matesis
dedas

Kürtleri Temsil Sorunu ve Çözüm Sürecine Dair

Kürtleri Temsil Sorunu ve Çözüm Sürecine Dair

Eğer, tüm Türkiye Kürtlerini, İmralı mukimi, tek başına temsil edebiliyorsa; o zaman Kürtlerin 12 Haziran genel seçimine girmesi de anlamsız ve gereksiz olacağı sonucunu beraberinde getirmez mi acaba? Kürt milletvekillerinin vekilliğine de, bu durumda gerek olmaması lazım; sonuçta, tek temsilcileri (Önder) var ve o da sorunu görüşüyormuş işte!.. Ya da, Apo’nun görüştüğü gerçekten devlet olsaydı, mantıken düzen partilerinin, bölgede aday göstermemeleri lazımdı. Tabii, bu görüşmelere, Kürt sorununu çözmek için görüşme, denebilecekse!.. Bu kadar yıllanmış, hatta asırlanmış, son derece çetrefilli bir tarihî ulusal dava, bu kadar basit ve dar bir çözüm biçimine hapsolabilir mi? Benim kafam karışık şahsen.

Devlet ile görüşmeler, üç yıldır yürütülüyor ise, talep edilen şey de “Demokratik Özerklik” ise, o zaman Kürtlerin, kendi “Demokratik Özerk Kürdistan”ında kendilerine özgü parlamentoları için, ayrı bir seçimleri olması gerekmez miydi, iddianın üsul, kural ve prensibi gereği olarak hani?!

Ya da, şöyle sorayım; ulusların kendi kaderini tayın hakkı, ne zamandan beri, sadece tek bir şahsın (hem de “esir” konumundaki bir şahsın) eliyle yürütülebilir olmuştur? Dünya tarihinde bir örneği var mıdır veya olmuş mudur acaba? Haydi, Türk aydınlarının, bilim adamalarının, etkili ve yetkililerinin işine böylesi geliyor (Nasılsa Apo, ellerinde ve kontrol altında diye düşünüyorlar), diyelim; ya Kürt aydınları, bilim adamları, kurum ve kuruluşlarının akilleri nasıl razı kalıyor bu işe, bunu da aklım almıyor işte.

Apo, her görüş öncesi, belki ilaç verilerek yönlendiriliyor (veya belki teslim olmuş) olabilir, diyelim, yani sonuçta o özgür değildir; ya dışarıdakilere ne veriliyor ki, herkes suspus, kör ve sağır rolü oynayabiliyor?! Her etkili ve yetkili Kürdü susturabilecek ve yönlendirebilecek birer dosyası mı var karşı tarafın (Ergenekon veya her kimsenin) elinde?!. Neden herkes iradesiz, öngörüsüz ve fikirsizdir? İmralı kaynaklı iddiasıyla ellerine (doğruluğu şüpheli) her ne veriliyorsa onu okuyorlar; kulaklarına ne üfleniyorsa onu konuşuyorlar. Oynanan bir tiyatro mudur bu; bilmediğimiz bir tezgâh mı var, nedir? Trajikomik bir durum var sanki…

Apo, her defasında, (yarım ağızla bile olsa açılımdan söz eden ve yetersiz de olsa kimi adımları atabilen) Ak Partiyi, olanlardan sorumlu tutarak hedef gösterirken, öte yandan devlet ile görüşüyorum, müzakere aşamasına gelmek üzereyiz, diyorsa, ( TC Hükümete rağmen) görüşmekte olduğu bu devlet, kimin devletidir?!

