diorex
sampiyon

Kutsallaştırılan savaş ve değersizleştirilen barış

Kutsallaştırılan savaş ve değersizleştirilen barış

Sanırım bu bayram son yıllarda geçirdiğimiz en acı ve kanlı bayramlardan birisi oldu.

Her bayram trafik kazalarıyla yaşanılan ölümlere alışan Türkiye, bu bayram trafik kazalarındaki ölümlerden farklı olarak gitgide tırmanan şiddet eksenli kayıplarıyla karşıladı bayramı.

Kürt sorunu çözümsüzlüğe doğru gittikçe ölümler de iyice artış göstermeye başladı.

Oslo süreci gibi bir dönemi yaşadığımıza bugün artık kimse inanmıyor, çoktan uzaklaşıp gitti o günler.

PKK’nin birdenbire şiddete yönelmesiyle rafa kalkan Oslo süreci şimdilerde bir masal gibi geliyor dinleyenlere.

PKK şiddete yönelince devlet de “şiddetse al sana şiddet” dercesine politikalarını daha da sertleştirme yoluna gitti.

Şimdilerde karşılıklı diyalog, açılım ve müzakere kavramlarının yerini, baskın, operasyon ve ölüm kelimeleri aldı.

Adeta şiddet kutsallaştırıldı, barış ve diyalog değersizleştirildi, rafa kaldırıldı.

Müzakere sürecinde önemli bir rol üstlenebilecek olan Öcalan ise İmralı’da adeta unutulup gitti.

Örgüt ve sempatizan kesimler üzerinde etkisi bilinen Öcalan bu süreçte mutlaka devreye alınmalıydı.

Aslında şiddetin bu kadar tırmanmasında Suriye ve İran faktörlerini de göz ardı etmemek lazım.

Katil Suriye rejiminin Türkiye ile ilişkileri kötüleştiğinden beri şiddetin bu denli artmış olması sadece tesadüf ile açıklanabilir mi?

Bunun tesadüf olduğuna inanmak için ya çok saf ya da bölge gerçeklerinden bihaber olmak gerekir.

Özellikle Gaziantep’te yaşanan ve tamamen sivilleri hedef alan terör eyleminin PKK ve Suriye işbirliğinde düzenlendiğine kuşku yok.

Nitekim İran’lı bazı politikacıların Antep saldırısını “Suriye rejimiyle ilişkilerin kötüleşmesinin bedeli” olarak nitelendirmeleri bunun bir kanıtı.

Her ne kadar PKK saldırıyı üstlenmemiş bile olsa, daha önce de inkâr ettiği pek çok eylemin arkasında oldukları sonradan ortaya çıktığı için bu eylemin içinde yer almaları çok güçlü bir ihtimal.

Örgütün bu eylemin bizzat planlayıcısı olmasa bile taşeronu olarak içinde yer aldığı muhakkak.

Suriye’deki iç karışıklıklar sona ermediği ve katil Baas rejimi alaşağı edilmediği sürece bu tür saldırıların giderek artması muhtemeldir.

PKK’nın son saldırılarında kendisi de Nurşin’li bir Kürt olan ve gönüllü olarak depremzedeleri korumak üzere Van’a gelen bir polis ile bir bayram akşamını aileleriyle dışarıda karşılamak isteyen 4’ü çocuk 9 Antepli vatandaş hayatını kaybetti.

PKK son dönemlerde yeni işverenin siparişleri doğrultusunda eylemlere girişiyor.

Bu meseleyi daha fazla ölüm ve operasyonla, baskınla çözmenin mümkün olmadığı çok açık.

Kısa bir süre öncesine kadar Şemdinli kırsalında yaklaşık 20 gün süren operasyonlarda resmi açıklamalara göre 100’ün üzerinde PKK mensubunun öldürüldüğü bildirildi.

O günden bu yana güvenlik güçleri de pek çok kayıp verdi.

Son Gaziantep saldırısında yine birçok vatandaşımız hayatını kaybetti.

Ramazan ayı ve bayram süresince Türk veya Kürt, yüzlerce ailenin evine ateş düştü.

Girilen bu yol çıkmaz bir sokaktır.

Yapılması gereken çok açık ve nettir.

Öncelikle PKK saldırılarına son vererek tıpkı 1999’da yaptığı gibi güçlerini sınır ötesine çekeceğini açıklamalıdır.

Daha sonra devlet de, tıpkı Başbakan Erdoğan’ın “silah bırakırlarsa operasyonlar da sona erer” açıklaması paralelinde operasyonları bitirir.

Silahlar sustuktan sonra politikacıların konuşması daha kolay olacaktır.

Ancak Kürt halkı adına kim konuşacaktır?

PKK izin vermeden adeta nefes bile alamayan ve son PKK buluşmasında elinde silah tutanlara karşı hayranlıkları gözlerinden okunan BDP Kürt halkını tam manasıyla temsil edebilir mi?

Kan ve gözyaşının aktığı bir dönemde milletin adeta gözüne sokarcasına silahlı güçlerle kucaklaşmanın adı olsa olsa provokasyon olabilir.

Demokratik özerklik adı altında totaliter bir yönetim özlemi içinde olanlar halkın demokratik meşru taleplerini ne derece savunabilir?

BDP’nin PKK ile yakın olması, hatta onları siyaseten temsil etmesi olağan bir durumdur.

Nitekim İngiltere’de Sinn Fein Partisi IRA’nın, İspanya’da Hery Batasuna partisi de ETA’nın siyasi uzantısı olarak faaliyet göstermektedir.

Ancak bu partiler, BDP’den farklı olarak, temsil ettikleri örgütler adına konuşabilmişler, yine bu örgütleri kendi belirdikleri politikalar doğrultusunda hareket etmeye adeta zorlamışlardır.

Bizde ise tam tersi bir durum var.

Yukarıda da belirttiğim gibi BDP nefes bile alamıyor PKK izin vermeden.

PKK sınır ötesine çekilip devlet de operasyonları sona erdirdikten sonra “konuşma” sürecine geçilebilecektir.

Bu süreçte BDP yerine doğrudan halkla diyalog kurulması daha gerçekçi olacaktır.

Çünkü şiddeti bu kadar kutsallaştıran bir anlayışla şiddetin sona ermesi için konuşmak mümkün olmayacaktır.

Yine giderek bir yılan hikâyesine dönen ve seçimlerin üzerinden bir yıldan uzun bir süre geçmesine rağmen hala ortalıkta görünmeyen yeni anayasa da bu sorunun çözümünü sağlayacak şekilde özgürlükçü bir metin içermelidir.

Silahlar bu sorunu çözmez, çözemez.

Eğer öyle olsaydı PKK ile en ağır silahlı mücadelenin yapıldığı 90’lı yıllarda bu sorun çözülmüş olurdu.

Türkiye kendi iç sorunlarını çözmediği sürece sorun yaşadığı her ülkenin bu sorunları kullanabileceğini daha önceki yazımda belirtmiştim.

Suriye konusundaki haklı pozisyonu maalesef Türkiye’nin başını ağrıtmaya devam edecek gibi görünüyor.

Ta ki kendi iç sorunlarını çözünceye kadar.

Yorum Yaz