Mardin Ramazanıyla Kucaklaşmak…

Akşam sofrasının sabır ve huşu dolu
beklentisinin huzurunda, okunacak ezanla birlikte açılacak orucun insan
maneviyatına olan etkisini, kalem hareketlerinin sınırlarında anlatmak hiç de
öyle kolay olmasa gerek.
Ramazan ayının kendine has
yaşanmışlığı, mensubu olduğumuz İslam dininin ulviyeti içerisinde daha bir
başka oluyor ve daha bir başka hissettiriyor, gönül aynalarımızın içsel
yansımalarında.
Sıcak günlerin rehaveti, susuzluğun
insan bedenini hamura çeviren yokluğu, açlığın fiziksel gücümüze olan tesiri kadar,
beyin fonksiyonlarımızı etkileyen sürekli yemeye alışmış mide gurultumuz sükutu
tembihliyor, yaşamın gürültücü maddiyatının yaygarasında.
Lakin illaki de manevi hazla dolan
yürek, teslimiyet ve ruhaniyet, Yaradan’a olan bağımızı güçlendiren inanç
eşliğinde bir başka fark yaratıyor, dünyayla kurduğumuz o hiç bitmeyecekmiş
gibi olan ilişkimize.
Ezan sesiyle beraber sofra başı
bekleyişini, hayatın günlük gailesi ve arayışında kaybetmeden, yaşam
gerekçemizin varlığıyla yüzleştiğimiz; iftarı açan bir hurma, bir zeytin veya
bir yudum suyun serinletici ve keskin berraklığı nezdinde ki var oluşumuzun,
Yaradan’la buluşan hissiyatı.
Evet sevgili Ramazan hoş geldin sefa
geldin…
Boşuna; yılı bölen on iki ay
içerisinde, on birine sultan olarak görülmedin…
Boşuna; kendi özümüzün karşısındaki
en büyük engellerden olan, kötü huylarımız ve süfli arzularımızı, kaynağında
kurutan sığınak olmadın…
Boşuna; bizleri bildiklerinin
sınırında değil; hissettirdiğin irfanla, bilmediklerimizle de yüzleştirip,
kendimizi sorguya çeken zaman kesiti olarak karşımıza çıkmadın…
Boşuna; dinimizin birleştirici ve
bütünleştirici, Yaradan dan ötürü Yaratılanı seven şiarının rahmet ve
bereketini, zihinlerimize kazımadın…
Boşuna tüm insanlığı kucaklayıp,
cemiyet hayatında ki suç oranlarını ciddi şekilde düşürerek, gerçek aşk ve meşk
ortamının nasıl olabileceğiyle, hepimizi yüzleştirmedin…
Çocukluğumuzun güzelliklerle dolu
Mardin’in de…
Seninle buluştuk, gece sokağa güvenle
çıkıp istediğimiz kadar oynayıp koşturmayla.
Seninle buluştuk, iftar saatlerinde
gün boyu Mardin sıcağında kavrulmuş ve çatlamış dudaklarımızla, damlarda
bekleyip kaleden atılacak top atışının ilk ateşini, görebilme heyecanıyla.
Seninle buluştuk, akşam saatlerine
doğru fırın önlerindeki insan kalabalıkları, içecek süs kuyrukları ve akşam
caddeye taşan masa şamatalarıyla.
Şehidiye camisinden yükselen ezan
sesi ve ona koro halinde eşlik eden tüm ezanlar…
Dedem Tacettin Ensari’nin Firdevs
kasrında rahlede Kuran okurken, çınar ağacında tüneyen kuşların eyvanda
yankılanan, kulakları sağır eden ötüşleri…
Kışladan abbaraya kaçan oradan
Hamidiye camisine düşen plastik top.
Gece yattığımız tahttan sahura
kaldırmak için anneannem sevgili Nazlıye Çorapçı’nın seslenişi…
İftara yetişmek için uzun boyunun
uzun adımlarıyla üç yoldan yukarı doğru ilerleyen dedem, sevgili Zeki
Çorapçı’nın kendinden emin adımları…
Zinciriye medresesinin yokuşu,
babıssor çeşmesinin suyu, ulucaminin teravih kalabalığı seni bir başka ramazan
yapıyordu ve hala da öyle zihnimde yer ettiriyordu.
Hepimizin fani olduğu bu yalan
dünyada…
Sen; rahmet ve bereket dolu sinenle
sarıp, imana davet edip, yaşatırken Ramazan huzurunu…
Bizlere ise…
Seni aynen geldiğin imanla kucaklayıp…
Bir daha ki kavuşmaya kadar…
Hakkını vermek düşüyordu…