tatlidede

Modern Çağın Muktedir Sistemi: Vesayet

  • 19.02.2011 20:27
Modern Çağın Muktedir Sistemi: Vesayet

USTAD *

Ülkelerin bağımsız bir yapıya kavuşana kadar  Birleşmiş Milletlerin (BM) gözetim ve denetimi altında başka devletlerce yönetilmelerini öngören hukuksal statü anlamına gelen Vesayet Sistemi, özellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren batı ülkeleri tarafından Ortadoğu ve Kuzey Afrika devletleri üzerinde yoğun ve farklı bir şekilde uygulandı.

Napolyon’un Mısır'ı işgal denemesi ile başlayan bu süreç, Cezayir’in 1830 da Fransa tarafından işgal edilmesi ile başladı ve özellikle Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ile birlikte Arapların yoğun bir şekilde yaşadığı tüm bölgeler, sistematik bir şekilde batılı ülkeler tarafından paylaşıma tabi tutulup vesayet süreci hızlandırılmış oldu.

Uzun yıllar sürecek bu vesayet sisteminde, batı destekli tek adam ile idare edilen, halkın tamamen sindirildiği ve söz hakkının tanınmadığı dikta rejimler oluşturuldu.

Güvenlik, ticaret vb. her alanda batı güdümünde olan bu rejimlerde, her türlü senaryo ve başrol oyuncular batılı aktörlerce belirleniyor, savaş gücü olmayan ama halkın isyanlarını bastırabilecek ve batılı askerlerin eğitiminden geçirilmiş küçük bir ordu hazır bulunduruluyor, diktatörlerin yaramaz evlat olma ihtimaline karşı, hesapları ve ticaret ağları tam bir kontrol altında tutuluyor, zevk ve eğlencenin doruk noktası yaşatılarak,  tabandan gelmesi muhtemel taleplere şiddetle karşı çıkmaları sağlanıyordu.

Tek adam sistemi; bazen yarım demokrasi denemeleri ve yanıltıcı seçimlerle, bazen de sembolik halk kahramanları oluşturulmak suretiyle değişim sağlanarak günümüze kadar devam ettirile geldi.

Bu süreçte; devletin önemli kademelerinde görev almak üzere batı kültürünü almış, batı tarzı laik eğitimden geçirilmiş bürokratlar yetiştirildi.

Dikta rejimin karşısına çıkabilecek en sert muhalefetin, inancıyla kültürünü bütünleştirmiş topluluklardan gelebileceği hesaba katılarak, eğitim sistemleri sürekli gözden geçirildi ve cezp edici batı kültürü altın tepside sosyal hayatın içine sürüldü.

Son günlerde halk hareketleriyle adından söz ettiren Tunus ve Mısır’daki gelişmelerden sonra bunun gerçekten milletin egemenliğine dayalı yönetim sistemlerini oluşturmak üzere halk tarafından başlatılmış hareketler olup olamayacağı ile ilgili soru işaretleri belirmeye başladı.

Özellikle Mısır’da patlak veren olaylarda ön plana ne bir isim ne bir örgüt çıkmamıştır. Tunus’un ardından bir anda gelişen ve rastgele sloganların atıldığı ve kesinlikle planlı bir görüntü vermeyen ayaklanmaları, hala ne bir örgüt, ne bir grup veya parti sahiplenmiş değildir..

Durum böyle olunca; uzun soluklu bu sömürü ve dışarıdan yönetim şeklinin çok önceden çizilmiş olabileceği düşüncesi ağır basmaya başlamıştır.

Kanaatimce; planın A kısmı olan tek adamla çalışma sistemi halen geçerliliğini yürütmekle birlikte,  A planının halklar tarafından fark edilmesi veya  hazım sorunu yaşanması durumlarında bahse konu devletler için devreye girecek B planı da çok önceden hazırlanmıştır..

Son dönemde gelişen olayları tahlil edince; bu planın, halktan yana görüntü çizen ve halkın taleplerini ve hassasiyetlerini dikkate  almak suretiyle tek adamı halk adına deviren ordu vesayetinden başkası değil aslında..

Her iki ülkede de halk adına olaya müdahale eden ordu; zevk ve eğlenceye dalmış tek adam döneminde batılı aktörlerce eğitimden geçirilmiş ve komuta kademesi çok önceden belirlenmiş askerlerden oluşmaktaydı.

            Öyle görünüyor ki; siyasi, ekonomik, kültürel açıdan batı dünyasıyla sıkı ilişkiler içerisine girdirilmiş bu ülkelerin sivil-askeri bürokrasi ile elit tabakasının batıyla yakın temas içinde ve batıya minnettar olduğu bu devletlerde, Ordu her zaman halk adına olaylara el koyacak ve gidişatın seyrini yine kendi çizgisinde sürdürmeye devam edecektir.

