matesis
dedas

Maraş’ın Soğuğunda Üşümek

Maraş’ın Soğuğunda Üşümek

Gözümüz gibi saklamıştık hal bu ki..

Kırık sandalyeyi mıh gibi çivilerle derme çatma onarmayı; büyüğün ayaklarına dar gelen ayakkabıları küçük kardeşe giydirmeyi de biliyorduk. Söylemeyin diyorduk, hiç kimseye söylemeyin. Sövseler de dövseler de söylemeyin. Anlaşılan o ki çocuklarımızdan bile saklamıştık her şeyi… Bir defasında kızım okuldan dönmüş “ bu aleviler ne kadar kötü insanlar” demişti; eklemişti “öğretmenim Alevilerin elinden hiçbir şey yenilmez,” diye eklemişti. Boğazıma bir yumruk gibi otursa da yine de susmuştum, söylememiştim. Kötü bilsin ama kızım yaşasın istemiştim. Bir neden olur da kıvılcım almasından korkmuştum.
Kerpiç evlerin don tutmuş tavanının ahşabında, yamalı kilim, soğuk beton, karın tokluğuna yaşarken, susarken ve Pir’lerimizin yolunda giderken bu kadarına da razıyız diyorduk.
Evlerin kapılarına kırmızı boya ile X işareti çizilirken de hadi canım diyorduk. Bakmayın bu işaretlere, insan, insana yapmaz diyorduk. Cami hoparlörlerinden “köklerini kazıyın” diye cızırtılı sesler çıktığında, cami avlularında, mahallemize yakın meydanlarda insanlar toplandığında da öyle biliyorduk, öyle öğrenmiştik, öyle yaşıyorduk; bin yıllardır, “insana, hayvana, doğaya saygı duyun” demişti Dede’ler.

Yapmazlar diyorduk; boğum boğum parmaklara sahip çocuklarımıza kıyamazlar diyorduk; o çocuklara, kışın yoksulluğunda akşama ne pişireceğini düşünmekten başka dünya ile alakası olmayan annelere de kıyamazlar diyorduk; kunt sessizliğinde varlıkları yoklukları belli olmayan, şalvarlarının rengiyle aynı olan beş köşe şapkalı, bıyıkları pala, dedelere sonra da feslerinin üzerine eşarp bağlayan ninelere de ne yapabilirler ki diye düşünüyorduk.

Bunların hepsini diyorduk ama bir yandan da sahile vuran dalgalar gibi giderek çekiliyorduk; giderek sığınaklar hazırlıyorduk; bodrum katlarına iniyorduk, kendimizce kurdun kuşun aklına gelmeyecek yöntemlerle saklanma provaları yapıyorduk. İçe doğru bir göç de yaşıyorduk aynı zamanda, kardeşler, kardeş çocukları, akrabalar bir arada toplanmaya çalışıyorduk.

Mahallenin girişinde bulunan ilk evlere mermiler saplandığında da, kalabalık bir güruh naralar attığında da bir insan bir insana yapmaz diyorduk. X’li kapılar kırıldığında, “militarist postallarla,” yamalı da olsa tertemiz kilimlere basıldığında da yapmazlar diyorduk. Çocuklar ağladığında, kadınlar çığlık attığında, evlerin bacalarından değil de pencerelerinden dumanlar yükseldiğin de yapmazlar diyorduk.
Tek atımlık mermilerin sesinden sonra çocukların sesi susturulduğunda; bir nöbeti devreder gibi ince sırıtışlarla dışarı çıkıp, bir sonraki arkadaşlarını kirli postallarla evin içine gönderirken, kadınların kriz nöbetlerine girmelerinde de bir insan, bir insana bunu yapmaz diyordum.

Oturma odasının- ki ev tek odalıydı- yüklük kısmından, bir merdivenle inilen, üzeri metal kapaklı sığınakta, sessizce dururken, yukarıda gezinen ayak sesleri duymasın diye çıt çıkarmıyorduk. Küfürlerinde kadınların mahrem yerleri geçtiğinde de sesimizi çıkarmıyorduk. Gramafonlu radyonun üzerindeki oya işlemeli örtüyü yere attıklarında da sesimizi çıkarmıyorduk; duvardaki Ali’nin resmini yere çaldıklarında da…

İşlerine yarayacak tüm eşyaları dışarı çıkardıklarında da, sonra evi ateşe verdiklerin de ses çıkarmıyorduk. Konuşmaların, ayak seslerinin ve sloganların giderek uzaklaştığını hissettiğimizde de uzun bir süre ses çıkarmadık.

Tehlikenin, amacına ulaşarak uzaklaştığında, sığındığımız yerlerden çıktığımızda ve sezgisel bir iç güdüyle mahallenin meydanına doğru, yorgun düşmüş, sırtı kambur birer karartı gibi, farklı noktalardan çıkıp geldiğimizde de bir insan bir insana bunları yapmaz diyordum. Savaşlardan arta kalmış bayıdır kentler gibi is ve dumanın alevlerin boylarını aştığını gördüğümüzde de suskunduk. Komşularımızın, akrabalarımızın bir çoğunun artık bu dünya da yaşamadığını, hep özlenecek, komşuluk ilişkilerimizi sürgün yaşamında anacağımızı hissettiğimizde de suskunduk.

Ölü bedenleri küçükten büyüğe doğru sıraladığımızda, öfke, çığlık karışımı bir histerik ile saçımızı başımızı yolduğumuzda da bir insan bir insana bunları yapmaz diyordum.

Bir Aralık ayında, akşam alacasında bir mahallenin meydanında yanan ateşlerin ortasında, kemiklerimize kadar üşüdüğümüzde de bir insan bir insana bunları yapamaz diyordum.

Yorum Yaz