matesis
dedas

Kürtçeyi Seçmeli Ders Seçememe Tuzağı ve Süreç

Kürtçeyi Seçmeli Ders Seçememe Tuzağı ve Süreç

KÜRTÇEYİ SEÇMELİ DERS SEÇEMEME TUZAĞI ve SÜREÇ

Bir “Süreç” in karanlık tüneline sokulmuşuz; ne rotası belli, ne de getirisi!… Atılan her bir “demokratik” adım, bir iki adımlık ırkçı tuzak eşliğinde yürüyor sanki. Niyetlerde şüpheler sırıtıyor. Halkın önüne ufaktan kırıntılar atılıp, bir hayale çevrilen “çözüm süreci”, muğlaklaştırılarak, süresi belirsiz bir zamana yayılmaya çalışılıyor.

Hükümete adım at, diyenlerin, vurguladıkları ve sözde talep ettikleri adımların nerdeyse toplamı, çözüm süreciyle pek alakası yoktur. Belki barış süreciyle ilgili olabilir. O da PKK ve silahlı güçleriyle sınırlı olur; Kürtlerin ulusal taleplerini karşılayacak bir tarafı yoktur. Yani, bir devlet talebi yok, (Federasyon, Otonomi, vb.) bir statü isteği yok, bayrak talebi yoktur!..

Anadilde Eğitim, talebi ise, sanki Kürtlerin enerjisini tüketmekten öteye bir anlamı ifade etmeyecek gibi görünüyor. Çünkü taliplerin kendileri, anadil Kürtçeyi öğrenmeye muhtaç iseler; talepleri yerine getirilse bile, hangi eğitim kadrolarıyla anadilde eğitim verebilecekleri, doğrusu merak konusudur. Acaba bunun hazırlığını yapmayı, hiç akıllarından geçirdiler mi? Öncü kadroların, “Kürt aşkı” yoksa ve Türkçe aşkı da tavan yapıyorsa (yani her türlü eğitim, yazışma vb. parti ve örgüt içi çalışmaları Türkçe ile yapılıyor ise) söz konusu talebin inandırıcılığı kalabilir mi?

Önce BDP’ yi Türkiye partisi yapmak istediler; olamayınca, Kemalist Türk solu adaylarını, Kürt oylarıyla meclise taşıdılar. Bu da yetmemiş olacak ki, şimdi HDP (Halkların Demokrasi Partisi) adıyla Kürt halkının oylarıyla Kürtlükten de kopmak istiyorlar sanki. Bu partinin başına da( Eşbaşkan olsa da) bir Kemalist Solcu getirdiler mi tamamdır. Bu girişim de gösteriyor ki, Kürt ulusu için statü istemeyi akıllarında bile geçirmiyorlar. Bu gidişat, Kürt halkı için hayra alamet olabilir mi?

Sıra Kemalizmi güncellemeye mi gelecek? Misakî Millî Komisyonu talebi de zaten varmış. TC çatısı ve Türk bayrağı altında, Türkçe tek resmi dil ile bir “Demokratik Cumhuriyet” serüveni için, 40 bin Kürt gencinin katledilmesine, 3-4 bin Kürt köyünün viran edilmesine, 2-3 milyon Kürdün yerinden edilerek göç ettirilmesine gerek var mıydı? Dahası 30 yıllık kan ve gözyaşına neden olan bir “gerilla” ordusuna veya silahlı mücadeleye gerek var mıydı? Yani varılmak istenen sonuç bu idiyse!.. Neden bütün bu acılar yaşandı ki?