Apo’nun; “Ama öyle anlaşılıyor ki bunlar insiyatifli değil, AKP'ye belirlediğimiz çözümü kabul ettiremiyorlar, ikna edemiyorlar. Anladığım kadarıyla ne orduya ne AKP'ye burada belirlediğimiz çözümü kabul ettirebiliyorlar.” dediği bu heyet, necidirler veya kimlerin heyetidir?. Üç yıldır sürdürülen görüşmelerdeki bu durum çok garip değil midir?.. Orada belirlenen bir çözüm mü vardır; ordu ve AK Patiye rağmen, orada onunla başka bir heyet mi görüşüyor?! Ergenekon veya başka bir odak mıdır yoksa? Birçok avukat görüşmelerinde Apo; “ Asker beni anlıyor, devlet beni anlıyor; ancak neden sizler( PKK, Kandil ve legal Kürt Partilerini kast ederek), beni anlamıyorsunuz, anlayamıyorsunuz?” diye yakınıyordu.. Hükümet bile onun söylediklerden (Siyaset Akademisi vb.) yararlanıyormuş, ona göre.. Valla ne diyeyim, ben onların hiç birinden, hala anlamış değilim; ne ordu, ne hükümet, ne Apo, ne PKK, ne Kandil, ne de DTP ve BDP gibi legal partilerden anlaşılabiliyor!.. Söylemleri anlaşılır ve istikrarlı olmayanlar, nasıl anlaşılabilir ki?

Görüşmeler, neden Kürt ulusundan gizli yapılıyor ve neden görüşmelerin gündemi kamuoyuna açık değildir? Kürtleri temsil eden kişi belli ( ve tutsak) ise, onun muhatabı olanlar, sözde onunla görüşenler, sıfat olarak kimlerdir ve bunlar, rütbe veya makam olarak kimleri veya neyi temsil ediyorlar; yetki düzeyi ve sınırları nereye kadardır? Görüşmelerin garanti ve güvence dayanağı nedir; belgesi veya sonuç bildirgesi, nasıl resmi ve meşru olabilecektir? Karşıdaki muhatap, TC devleti ise, bu görüşmeler sürecinde yapılan operasyonlar ne anlama geliyor veya neyi ifade ediyor? Silahlar susmadan görüşme olabiliyor muymuş? Bu mümkün mü veya bu yöntem doğru olabilir mi? Ya da, sizler, kimi kandırıyorsunuz?!

En açıkçası; Apo, devletle hangi sıfatla görüşüyor? Kendi halkını temsilen görüşmeye yollanmış özgür bir lider olarak mı; yoksa avukatları ve akrabasıyla görüşebilmesi bile, keyfi veya kerhen izne bağlı ve görüşmeleri de (görüntü, ses, vb. olarak) gizli; görüşmenin içeriği sır ve güvenirliği muallakta; güvencesi muamma olan, bir esir-tutsak kişi olarak mı görüşüyor? O, özgür bir irade ise; silahlı çatışma, kavgalı mücadele, vb. direnişler niçindir; yok, kendisi esir ve iradesi ipotek altında ise, neden Kürt siyasetçileri, Kürt ulusuna rağmen, sadece onu tek muhatap ve tek irade olarak gösteriyorlar sürekli?.. Bu davranış, ona da bir zulüm değil midir? Bir gardiyan ile mahkûmu arasında, eşit olmayan koşullarda nasıl özgürce bir kader görüşmesi yapılabilir; bu dengeli olmayan görüşmeden, nasıl olur da garantisi olabilecek bir anlaşma sonucu çıkabilir? Avukatları, onunla görüşürken bir görüntüsünü bile kamuoyuna sunamazlarken, o tek başına, nasıl bir ulus adına, savaştığı devletle görüşebilecek kadar özgür ve rahat olabilir ki? Benim aklım almıyor…

Böyle konularda, görüşme ve müzakere için normal ve doğru olan yöntem; Kürt halkını temsil edecek ortak bir konsey ( ya da bir Ulusal Kongre), hem Kürt ulusunun hak ve özgürlükleri sorununu çözmek için ve hem de, tutsak liderlerinin (adil yargılanması, sağlık durumu veya özgürlüğü) durumu için görüşebilmesi lazım gerekmez mi? Görüşmeler, iş görüşmesi veya kişisel değildir ki bir tek şahsa indirgensin; eğer savaştan çıkmış iki taraf adına görüşülecekse; güvencesi olan tarafsız bir bölgede; görüşecek iki taraf heyetinin dışında da, başka devlet/ler veya güçlerin tarafsız heyetlerinin hakemliğinde ve şahitliğinde gerçekleşmesi ve görüşmede konuşulan her şeyleri, yazılı olarak kayıt altına alınması gerekmez mi?. Avukat görüşmeleri iddiasına göre, üç yıldır görüşüyorlarmış; neyi görüşüyorlar, bilmiyoruz; görüşmelerin neresinde kaldılar, onu da bilmiyoruz. İyi vallah, merhaba görüşme; operasyonlara devam, silahlı çatışmalara devam, görüşenlere de çay, kahve ve bol selam!.. Ortada bir terslik yok mudur; yoksa ben mi tersten bakıyorum olaya, nedir bu durum?

