matesis
dedas

Mardin Nereye Gidiyor? (Sosyolojik Bir Deneme)

Mardin Nereye Gidiyor? (Sosyolojik Bir Deneme)

            Mardin, 639 yılında  Hz. Ömerin hilafeti döneminde, İyaz bin Ğanem komutasındaki İslam orduları tarafından fethedildikten bu yana Müslümanların çoğunlukta olduğu, Hıristiyan (ermeni, Süryani), Yahudi ve az sayıda Şemsi’lerin bir arada yaşadığı bir İslam şehri olagelmiştir.

            Şehir mimarisi açısından inanç guruplarının (özellikle de çoğunlukta olan Müslüman ve Hıristiyanların) ihtiyaç ve beklentileri göz önünde bulundurulmuş; camiler, kiliseler, manastırlar, medreseler, külliyeler, vakfiyeler ve çarşılar (buğdaycılar çarşısı, demirciler çarşısı marangozcular çarşısı vb.) aynı anlayışla tanzim edilmiştir.

            Şehir, sınırları çizilmiş ve farklı inanç ve etnik mensubiyeti bölen/ayrıştıran gettolar değil; esnek, grift ve geçirgen özelliklere sahip ‘mahalle’ lerden oluşmaktadır.

            Mahalle, insanların sükûn bulduğu, birkaç sokaktan müteşekkil, komşuluk, misafirlik, dayanışma, sosyalleşme ve görgünün gerçekleştiği yapılardır. Apartman katlarındaki gibi üst-üstelik değil, yan-yanalık;  yani dikey ve hiyerarşik değil, yatay ve omuz omuzalık, ya da sırt sırtalık öne çıkar.

            ‘Misafir Odası’ olan tek medeniyetin İslam Medeniyeti olduğu gerçeği çok anlamlıdır. Bu medeniyetin mensupları olan Mardin’deki halklar tarihi süreç içerisinde ortak kabuller, tutumlar ve refleksler oluşturdular ki buna ‘şehir kültürü’ diyoruz.

            Mardin erken dönemlerde ‘şehirlilik’ kültürüne ulaşmıştır. Bu; kurallı, görgülü, kültürlü ve daha geniş perspektife sahip olmanın yanında kurumsallaşmayı da getirmiştir.

            Ancak hayat akıp gitmekte ve İbn-i Haldun’un tespitleri muvacehesinde insanlar taşradan şehirlere doğru akmaktadır.

             Şehir/liler/in buna vereceği iki çeşit tepkisi olur. 1-Dışarıdan gelen/gelecek insanlara kapılarını kapatıp kendi fasit dairesinde her türlü değişim, paylaşım ve etkileşime kendilerini kapalı tutmak. 2-Çevreden merkeze, kırsaldan şehre geleceklerle esnek bir ilişkiyle ve etkileşime açık olarak kapıyı kapatmamak.

            Şehrin fiziki yapısı yanında kimliği de bulunmaktadır ki şehre hayat veren de odur. Kurallar, hukuk, örf, yaşam tarzı, vb.

            Dışarıya tamamen kapalı, etkileşim ve diyalogdan yoksun ve gelenlere tahammülsüz bir toplumun geleceği olamaz. Sadece bireyler değil toplumlar da bazen bencilleşebilir. Kendini beğenmiş, kibirli ve bencil toplumlar başkalarına üstten bakar, tahammül etmez ve kendilerini ayrıcalıklı görürler. Bu bakış açısı statükoculuk,  dışlama, hükmetme ve çatışmaya kadar gider.

            Mardin özellikle 19.yüzyılda Meşkinilerin, Daşilerin, ve dolaylı olarak Sürgücüler, Omeryanlar, Rışmilliler, Ğursiler vb. nin akınına uğramış ve şehre hakimiyet mücadelesinde taraf olmuşlardır. Şehir eşrafının kendi arasındaki otorite mücadelesinde şehir dışındaki aşiretler de etkili rol oynamışlardır. Çok değil, yüz yıl öncesinde hakimiyet mücedelesi ve otorite kavgalarının ilimizde nasıl bir seyir izlediği, Osmanlı modernleşmesi ve idari yapısındaki değişikliklerin ilimize nasıl yansıdığını, yerel güçler ile merkezi güçlerin etkileşim ve çatışmasını, ‘Hamidiye Alayları’nın ilimizde ve bölgemizdeki yansımaları, gayri Müslimlerin durumu ve Mardin’deki idari yapıya kadar merak edilen bir çok husus, değerli bilim adamı Doç.Dr. İbrahim Özcoşar’ın çok titiz bir akademik çalışması olan  ‘Merkezileşme sürecinde Bir Taşra Kenti Mardin’ adlı eserinde yer almaktadır.

            Yani bastığımız toprakların, iletişim içinde olduğumuz insanların mâ-kablini merak edip de dedikodu ve yalan yanlış söylentilerle yetinmeyenlere Mardin ile ilgili harika bir eser hazırlanmış. Aynı zamanda Mardin Artuklu Üniversitesinin’de yayınladığı ilk kitap. Biliyorsunuz daha önce de Mardin Süryanilerini eni-konu anlatan eseri de Beyan Yayınları tarafından yayınlanmıştı.   

            Mardin yerlisi (bajari) halkın zamanla kendisine özgün refleksleri, bakış açısı ve ilişki biçimiyle beraber bir yaşam tarzı oluşmuştur. Zaten ruhu olan şehirlerin bir derinliği yanında gelenleri de dönüştürücü bir filtresi olur. Bu müşterek mekanların(çarşı,cadde, sokak, apartman, avlu vs.) ve ortak kabullerin (hukuk, örf, kural vb.) oluşmadığı yerler büyük yerleşim yerleri olabilir ama ‘şehir’ olamaz.