Umarım bu konular, BDP ve PKK tabanında da tartışılıyordur. Yoksa bizlerin, maval okurcasına, konuyu dışardan dillendirmenin, kendileri açısından, hiçbir anlamı ve önemi yoktur. Sanırım etkisi de olmaz; belki bizleri karşıya koyup, söylemlerimizi bir eleştiri yerine bile koymazlar. Çünkü eleştiri ve özeleştiri mekanizması hiç çalışmadı, çalışmıyor ve ne yazık ki bu önemli kriter, hiçbir Kürt örgütünde hala yaşam bulmamış ve gelişememiştir. Yanlışlarımız ve acılarımız da, işte bu yüzde çoğalıyor. Hatalar büyüyor, dertler artıyor ve iç barış gelişemediğinden halk bilinçlenmesi de dumura uğruyor.

Bir harekette eleştiri, neredeyse ihanetle eşdeğer tutuluyorsa, o harekette, demokrasiden bahsedilemez. Demokrasiyi kendi halkına çok gören bir hareketin, kendi düşmanından demokrasi talep etmesi ise, abes ile iştigal olur. Özeleştiri gibi bir erdemliği, kendine fazla gören bir hareket, kendisine diktatörlüğü layık görmüş demektir. Böyle kalmayı uygun gören bir hareket, dünyada kendisini meşru görebilecek bir devlet bulamaz. Kendini, uluslararası diplomasiden de mahrum bırakır.

Mesela, iddia edilen, söz konusu bu süreç, neyin süreci; ya da kimler arasında yürütülüyor bu süreç? Bir demokratik süreç midir bu? Söylemdeki bu demokrasi kimler için olacaktır? Halklar için, özellikle Kürt halkı için demokrasi olacak mıdır? Bu bir “barış” süreci midir; yoksa “çözüm” süreci midir; sürecin adı net olarak belli olmadığı gibi, içeriği de ne yazık ki net değildir. Cemil Bayık bile (gecikmiş olarak) bundan dert yandığına göre, vay ki bizim halimize! Keşke ilk günde bu tepkisini dillendirebilseydi, belki mesaj yerine ulaşırdı ve süreç, daha gerçekçi yöntemlere bürünürdü.

Müzakereler, eşit haklara sahip kimseler (veya taraflar) arasında olur. Yani Apo, Kürt halkının ”Serok” u veya temsilcisi ise (ki Apocuların iddiası budur), onun, üçüncü bir tarafın veya ülkenin gözetiminde, (bir kurumdan ibaret olan MİT ile değil de), en azından bir Türk Başbakanıyla veya Cumhurbaşkanıyla görüşmesi gerekmez miydi?

Üstelik ortalıkta imzalı bir sözleşme, bir belge bile yoktur. Böylece her iki taraf da bol iddiada bulunabiliyor veya iddiaları inkâr edebiliyor. Ortadaki postacı konumundaki BDP, görüşmeye gidecek temsilcilerini bile seçemeyecek kadar, kendine biçilen rolde özgürlükten yoksundur.

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Ramazan Bayramı öncesinde hükümetten Apo’nun bir yeni fotoğrafını,(tabiri caisze) dileniyordu adeta. Eğer hükümet buna izin verirse, Kürt halkına bir bayram hediyesi olurdu, diyordu. Fotoğraf çekinmişler ama, kamuoyuyla paylaşmaları bakanlıkça yasaklanmıştır. Fotoğraf paylaşımı için de izin bekleniyor şimdi. Yani ne kadar da acıklı bir durumdur, değil mi? İki taraflı bir müzakere böyle olabilir mi? Kürt halkına reva görülen bu vaziyet, (bir aşağılanma) bir hakaret değil midir? Böylesi bir durum, bir kazanımmış gibi halka sunulabilir mi?

Süreci pazarlayan iki tarafın TV’lerinde, hamasi nutuklar atma yarışı sürmekteydi. Oysa hiç kimse, gerçekte neler oluyor, neler dönüyor; bilmiyor… Her iki taraf da, süreci ben başlattım, diyor ama; neyi başlatmışlarsa artık?! Gerçekte ise, iki taraf var mıdır; onu da bilmiyoruz. Demeçlerden ve genel olarak konuya yaklaşımlar ile gelişmelere bakıldığında tek tarafın dayatması ile sürecin, zaman yayılarak yürütüldüğü anlaşılıyor. Kim, kimi kandırıyor, bilemiyoruz; ancak biz halkların kandırıldığı pek ala ortadadır.

