matesis
dedas

Kürt Sorununun Çözümünde Kaçan Fırsatlar: Bu Kez de Kaçar mı?

Kürt Sorununun Çözümünde Kaçan Fırsatlar: Bu Kez de Kaçar mı?

Hep deniliyor ya ‘Türkler ve Kürtler bin yıldır birlikte yaşıyorlar.’  Evet doğru ama bununla beraber bin yıldır da Kürt Sorununu kalıcı bir şekilde Türkler ve Kürtler çözemediler. Ve bir asırdır çözüm ve çözümsüzlük at başı gidiyor, yalancı yumurta ikizleri gibi.

 Günümüzde olduğu gibi bu çözümsüzlüğün Türk egemen sisteminden, Kürtlerin çözüm için oluşan koşulları değerlendirme basiretinden uzak olmalarından ve bu sorunun çözümünü kalıcı olarak istemeyen emperyalist güçlerin bölgeye yönelik politikalarından kaynaklanan nedenleri vardır.

 Halbu ki tarihe bakıldığında Kürt sorununun çözümü koşullarının zaman zaman oluştuğunu görebiliyoruz. Hangi dönemlerde görebiliyoruz? Mesela Anadolu ve Mezopotamya’da Türk egemenlik sisteminin gerek iç gerekse dış koşullardan kaynaklı zayıflandığı konjonktürel durumlarda, eğer dönemin Kürt elitleri gerekli politik basireti gösterebilselerdi, oluşan boşlukta şartları Kürt halkının lehine çevirerek statü elde edebilirlerdi.

 

Ancak ne ilginçtir ki Türk egemenliği sistemi yapısal olarak zaafiyet yaşadığı dönemlerde, Kürt elitleri de bir o kadar zaafiyet yaşamıştır. Birlikte zayıflanmışlar ve birlikte güçlenmişler göreceli olarak, desek abartı olmaz, diye düşünüyoruz. Mesela Anadolu’da 1071 Malazgirt savaşı’ndan sonra kurulan Beylikler Dönemi, Kürtlerin kalıcı bir statü elde edebilme koşulları oluşmuştu. Keza 1243 Kösedağ savaşı’ndan sonra yine benzer bir ortamdan bahs edilebilir. Ancak bu her iki tarihi fırsat kaçırdı.

 Modern zamanlarda da fırsatlar yakalanmış ancak yine değerlendirilememeiştir. Örneğin, Birinci Dünya savaşı’nın hemen bitiminde oluşan tabloda hemen her millet eşit fırsatlara sahiptir. Mevcur egemen sistemler ve emperyal güçler savaşlardan dolayı enerji kaybetmiş, yorgun düşmüşlerdir. Anadolu’da Türk egemen sistemi ikili bir görünümde: Bir yandan bitme noktasına gelmiş bir Osmanlı devleti diğer yandan henüz cumhuriyeti kuramamış Mustafa kemal önderlğinde oluşma sürecinde bir hegemonik yapı. İşte bu manzarada Osmanlı İmparatorluğu Sevr Antlaşmasını(1920) imzalamıştır ve bu antlaşmada Kürtlerin kaderini ilgilendiren 64. Ve 62.madde vardır. Çok büyük bir fırsat! Ne diyor bu maddeler:

62. Madde;  Kürtlerin ağırlıkta olduğu bölgeler, Fırat nehrinin doğusu, Ermeni sınırının güneyi ve Türkiye’nin Suriye ve Mezopotamya sınırlarının kuzeyi’ Kürt bölgesi olarak tanımlanıyor.

 64.Madde ise; Eğer bu antlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonraki bir yıl içinde 62çmaddede tanımlanan bölgede yaşayan Kürt halkı bu bölgedeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye2den ayrılma arzusunu ortaya koyacak bir biçimde Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvurur, bu durumda konsey bu insanların böylesi bir bağımsızlığa ehil olduklarına karar verir ve onlara bu hakkın verilmesini tavsiye ederse, Türkiye, böylesi bir tavsiyeye uymayı, bu bölgeler üzerindeki bütün hak ve yetkilerinden vazgeçmeyi kabul eder…Böylesi bir vazgeçme olduğunda, bugünkü Musul vilayeti de dahil Küdistan’ın bu bölgesinde yaşayan Kürtlerin bağımsız bir Kürt Devleti’ne gönüllü olarak bağlanmalarına İtilaf Güçlerinden hiçbir itiraz gelmeyecektir. (Mc Dowall, A Modern History of the Kurds. Aktaran: David Romano Kürt Dirilişi 2010:52-53)

 Burada Göze çarpan en önemli nokta antlaşmada belirtilen Kürtlerin bu fırsatı en geç bir yıl içinde talepte bulunmaları ve İtilaf Güçlerinin Musul’u da Kürdistan sınırlarına dahil etmeleridir.

