüneyd Bağdadi ve Abdulkadir Geylani’nin zühd ve ruhaniyetinin arkasında Kur’an’ın tesiri yatmaktadır. Kur’an, hepsinin ruhlarında, ailelerinde ve toplumlarında büyük inkılâp gerçekleştirdi.

“O Allah ki, ümmilerin arasından kendilerinden olan bir elçi göndermiştir ki, ümmilere Allah’ın âyetlerini okuyor, onların zihinlerini temizliyor ve onlara kitabı ve bilgeliği öğretiyor. Bundan önce ümmiler/Araplar apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlardı.”  Âyet, Kur’an’ın nüzulünden önce, Arap toplumunun bulunduğu sapmayı hatırlatılmakta ve Kur’an’ın hayatı nasıl yeniden inşa ettiğine dikkat çekmektedir. Kur’an, 23 yıllık bir zaman biriminde inmiştir. Âyetler inerken bir topluma da hayat bahş ediyordu. İnsanları inanç, ahlak ve ekonomik yönden eğitiyordu. Allah bir defada Kur’an’ı indirebilirdi. Ancak O, Kur’an’la bir toplum inşa etmeyi hedefliyordu. İnsanların, zihin, düşünce ve inançlarını vahiyle inşa etmek istiyordu. Kur’an, insanların hayatını düzenlemeyi hedefledi, kendilerine şeref ve izzet yollarını gösterdi. “Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şanınız ondadır; hala akıllanmayacak mısınız?”  Sık sık kendilerine ‘ey kullarım, ey iman edenler, ey insanlar’ diye hitap etti, hayat verecek konuları işledi. Aliya İzzet Begoviç şöyle der: “Kur’an edebiyat değil, hayattır, dolayısıyla ona bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakmağa başlanır başlanmaz güçlük ortadan kalkar ve yanlış intibalar da değerini kaybeder. Kur’an’ın yegâne tefsiri hayat olabilir ve bildiğimiz gibi Hz. Muhammed’in hayatı tam buydu.” 

             Kur’an hayata müdahale etmek ve ona yön vermek istemektedir. “Bu kitap/Kur’an Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye layık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.”  Kur’an’ın hayata müdahalesiyle tevhit, irfan ve erdem üzerine kurulan bir medeniyet getirdi. Değerin ırk, bölge ve kanda olmayıp, takvada olduğunu ilan etti. Dünyevileşmenin istilasına uğramış olan insanoğlu kalbini, ruhunu paklayacak formüller sundu. Kur’an eşsiz bir toplum inşa etti. İnsanların özgürlüğü, saygınlığı, haysiyeti ve mülkünün sadece Allah’ın kefalet ve hükmü altında olduğunun bilincinde olan bir toplum inşa etti. Kimsenin zan ile tutuklanmadığı, kimsenin evinin duvarına tırmanılmadığı, kimsenin kimseye tecessüs edemediği, kimsenin kanının heder olmadığı, işlenen suçun misliyle ödettirildiği, her ferdin hukukunun sadece yargıcın iradesine, akrabasının arzusuna, yakının himayesine değil, Allah’ın ahkâmına bağlı olduğu bir toplum inşa etti.

Kısacası Kur’an bize hayat veren, ayakta tutan, değer veren neyimiz varsa hepsi Kur’an’ın sağladığı devlet, bereket ve hayır sayesindedir. Kur’an, bizi cepheden cepheye koşturmuş, moral, sebat ve güç olmuş, sadece ibadetlerimizi değil, tüm hayatımızı kuşatmıştı. İhtilaf halinde hakemdi, onu şahit tutar, doğru ve samimi olacaklarına dair ona el basarlardı. Kur’an dirilişimizdir, hayatımızdır; ruhun ve kalbin diriliş ve hayatıdır. İstibdat, baskı ve despotizm ile yozlaşan toplumlar Kur’an dirilişiyle silkelenir, kendine gelir.

Yorum Yaz