Kürtçenin ikinci resmi dil olması ve bölgede anadille eğitim hakkının verilmesi en doğal bir hak olması gerekirken, seçmeli ders,  adı altında koca bir saçmalığın ve tuzağın girdabına sokulmuşuz şimdi. Nasıl mı; Kürtlerin kendi dillerini çocukları için “Seçmeli Ders” olarak bile seçemeyeceği bir tuzak kurulmuştur da ondan.

Ortaokullar için Haftalık Seçmeli Ders Tablosu formunda bu sinsi tuzak sırıtıyor adeta. Yaşayan Diller içinde Kürtçeyi seçenler, İngilizce,  vb. eğitimde yaşamsal ve vazgeçilemez bir dili seçemiyorlar. Çünkü seçeneklerin önüne konulan dipnot(**) işaretinin form altındaki açıklamasına baktığımızda; ** ”Yaşayan Diller ve Lehçeler” ile “Yabancı Dil” seçmeli ders çeşitlerinden yalnızca biri seçilebilir. Diğer deyişle, öğrenci iki farklı seçmeli Yabancı Dil veya iki farklı Dil ve Lehçe dersi alamaz, diye açıklanıyor.

Anlaşılan, ya Kürtçeyi seçeceksin veya İngilizceyi; ikisini bir arada seçemezsin. Veli, çocuğuna belki Kürtçeyi evde de öğretebilir, ama İngilizceyi öğretemez. Ancak, İngilizce, lisede, üniversitede ve hatta mezuniyetlerden sonra, iş aramalarında gerekli bir dil olduğu herkesçe bilindiği için, bir Kürt öğrenci velisi, haliyle ve sırf bu nedenle Kürtçeyi seçmekten vaz geçebileceğini hükümet zaten öngördüğü için böyle bir tuzak kuruyor Kürtlere.  

Yani şunu demeğe getiriyor; bakınız, biz Kürtçeyi seçmeli ders haline getirdik, ama kimse onu tercih etmiyor. Bu ince ve sinsi tuzak, tüm Kürt halkına açıkça bir hakarettir.

Hükümetin söylemindeki “kardeşliğin” ne kadar aldatıcı olduğu ve “Yaratılanı severiz Yaradan’ dan ötürü”  söylemi de, Kürtleri  hiç de kapsamadığını ve bu lafların da sadece hamasi nutuk tuzakları olduğu anlaşılıyor.

Kürt halkının önüne atılan kimi “demokratik” kırıntılar bile işte böyle bozuktur, işe yarmıyor ne yazık ki. Yani, tek dil, tek millet, tek bayrak, tek devlet, gibi tekçi zihniyetin kolay kolay terk edilmeyeceği ortadadır Avukatsız halk veya ümmetin yetimi Kürt halkının daha çok çekeceği vardır. Kürtlerin, 40-50 milyonluk nüfusuyla,  sahte sınırları cetvelle çizilmiş Ortadoğu coğrafyasında, bu “tek” lerin her birine ihtiyacı yok mudur? Kürtler, ulus değil midir?

Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını niye kimse dillendirmiyor? Devri geçti (!) diye, “ulus devlet”e karşı olanların, eğer Ortadoğu’da bir düzine yeni devlet ortaya çıktığında (ki senaryoda bunlar var), dönüp Kürt ulusunun yüzüne nasıl bakabilecekler? Her ulusa var olan hak, neden kocaman Kürt ulusuna çok görülüyor? “Birlik ve beraberlik” Kürtler için de şarttır. “Önce Vatan” demek, Kürtlerin de hakkıdır. Artık Kürt ulusunu rencide ediciler, frenlerine basmalıdır; Kürtleri, dilsiz, sağır ve kör sanmasınlar. Kürtleri nereye kadar kandırabileceğinizi sanıyorsunuz? Ki sanıyorsanız, aldanıyorsunuz.