Nitekim bunun en bariz örneklerini, son zamanlarda halk ayaklanmaları ile adını duyuran Tunus ve Mısır’da görmek mümkündür.

Bin Ali’ye ve onun saltanatını sürdürme arzusuna karşı ayaklanan halkın bu talebine ordu hemen cevap vermiş ve halkın yanında olduğunu hissettirerek, yılların birikimi olan patlamayı batı lehine çevirmiştir.

Batı ile sıkı ilişkiler yaşayan ve Arap dünyasının lideri olarak kabul ettirilen Mısır’da, örgütlü sayılamayacak bir halk hareketinin başlatılmış olması ve hemen ardından Ordu istihbaratının kendini halkın kurtarıcısı olarak göstermeye başlaması da bununla ilişkilendirilebilir.

Mısır’da olası örgütlü halk hareketlerinin seyrini ve Mübarek sonrasını kestiremeyen Batı dünyası, yapılacak en iyi hareketin B planını devreye sokmak olduğunu hemen kavramış olmalı ki, farklı grupların inisiyatif almasını beklemeksizin, Ömer Süleyman’ın devreye girmesini sağlamış ve olayı bu şekilde çözmeye çalışmıştır.

Yapılan planlamaların her zaman seyrinde gitmesi mümkün değildir. Bazen durum, tam tersi bir hal alır veya kontrol dışı olaylar gelişebilir. Böylesi anlarda kontrolü sağlamak ve vesayet sahibi olmak için üçüncü bir plan, yani C planı devrede konabilir.

Bu çerçevede yapılanlara göz attığımızda, genel olarak ülke içinde kopartılan fırtınaların hemen ardından halkları özgürleştirmek adına dışarıdan açık bir güç kullanılarak kontrolü tekrar sağlama yolu tercih edilmektedir.

Bunun en bariz örneği; yakın zamanda Irak’ta gördüğümüz ve batı desteği ile büyüyen ve güçlenen Saddam’ın kontrol edilemez bir hale gelmesi üzerine, ABD ‘nin yaptığı müdahalenin ardından kontrol tekrar sağlanmaya çalışılmıştır.

ABD‘nin Irak’a yaptığı çok uluslu müdahalenin ardından, yılların birikimi olan akademisyenler, yargı mensupları, ekonomik bir tehlike görünen zenginler ve Saddam döneminde Baas ideolojisi ile yetiştirilmiş askerler hızlı bir şekilde tasfiye edilerek yerine yıllarca sürecek komuta kademesi belli bir ordu yetiştirilmiş, sil baştan sivil-askeri bürokrasi, yepyeni bir yargı ile elit tabaka oluşturulmuştur.

ABD, bütün bunları halkı özgürleştirmek adına yaptığını iddia ederek gerçekleştirmekte, ordu, yargı ve  elit tabakanın kontrol mekanizmasını eline aldıktan sonra demokrasi ve seçimle yönetim sistemini ülkeye getirdiği propagandası ile ülkeden çekilmiştir.

Şüphesiz halen bölgesel düzeyde sayılan tüm planlar işletilmeye çalışılmaktadır.

Körfez ülkelerinin çoğunda süregelen tek adam yönetimleri, bazı ülkelerde yerini ordu müdahalesi ile göstermelik demokrasiye çevirmiş olsa da, ilk iki planın işletilemediği İran gibi yerler için zaman ve zemin gözetilerek birtakım halk ayaklanmaları ile durum kontrol altına alınmaya çalışılacaktır.

Elbette tüm bunlara rağmen Arap ülkelerinde demokrasi ve özgürlük taraftarı kitleleri yok saymak haksızlık olur. Bilinçli olarak bir araya gelecek bu kitlelerin başarıya ulaşmaması için de bir neden de yok zaten. Halkın içinden çıkan bu tepkilerin farklı bir yöne sürüklenmemesi halinde millet egemenliğine dayalı demokratik bir yönetime kavuşmuş Arap devletlerini görmeye başlarız diye düşünmekteyim.

Her halükarda Arap dünyasını tabandan gelecek hareketlerin getireceği ciddi bir değişimin beklediği aşikar… Ya milletin tazyikiyle değişecek rejimler, ya milletin tazyiki kullanılarak değiştirilecek rejimler…

* Uluslararası Startejik Tahlil ve Araştırmalar Derneği USTAD resmi sitesi  www.ustad.org.tr adresinde yayınlanmıştır.

Yorum Yaz