Apo, yakalandığından bu yana, ürettiği tüm kavramlar, sürekli değişime uğradığı gibi, içerikleri de tartışmaya müsait kavramlar oluyor nedense. Neredeyse daha önce savunulan tüm taleplerden de vazgeçildi; hiçbir eski temel talepleri kalmadı. Dört parçada devlet, söylemi bir yana; tek parçada devlet veya federasyon bile istenmiyor artık. Nedense, Kürt bayrağı bile kullanılmıyor. Ve sanki marketten leblebi vereceklermiş gibi, bana bir devlet verseniz bile, ben, onu kabul etmem; ulusal devlete karşıyım, diyebiliyor. Kim, devlet verebiliyor ki veya o, kendi ulusuna sormadan, tek başına nasıl bir devlet almayı ret edebiliyor ki acaba? Doğrusu, kafam almıyor böyle bir yaklaşımı. Ayrıca, Türkiye üst kimliğine, üniter devlet yapısına, Türkçenin resmi dil oluşuna, Türk bayrağının kapsayıcılığına karşı gelmiyormuş. Geride kalan kırıntılar da, sanırım, silahlı mücadele veya bir savaş gerektirmeyecek denli, sadece demokratik mücadele ile istenebilecek şeyler değil midir?.

Biz mi Apo’yu anlamamıştık, Apo mu çok değişti; yoksa her avukat görüşmesinden önce kendisine ilaç mı veriliyor, nedir, anlamış değilim. Şaşıp kalıyoruz tüm bu olanların karşısında. O, bir tutsak olduğu için, belki onun bu durumu bir dereceye kadar anlaşılabilir; ya dışarıdakilerin, illegal militanlarının ve legal siyasilerin, sadece avukat görüşmelerine dayalı olarak, her yeni gelişme ve hızlı değişimleri tartışmadan, anında kabul edip savunmalarına ne demeli? Belki asıl anlaşılmaz durum budur... Çünkü 12 metrekarelik bir hücrede, 10 kamera altında, fısıltılı bir konuşmanın bile yasak olduğu; yani, her şeyin kayıt ve kontrol altında tutulduğu bir ortamda, avukat görüşmeleri dışında, dışarıya başka bir yoldan bilgi akışı mümkün değilmiş. Şayet mümkün oluyorsa, her şey daha vahim demektir; o zaman tutukluluk hali de, görüşmeler de formalitelerden ibaret bir senaryo sayılır ki, ortada devletten başka, bir taraf’tan söz etmek söz konusu olamaz, değil mi?.

Bu bağlamda, ileri sürülen bazı kavramlar kafaları karıştırıyor; örneğin var olan sistem içinde Türkiye için, (Kürt ulusunu da kapsayacak şekilde) Demokratik Ulus, kavramını ileri sürmek, doğru olabilir mi veya bu kavram bilimsel bir belirleme sayılabilir mi? Birden fazla ulustan bir demokratik ulus nasıl çıkabilir ki? Demokratik ülke (Demokratik yönetim biçimi) olabilir, bu anlaşılır; ancak Demokratik Ulus, demek yanlış olmaz mı?. Tek bir ulus için de bu söylem yanlış olur. Sonuçta bir ulusu meydana getiren sınıflar, tabaka ve katmanların nitel farkları gereği; farklı ideolojilere ve politik eğilimlere sahip oluyorlar. Demokrat, liberal, milliyetçi- yurtsever, ırkçı-faşist, sosyalist-komünist, laik, dindar, ilerici-gerici, tarikatçı-şeriatçı, vb. her türlü ideolojik-politik eğilimleri olan; parti, örgüt, grup, cemaat, tarikat vs.ler olabiliyor. Bu eğilimlerin bir kısmı demokrasi mefhumunu dışlayan niteliktedir. Bu kadar çeşni olabilen ulustan, nasıl bir “demokratik ulus” çıkabilir acaba; ancak bir demokratik yönetim şeklinden söz edilebilir.

