tatlidede

Molotof ve Biber Gazı Arasındaki Gazetecilik

Molotof ve Biber Gazı Arasındaki Gazetecilik

Daha dün basın üzerindeki sansürün kaldırılışının yıl dönümü olan “ 24 Temmuz Basın Bayramı. Bu münasebetle gelinen noktada basın mensuplarının çalışma koşulları üzerine, bölgemizi baz alarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Teorik de olsa sansürün kaldırılışı özgürce davranmayı ifade eder. Ancak pratiğe bakıldığında sansürün ve baskının çeşitli biçimlerini yaşamaktayız.

Bu meslekte yaklaşık çeyrek asır bir emeğim oldu bugüne kadar. 1990’larda Kürt basını uzun ve mecburi bir soluktan sonra deyim yerindeyse kaldığı yerden yayına devam etti. Artık klişeleşmiş bir tabirle “Özgür Gündem Geleneği” Kürt basınında oluştu ve ben de naçizane olarak bu gelenekten geliyorum. Kuşkusuz Özgür Gündem gazetesi dışında çok sayıda farklı gazete ve dergiler de vardır ve onlar da Kürt basın tarihinde hakkettikleri değere ve payeye sahiptirler.

Bizler, 1990’larda JİTEM ve Kontra cinayetleri kıskacında gazetecilik yapıyorduk ve dönemin başbakanı Süleyman Demirel bizle için “Militan Gazeteciler” deyimini kullanmıştı. Bu deyim, bizi hedef gösteriyordu Faili Meçhuller için ama gerçeği söylemek gerekirse bizler işimizin militanıydık. Tabii o süreçte birçok arkadaşımız Kürt basın tarihinde “şehit ve gazi” gibi unvanlarla altın harflerle yazıldı. Onlar hiçbir zaman sansür ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan güç ve odaklara boyun eğmediler. Bir kez daha Cengizlerin, Hafızların, Yahyaların, Hüseyin Denizlerin ve tabii ki hepimizin üstadı Apê Musa’ların anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Kürt basın geleneği olarak bizim dışındaki basın mensuplarına “Boyalı basın mensupları” veya “Devlet basını mensupları” gibi deyimleri kullanıyorduk. O süreçte çalışan Kürt basını dışındaki gazetecilerin üzerinde pek baskı falan yoktu. Belki Newroz gibi toplumsal olaylarda haber yapma esnasında sıkıntılar yaşardı; bunun dışında sistemli bir baskıdan söz edilemez bizim yaşadığımız baskı gibi.

Fakat günümüze geldiğimizde koşulların değiştiğini görmekteyiz. Daha önce “Devlet basını” diye tabir ettiğimiz basın-yayın kuruluşlarında çalışan gazetecilerin de gözaltılar, haber yaparken yaralanma ve tartaklama gibi birçok fiziki baskılar yaşadıklarını bütün kamuoyu yine yazılı ve görsel medyadan öğrenebiliyor.

2000’lere gelindiğinde basın mensuplarının molotof ve biber gazı arasında kalarak haber yapmaya çalışıyorlar. Onlarca meslektaşımla beraber son on yılda yüzlerce Molotoflu ve biber gazlı olaylarda kamuoyuna haber servis etmek için çalıştım. Gerçekten çok zor koşullar…Kimi zaman molotofun ve havai fişeklerin hedefi oluyorsun kimi zaman da biber gazının. Yaşadığımız zorluklar bununla kalsa ne ala…

Normal zamanlarda yani toplumsal olayların olmadığı zamanlarda da ileri sürdüğümüz fikirlerden dolayı bu kez de bazı kendini bilmez okurların küfürlerine, ağır hakaretlerine hatta tehditlerine maruz kalmaktayız. Sorunlarını dile getirdiğimiz insanlardan böyle bir muamele gördüğümüz zaman bu, bizleri derinden üzüyor, açık söylemek gerekirse. Ne yazık ki böyle okurlar bunu, yorum ve “fikir” beyan etme adı altında yapıyor.

Unutulmamalı ki basın mensupları herkesin, her kesimin haberini yapar, işi bu. Nasıl ki bir esnaf, müşterinin siyasi kimliğini sormadan ticaret yapıyorsa; nasıl ki bir öğretmen bir öğrencinin kimliğini sormadan eğitim öğretim hizmeti veriyorsa vs..bir gazeteci de yaptığı haberde aynı uygulamayı yapmak zorunda. Aksi olursa gazetecilik etiği yara alır.

Haber ve yazılarımızda tarafsız olmaya gayret ediyoruz. Biz basın mensupları da demokrasiden ve özgürlüklerden yana tarafız kuşkusuz. Ama bir ideolojinin, bir siyasi anlayışın gazetecisi olmak tarafsızlığına gölge düşürür, diye düşünüyorum. Sırf bir anlayışı övmek ve eleştirme cesaretini göstermek, bunun dışındakileri ise kötülemek doğru bir gazetecilik değildir. Yaşadığımız coğrafya olan Kürdistan’da farklı anlayışlara eşit mesafede durarak basın mesleğini icra etmek gerçekten çok zordur. Bu anlamda tarafsız olmaya çalışmak çok güç, deyim yerindeyse ne camiye ne de kiliseye yaranıyorsun.

Övüldükleri zaman iyi gazeteciyiz, yanlışları yazıldığı zaman da hemen onların gözünde “kötü” gazeteci damgasını yiyoruz. Zor durumlarında topu basına atarak “basın çarpıttı” diyerek kurtulmaya çalışıyorlar. Bu şekilde de basın tekrar “kurtarıcı” oluyor!

Ne yazık ki bugün dünyada ve Türkiye’de basın “yandaş” ve “ yandaş olmayan” medya diye kategorizelendirilmiş durumda. Kürt basını ise “bağdaş” ve bağdaş olmayan” diye nitelendirmek belki doğru olur.

Şu noktayı açıklamakta yarar var ki gerek dünyada gerekse Türkiye’de dergicilik ve gazetecilik ayrımına bakıldığında, dergicilik anlayışı tarafgirlik olabiliyor ki bunu gazetecilikteki tarafgirlikle karıştırmak doğru değildir. Bu ayrımı Kürt basını için de dikkate almakta fayda vardır.

Unutulmamalıdır ki ister yandaş ister bağdaş olsun bir yayın kuruluşunun mensupları tarafı olduğu anlayışın övgüsünü yaptığı gibi yergisini de yapabilmelidir. Aksi durumda gizli bir iç sansürle karşı karşıya olunduğu tespit etmek gerekir.

İçler acısı bir durumdur ki, bugün eleştirebilen gazeteci sayısı giderek azalmaktadır. Bunun siyasi ve ekonomik sebepleri vardır elbette. Ama bir gazeteci benim nazarımda eleştirdiği gibi öneri ve taleplerini mesleki etik kapsamında ortaya koymalıdır. Sadece eleştiricilik bir hastalık halini alır ve böyle bir pozisyon onun prestijini düşürür.

Sansürün kaldırılışı olan 24 Temmuz nedeniyle kamuoyundan ricam bizleri sadece bir haberle, bir yazıyla etiketlemeyin. Bir bütün olarak çalışmalarımızı izleyin. Bu münasebetle meslektaşlarıma özgür bir dünya ve rahat çalışabilme koşulları talep ediyorum. Sansürün kaldırılışının Kürt toplumunda da demokratik ve farklı fikirlerin öne sürülmesine ve bu anlamda saygı gösterilmesine vesile olmasını diliyorum. Saygıyla…

Yorum Yaz