            Mekânların ve şehir mimarisinin ihtiyaçlara göre gözden geçirilmesi nasıl ki bir gereklilik ise; şehre yönelen, yerleşen veya tutunmaya çalışan insanlar için şehirlilerin bakış açısını, yaklaşım ve reflekslerini gözden geçirmesi de bir zorunluluktur.

            Hiç kimse eski alışkınlıklarını tümden devam ettirme yoluna gidemez. Bu Allahın toplumlara yüklediği sosyal yasalara (sünnetullah) aykırıdır. Değişmeden, dönüşmeden ve yenilenmeden yaşamı (hem birey hem de toplum olarak)  sürdürebilmek mümkün değildir. Bunu sağlamakta acze düşenlerin zaafa uğramaları ve yerlerini başkalarına terk etmeleri mukadder olur.

            Mevlana’nın pergel metaforu gibi bir ayağı sabit dururken öbür ayağı dar veya geniş farklı daireler çizebilme esnekliğinde olmalıdır. Kendi dünyasına, kentine, mahallesine, sokağına hatta evine kapanarak veya kapısını kapatarak sür-git yaşayamaz. 

            Mardin son çeyrek asırdır bu sancıyı sosyolojik ve psiko-sosyal açıdan belirgin bir şekilde yaşamaktadır. Bunun ekonomik, güvenlik, eğitim ve modernleşme ile açıklamaları vardır elbette. Ancak toplumsal yasanın (sünnetullah) yeterince incelenmesi gerekmektedir. Sosyologların yerellik unsurunu göz ardı etmeden söyleyecekleri şeyler bunu anlamada yardımcı olacaktır.

            Dün geçerli ve makbul olan davranış ve ilişki kalıplarını bugün sürdürme hevesinde olanların ‘kendilerini/şehirlerini kuşatılmış görmeleri’ ve yeni duruma karşı sergiledikleri sıkıntı ve kaygılarını anlamak zor değildir. Anlaşılırdır; ama haklı ve geçerli bir durum değildir.

            Çevreden merkeze veya kırsaldan şehre gelenlere; yahut da başka şehirlerden gelen yabancılara karşı hiçbir sabitesi ve devam ettireceği norm ve değerleri olmayan toplumların ise tarihin sararan sayfalarında yerlerini almaları kaçınılmaz olur. Şehrin hâkim/dominant unsuları vardır ama bu değişebilir. Şehir bir zamanlar müstetrek/türkleştiren, bir zamanlar musta’reb/araplaştıran, bir zamanlar müstekred/kürdleştiren ve başka zamanlar da musta’cem/acemleştiren bir yapıya dönüşebilir. Bu kötü bir şey de değildir. Kötü/yanlış olan; şehrin ortak yaşam kuralları, örf, değer ve reflekslerini oluşturan ruhunun yitirilmesidir. Tarihi yapılar kadar kadim gelenekler de şehrin ruhunu beslerler.

            Şehrin yenilenmesi ile başkalaşımı farklıdır. Tepeden inmeci, işgal, istila ve baskı ile yapılan değişiklikler şehrin canını incitir ve tedbir geliştirilemezse tarih olup giderler. Bu hem fiziki mekânlar hem de sosyal dokular için geçerlidir. Yenilenmek ise içerden veya dışarıdan kaynaklanan sıkıntıları göğüslemek için esnek ve etkileşime açık olarak varlığını sürdürebilmektir.

            Mardin bürokrasisinin ‘A takımı’ olan protokol yetkilileri başta olmak üzere tüccar, esnaf, imam ve memuruna kadar  bir çoğunun ‘bajari’ olmamasının idari ve ticari saiklerin ötesinde bir açıklaması vardır. Özellikle dış turizme açılma yoluna giren Mardin’in, iç bünyesinde paylaşım, tahammül,diyalog ve anlayış kapasitesini gözden geçirmelidir.

            Mardin’de çok belirgin olarak seksen’li yıllardan başlayarak doksan’lı yıllarda ivme kazanan ve iki bin’li yıllarda sonuçları açıkça görülen göçler nedeniyle toplumsal tartışmalar, endişeler, psikolojik ve kültürel çatışmalar saklanamaz duruma gelmiştir.

            Hala bir kısım Mardinlinin gözünde şehir/şehirlilik sınırları Melik Mahmut Camiinden başlayıp Şeyh Çabuk Camii çevresinde bitiyorsa gözden geçirilmesi gereken çok şey var demektir. Şehrin varoşları olan Kotek, Tabye ve Trafo mahallelerinde onlarca yıldır oturanlar, hala birilerinin gözünde ‘yabancılar’  olarak görülüyorsa toplumsal yasalara kulaklarımız tıkılıyor demektir.

            Kültürel farklılığa işaret etmek için kullanılması gereken ‘bajari’ ve ‘gündi’ kavramlarının giderek bir ırk, dil ya da ideoloji şeklinde kullanımının yaygınlaşması hem yanlış,  hem de tehlikelidir. Bu kavramların sosyolojik tanımlar olmaktan çıkıp ayrıştırma, dışlama, sataşma ve tahkir aracına dönüşmesinin zararları şehir olarak herkesi kuşatır.

            Bir çeşnilik ve doğal zenginlik olarak ‘tearüf’ (tanışma) vesilesi olması gereken hususların yabancılaşma aracı olması trajiktir.

            Mardin’in toplumsal huzuru ve iç barışı biraz da sosyolojik yasalara sırt çevirmemekle oluşur.

           

              

Yorum Yaz