Kürtler için ise, “Demokratik Özerklik” kavramı da, hala neyi ifade ettiği muğlak ve içeriği, açıklamalara muhtaç duruyor. Apo, kimi avukat görüşmelerinde, demokratik özerkliğin niteliği, coğrafyaya dayalı olmayacaktır, diyor; başkaları (örneğin, Osman Baydemir); ”Türkiye’ ye demokrasi, Kürdistan’ a demokratik özerklik!”, derken bir Kürt coğrafyası kast edilmiş oluyor.. Bu belirleme veya bu talep, Türkiye Kürtlerinin sorunlarını çözmeye yeterli veya uygun düşer mi, bu da ayrıca sorgulanmaya açık bir durum değil midir?

Anlaşılacağı üzere, Abdullah Öcalan’ nın, dışarıdaki yandaş hiçbir güce, doğru temelde bir talimat verme durumu yoktur ve kimseye irade olabilecek pozisyonu da olamaz; onun bulunduğu tutsaklık durumu ve koşulları gereği bu böyledir. Ancak, ona bağlı ve etkisindeki (PKK, KCK vb.) illegal güçler ile onun fikriyatını savunduğunu iddia eden legal siyasi güçler, ortak bir siyasi insiyatif ve Apo’dan bağımsız olacak kendi iradelerini oluşturabilirlerse, Kürt halkına da, kendilerine de ve Apo’ya da daha yararlı olabilir sanırım. Çünkü Apo, her şeyden önce özgür değildir; belki de kendi iradesiyle konuşamıyor da… Net ve kesin bir bilgi yoktur ki..

Bir ulusun( Kürtlerin), kendi kaderi hakkında, kendisi adına söz söyleme hakkı olmayacak mı; fikri sorulmayacak mıdır? Kürt Ulusunu oluşturan sınıflar, partiler, siyasi örgütler, kurumlar, kanaat önderi şahsiyetler, sivil toplum örgütleri, cemaatler, çocuklarını kurban vermiş aileler, bu davadan tutuklu olanlar vs. lerin görüş, düşünce ve talepleri sorulmayacak mı; bunların hiçbiri dikkate alınmayacak mıdır? Bir ulusun, Ulusal Kongresi vb. oluşmadan, o ulusun, bir ulusal iradesinden bahsedilebilir mi? Görüşmelerin başında söz sahibi olmayanların; sonunda, yönetimde hak sahibi olabilmesi mümkün olabilir mi? Yapmacık bir 2. Lozan mı tezgâhlanıyor, nedir? Olaya, sanki bir oyunmuş gibi mi bakılıyor? Haydi hayırlısı mı, diyelim ve süreci dikkatlice izlemeye devam mı edelim?.

Sanki hiç kimse doğru rolde değilmiş gibi; herkes ateşe körükle yaklaşıyormuş gibi.. Çözüme, ciddi anlamda gerçekçi ve doğru yaklaşan kimse yok sanki; anlaşılan, bu nazik süreçte herkes, kendi menfi politikalarına kurban etmek amaçlı olarak, her şeyi kullanmak istiyor pragmatistçe… Barış dilini kullanmak kimsenin aklına gelmiyor mu; bu mevcut yol ve yöntemler, bizleri ancak bir çıkmaza sürükleyebilir..

Türkiye, sözde, Ortadoğu’da, özellikle Kürdistan parçalarının olduğu diğer ülkelere göre, kurumları ve yapısıyla en demokratik (!) ülke konumunda olduğu iddia ediliyor ve öyle varsayılıyor… Varsın, öyle olduğunu biz de kabul edelim. Buna göre Kürt sorunu, Türkiye’de, diğer ilgili ülkelere göre, daha hızlı, daha pratik, daha demokratik bir şekilde çözüm yoluna girmesi ve daha hızlı bir gelişme kaydetmesi gerekmez miydi? Nasıl oluyor peki; şimdi tam tersi bir süreç yaşanmıyor mu burada? Kürt açılımı, döküldü, etrafa saçıldı; seçim sonrasına atıldı ve şimdiden akibeti meçhul görünmüyor mu?… İleri ve demokratik bir devletin tutumu ve duruşu böyle mi olmalıydı?