 Ne yazık ki bu çok kiymetli fırsat da değerlendirilememiştir ve sonrasında Mustafa kemal ve ekibi adım adım yeni bir otorite kuracaklardır. Kurulan bu otoritede, söylem düzeyinde sadece Kürtlerin yeri olacaktı.

 Bundan sonra Kürt siyasi elitleri Mustafa Kemal’ın cumhuriyetinden hak talebinde bulunacaklardır ancak hiçbir zaman elde edecekleri bir şey olmayacaktır. Bu sefer Kürtlere isyan etmek düşer; yeni türk egemen sistemi de bu isyanları en ağır silahlar kullanmak suretiyle bastırmaya çalışacaktır. Genel anlamda 1920-1940 arası isyanlar ve onların bastırılması şeklinde geçmiştir.

 Aslında şunu vurgulamakta yarar görüyoruz: Anadolu ve Mezopotamya’da Türkler ne zaman zor duruma düştüyse de Kürtler hep yardım eli uzatmıştır. Kürtler de bunun karşılığında Türk egemen güçlerinden haklarının verilmesi beklentisi içine girmiştir. Ama bu beklenti hep boş olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşunda da bu anlamda Kürtler beklenti yaşamamışlardı!

 

Ve Günümüzün Fırsatı: Yine Kaçar mı?

 Yakalanan fırsatları değerlendiremeyen Kürtler, alt yapısına 1980 askeri darbe öncesi başlanan ve 1984’te ‘İlk kurşun’ dedikleri bir eylemle modern zamanların en uzun soluklu isyanı PKK öncülüğünde gelişti. Uzun zamandır Türkiye’yi sadece siyasi olarak değil değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik olarak da çok sıkıntıya sokan PKK önderlikli Kürt isyanı, lideri Abdullah Öcalan’ın yakalandıktan sonra önemli bir kırılma noktası yaşadı. Öcalan, mahkemede yaptığı savunmalarında siyaseten stratejik değişikliklere gittiğini dünyaya duyurdu. Örgütü kurarken ortaya koydukları ‘Bağımsız Kürdistan’ tezinden vazgeçtiğini ve bunun yerinde Demokratik cumhuriyet konseptinde kültürel ve hukuki hakları talep ettiklerini net bir şekilde açıkladı Öcalan.

 Halbu ki yıllardır Türk egemen sistemine karşı gerilla savaşını yürüten PKK, gerçekte devleti zor durumda bırakmıştı ve bu anlamda Kürtlerin statü kazanma fırsatları oluşmuştu, bir çok siyasi çevrelere göre. Ancak örgütün karizmatik lideri böylesi bir politika değişikliği ile kendisine karşa savaştığı sistemi rahatlatmıştı.

 Kürtler bundan sonra ulus-devlet kurma yerine yerine kültürel haklar için mücadele edecekler. Hatta bugün binlerce Kürdün ne olduğu bilmedikleri ‘kanton’ kavramıyla uğraşmaları kafaları iyice karıştırmış durumda. Türkiye’de son iki yıldır devlet ve Öcalan arasında sürdürülen ‘müzakere’ süreciyle ve sürüncemeye bırakılan hedef ve kazanımların muğlaklığı herkesin kafasında kocaman bir ACABA? Oluşturmuş durumda. Zira Kandil’deki örgütün kurmaylarının sık sık ‘Hükümetin oyalamasından’ söz etmeleri ve sürekli hükümete süre tanımaları ortada duran politik muğlaklığı daha da derinleştiriyor sanki.

 Hatta 1993’te PKK’nin yaptığı ilk ateşkeste, Türkiye’ye şunlar öneriliyordu: “Müzakereler yoluyla bir çözüm isteği, PKK yerine Kürt milletvekillerine Kürt halkı adına Ankara ile müzakere yapma izninin verilmesi talebi; Türkiye’nin birliğine saygı gösterileceği, ayrıklıçılığın reddedileceği ve yasal demokratik sürece bağlı kalınacağı bildiriliyordu.” (Aktaran Romano 2010: 87)

 Reel politika koşullarında makul olan PKK liderinin bu talepleri, devlete göre küçülünce, ağırdan alınmaya başlandı. Belki de oyalama politikasının kölerini bu noktaya kadar götürülebilir.

 Dileriz ki bu kez Kürt sorununun kalıcı çözümü için fırsatlar kaçmaz! Türkiye’de yaşayanların bedel ödemeyeceği bir barış toplumu yaratılması dileğiyle…

 

   

Yorum Yaz