Kürtlere statü, Kürtçeye resmi dil ve anadilde eğitim hakkı verilmeyecekse, sanırım “apocuların” bile, artık Apo’ nun bu türlü misyonunu sorgulayacaklardır ve süreç ya tıkanır veya daha anlamlı bir tarzda açılabilecektir. Belki Apo’nun iradesi ipotek altındadır veya her seferinde ilaç verilerek konuşturuluyordur, diyecekler. İlk yola çıkarken iddia ettiği taleplerden, taa nerelere kadar gerilendi, hala kendilerini kabul ettiremiyorlar çünkü. “Apocular”, kendi liderlerinin her türlü haklarını elbette savunabilirler, ancak bir halk adına karar verme iradesinin, her türlü özgürlükten yoksun, sadece bir kişinin eline bırakılması ne kadar doğru olabilir veya sakıncalı olmaz mı, diye düşünmeye başlarlar belki. Düşünmezlerse de, bu, onların sorunudur. Çünkü Kürt halkı, her şeyi düşünmeye başlamıştır bile.

Onun için, kimse kimseyi kandırmasın; taraflar arasındaki görüşmelerde, her şey şeffaf olmalı, açık belgeli kanıtlar bulunmalı ve arada yansız üçüncü bir tarafın veya bir devletin de bulunması gereklidir. Çünkü böylesine nazik bir konuda, güven, çok önemlidir ve şarttır. Güven olmayacaksa her şey boşunadır; söylemler, talepler, iddialar vb. bütün çabalar anlamsızlaşacaktır.

Her iki taraf da, son derece ciddi, istikrarlı ve halklara güven verici olmak zorundadır. Söylemlerinde ve duruşlarında güvenilir olmalıdır. Bu zamanda kimse cahil değildir; yan çizmelerle, dolaylı sahte söylemlerle, hileli tuzaklarla hiçbir halk kandırılamaz. Hele Kürt halkı hiç kandırılamaz. Aksine, çözüm yerine çözümsüzlük ve barış yerine kaos ortaya çıkar. Böylesi bir ortamı yaratmak için de, bölgede fırsat kollayan ve pusuda bekleyen birçok aktör (devlet) vardır.

Tüm bu yanlışlara fırsat vermemek için, her iki taraf da uyanık, duyarlı ve güven verici olmalıdır ve çözüm üretmede ellerini çabuk tutmalıdır. Böyle olursa, halkların kardeşliği ve gönüllü birlikteliği hiç de zor olmayacaktır. Su uyur düşman uyumaz. Eğer ortada dostluk olacaksa, dosdoğru ve dostça davranışlar görmek istiyoruz.

Selam ve sevgiyle kalın.

M.Nazım Güler -02.10.2013
[email protected]



Yorumlar

Image
mehmet ali er
11.10.2013 / 09:49

siz ne sanıyordubuz ey aklı evvel? ne ulusu? kurdun ne devleti olmuş ki ulus olsun, bırakın bu hayalleri. bırakın bu palavraları. kendini kürt sanan ve müslüman olan ve Yavuz Sultan Süleymandan beri (bir aşiret olan) kişilerin Türklere tabi olan lar hariç diğerleri hep yahudi , ermeni, Yezidi karışımı olan ve emperyalistlerin maşası olan teröristler bu devletin başına musallat olmuşlar. şu anda sözde körtdün hakkını savunanlara bak hep ataistler değil mi? bırakın bu hayalleri.... bakın suriyeye başlarında yezidi biri olduğu halde pyd li teröristler oraya girdi o masum insanlar hep evlerinden oldular...

Yorum Yaz