Başbakan, Muş’taki konuşmasında, yine çılgınca; “Tek millet, tek bayrak, tek dil, tek devlet” diyor. Kürt sorununu kafasında bitirmiş; sadece “Kürt kardeşlerinin sorunu var” mış dercesine indirgemiş; ama bilmiyorlar mı ki, Kürt milleti, başkasına ait olanları değil, kendisine ait olanları istiyor; kendi doğal ve ulusal haklarını istiyor sadece. Açılımda, böyle kadükleştirmek gibi bir niyet ortaya çıkarsa; “Yeni Anayasa” fikrindeki “yeni” sıfatı üzerinde de kuşku yaratılacaktır. Malum, mevcut anayasa yerine faşist bir anayasa da yapılırsa, sıfatına “yeni” denebilecek... Her “yeni”nin, eskisinden daha ileri olacağı anlamı da çıkmamalı.. O, “yeni” denilen anayasanın taslağını şimdiden görmeden, ona umutla değil, kuşkuyla bakmak durumundayız artık.

Kardeşlik kavramı, böyle riyakârca kullanılmaya devam edilirse; Kürtler, en çok bu kavramı kullanandan çekinir hale gelecektir; çünkü Kürtleri kandırmak isteyenler, hep böyle “biz kardeşiz” diye sözlerine başlıyorlar... Bu plan artık tutmaz, bu zokayı yutacak kadar saf Kürd kalmadı ki.. Doğru ve dobra olalım; kafanızda Kürt sorununu çözmeye dair, bir plan var mı, yok mu? Korkarım ki, yüreğinizde bile, buna bir niyet de yoktur. Hal böyle ise, sanırım, bundan daha felaket bir çılgınlık da olamaz. Bu gidişle, sonuçta herkes birlikte çıldıracaktır. Kim ne ederse, kendine eder hesabı...

Unutmayalım ki, oyuncular, sizlerden ibaret değildir. Derinden gürleyen dev bir dalga var; Irak’tan başladı, Tunus, Mısır, Libya ve hızla Suriye güzergâhında ilerliyor. Bu dev dalga, size gelinceye kadar, başınızda bir Tsunamiye dönüşmesini istemiyorsanız, ülkenin ve halkların ortak çıkarı adına sorumluluğunuzu doğru üstlenin ve gereken demokratik düzenlemeler, her neyi gerektiriyorsa onu acilen yapın. Yoksa, sonra geç kalmış olabilirsiniz.

İşte, Federal Irak’ taki Federal Kürdistan, tam anlamıyla özgür ve gayet demokratik bir devlet gibi duruyor; pek yakında, Suriye’de de, özerk veya federal bir Kürdistan daha oluşursa ve ihtimaldir ki, ardından İran’ nın Federal Kürdistan’ı da, benzer bir şekilde oluşuverirse; tüm oralardaki Kürtlerin toplamı kadar nüfusa ve daha fazlasına sahip olan (sözde, daha demokratik(!) bir ortamda yaşadıkları iddia edilen) Türkiye Kürtleri, o parçalar için çekim merkezi olabilir mi bu haliyle? Ya da, aktörlerin (T. Erdoğan, Apo ve onunla görüşenler her kimlerse), Türkiye Kürtlerine sunmayı vaat edip de bir türlü gerçekleştiremediği ve gönülsüz davrandığı açılımlarının bir cazibesi şu anda bile yoktur ki, yarın tüm bu gelişmeler vuku bulunca cazibesi olabilsin?!. Demokratik Cumhuriyet de, Demokratik Ulus da, Demokratik Özerklik de, talep ve vaat olarak, yarın boş birer kavramdan ibaret kalacağı bugünden bellidir.

Kurnazlık düşünen aktörler, siz; “Kürt Açılımı”, ardından “Milli Birlik ve Kardeşlik” projesine gerilediniz; şimdi de Kürt sorunu yoktur; Kürt kardeşlerimin(!) sorunları vardır, vb. diyerek kendi halklarınızı uyutup oyalayalım derken; korkarım ki, siz, kendinizi boşu boşuna oyalayıp duruyorsunuz aslında. Bölgemizde gelişen ve sizlere doğru hızla gelen dış destekli manyetik toplumsal ve demokratik dalgalara kapılarak silinip gidebilirsiniz bu gidişle... Asıl sorunumuz, yönetim (sizlik) sorununa dönüşmüyor mu acaba?

Yani, pek yakında, ister ona daha fazla ilaç verin veya teslim alın, Apo dahi, Türkiye Kürtlerine, en azından, Federasyon istemini dillendirmezse, kendi tabanı karşısında bile yalnızlaşabileceğine inanıyorum, görülen budur. Çünkü, şu anda Apo, T. Erdoğan ve tüm diğer siyasî aktörlerin bölgedeki tabanları, kendilerini çoktan katbekat aşmış durumdalar ve daha ileri bir çözüme odaklanmış huzursuzluk içinde fokurduyorlardır. Yakında homurdayabilirler de.. Mevcut aktörler, bu gidişle, önder olayım derlerken, engel durumuna düşebileceklerdir ki; halklar, her zaman önlerindeki engelleri aşmayı bilirler; bunu unutmadan akılda tutmakta fayda vardır.

Onun için, çözüm önerilerinizi, elinizde fazla tutmayın; vaatlerinizi, ağzınızda fazla eveleyip gevelemeyin; bölge, hızlı gelişmelere gebe ve her an kucağınıza yepyeni devlet/leri, emr-i vaki bir şekilde düşürebilir. Feleğinizi şaşarsınız ve sığınacak bir liman bile bulamayabilirsiniz o zaman.

Asıl ve temel proje( Kürt sorunu), önünüzde duruyorken ve siz, onun içini boşaltmak adına, ona karşı, kör ve sağır rolü oynayıp, zamanı ayarlanmış “Çılgın Proje” havalarıyla gündem saptırırsanız; komşuda gelişebilecek bir çılgınlıkla, kendiniz de aniden çılgına dönüverirsiniz; nutkunuz tutulur, şok olursunuz. Onun için, tarihin ileriye doğru giden akışına ve hızına ayak uydurun ki, çözüm yolundaki kaplumbağa hızınızla geride kalarak, tarihin çarkları arasında kırıntı durumuna düşmeyesiniz.

Bölgenizi ve çevrenizi görmezden gelip sorunlarınızı kendiniz çözmezseniz, sorunlar, sizi çözer ve çözüme, başka aktörlerin eli de karışacaktır; sonra kimse şaşırmamalıdır. Hal ve tavrınız bu ise, sonucu görmek için kılavuz da gerekmiyor.

Umarım ki, ülkemizde, bölgemizde, tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ülkelerin ve halklarının tüm sorunları, kansız, barışçıl, demokratik, eşit ve özgürlükçü yollarla hal olur da, bölgeye, huzur ve refah tez hâkim olabilsin. Selam ve sevgiyle kalın.

Yorumlar

Image
mehdi demirci
13.05.2011 / 17:24

hocam bence siz bu adamlara cevap vermeyin. çünkü niçin yazdıkalrını çok iyi biliyoruz. adamlar hali ile meyve veren ağacı taşlayacaklar.<br>gerçeklerin önüne geçemeyince çamur at izi kalsın mantığı ile hareket ediyorlar...<br>elinize yüreğinize sağlık

Image
M.Nazım Güler
13.05.2011 / 13:43

Selahattin Bey,<br>Yazımı okuyarak ve duyarlı bir mesajla böyle güzel bir yorumlamada bulunarak gösterdiğiniz çaba için size teşekkür ederim. Gözlerinize, yüreğinize sağlık. <br>Kendi adıma, hisse çıkardığımı bilmenizi isterim. Darısı, başkaların başına...<br>Selam ve sevgiyle kalın.

Image
M.Nazım Güler
13.05.2011 / 13:33

Murat Bey, <br>Böyle vebal almak yerine, önce bir araştırsaydınız ve en azından bir delili/kaynağı elde edince bu iddiayı ortaya atsaydınız daha dürüstçe bir davranış olmayacak mıydı sizce? Unutkanlıkla malul iseniz; google gibi engin bir arama ve yardım olanağı, (bir tık) yakınınızda ve elinizin altında duruyorken, iddianızı araştırmaktan üşenip, tespit yerine, çamur atmayı yeğlemişsiniz. Beni, emek hırsızlığıyla suçladığınızın farkında mısınız acaba? Ya da, neden bana iftirada bulunuyorsunuz; böyle bir hastalık veya böyle bir saplantınız mı vardır, sebebi nedir?<br><br>Yoksa; iftiradan kaçınmak, günah almamak, vebal almamak, kişilik haklarına saygılı olmak, dürüst ve objektif olmak, vb. gibi güzel hasletler edinmekle topluma yararlı olmak, umurunuzda olmayan değerler midir? Bilerek veya bilmeyerek, fitne, garez, haset, çekememezlik, vb. saplantılarla, toplumumuzun güzel hasetlerini, dejenere etmek isteyen ciğeri beş para etmeyenlere, yani toplumun kişiliksiz tortularına hizmet sunmak veya ( varsa) öylelerine maşa olmak, kişiliğinize bir katkı sağlamayacağını bilmenizi isterim.<br><br>Ben, bu yazımda, sizin ideolojinize ters düşüyor olabilir veya size göre karşıt ideolojilere denk düşüyor olabilirim; siz de, varsa, kendi ilkeleriniz doğrultusunda eleştirinizi yazabilirdiniz; ancak çamur at, izi kalır, mantığı hiç de etik değildir. Kimseye de yararı olmaz.<br><br>Murat Bey, sizi, iddianızı ispata çağırıyorum veya iftiranızı, nedenleriyle itiraf etmenizi istiyorum; yoksa iftiranız, sıfatınız ve şöhretiniz olacaktır. Sizinle tanışıyor muyuz, bilemiyorum; eğer iddianızla ilgili kaynak gösterirseniz, konuya açıklık getirmek kolaylaşacaktır.<br><br>Müfterilerin yaptıkları, yanlarına kâr kalmaması adına, bu açıklamayı ve bu çağrıyı gerekli gördüm. Eleştirmenin de, yorum yazmanın da bir adabı ve kuralı olmalıdır; amacımız, yazılardaki olası yanlışları düzeltmek veya eksik kalan yanlarına açıklık getirmeğe çalışarak, okuyucuya yardım olmalıdır. Yazarlara hakaret etmek ve sizlerle paylaşım için onların harcadığı emeğe saygısızlık; ne bir eleştiridir, ne bir yorumdur; okuyucunun değerli zamanını çalmaktan başka, yazıya bir katkısı da olmaz.<br><br>Değerli okuyucularımız da, bu yazımın her paragrafını google&#8217; den taratabilirler. 02 Mayıs&#8217;ta kendi şahsi sitem Mnazim.com ve İzedebiyat.com&#8217; da kendi elimle yayınlamışım ve ( teknik nedenlerle biraz gecikerek) 05 Mayıs&#8217;ta Kiziltepeekpres.com ve aynı gün Madinlife.com sitelerinin değerli editörlerine sunmuşum. Bunların dışında, benim yazımdan alıntı alan/lar olmuş mudur, tespitim olmadığından şimdilik bilemiyorum. Yazılarımı, kendi sitelerinde veya ( alıntı yaparak) kendi yazılarında paylaşmak isteyenlere de yasak koymuş değilim. Ayrıca, ben de, başka bir kaynaktan bir paragraf (veya veciz bir söz dahi olsa) bir alıntı alırsam, onu, tırnak içine alır veya kaynağını belirtirim her zaman. Çünkü, emeğe saygı, daima esas olmalıdır herkes için. Selam ve sevgiyle kalın.

Image
MURAT
09.05.2011 / 23:25

Bu yazarn köşe yazısını sanki başka değişik bir yazarın kaleminden okumuştum.Acaba o yazardan alıntılar yaparak mı yazıyı genişletmiş.Bilemiyorum ben bu yazının aynısını kelime kelimesine başka isimde yazan bir şahısı hatırlıyor gibiyim.neyse kim ne yazıyorsa yazsın bana dert değil.yinede güzel yönleri var yazının

Image
selahattin
07.05.2011 / 22:37

... Umarım herkese birer hisse çıkar bu yazıdan. Nazım hocaya da tabii

Yorum Yaz