matesis
dedas

Nevruz (Newroz)'u yasaklasak da mı saklasak?

Nevruz (Newroz)'u yasaklasak da mı saklasak?

İçişleri Bakanı ve valiler eliyle son yılların en sıkıntılı Nevruzunu geçirdik ülkece.

Gösterilerin provoke edileceği, Nevruz bahane edilerek olaylar çıkarılacağı gibi gerekçeleri anlayabiliyorum.

Nitekim bu yönde alınmış çok sayıda istihbarat bilgisi olduğu biliniyor.

Ama BDP’nin Nevruzu 21 Mart’ta hafta içi bir gün yerine daha fazla insanı toplayabilecekleri 17-18 Mart tarihlerindeki hafta sonunda yapması da kabul edilebilir bir durumdur.

Provokasyon yapmak isteyen, olay çıkarmak isteyen hafta sonu yapar da hafta içi yapamaz diye bir kural mı var?

Devlet olarak siz tüm tedbirinizi alırsınız, olay çıkarılırsa da (makul ölçüler içinde kalmak şartıyla) müdahale edersiniz.

Ama daha en baştan “bu tarih olmaz, illa bu tarihte kutlayacaksınız” derseniz zaten gerginlikten beslenen politikalara da fırsat vermiş olursunuz.

Bu bağlamda hükümetin bu yılki Nevruz politikası resmen başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Yasaklamalarla bir yere varılamayacağını 90 yıldır uygulanan politikalar ve gelinen nokta göstermiştir.

Ancak hala ders alınmamaktadır.

Hiç kimse hükümete “tedbir almayın”, “bırakın her yeri yakıp yıksınlar” demiyor.

Ama daha en baştan yasak mantığıyla iş yapmanın da yanlış olduğunu artık herkes görmeli.

Bu yılki 21 Mart “savaş”larında bir polis hayatını kaybetmiş, onlarca vatandaş yaralanmış, çok sayıda araç ve işyeri tahrip edilmiştir.

Üstüne üstlük halkın oylarıyla seçilmiş olan ve Kürt siyasi çizgisinin en makul ve diyaloga en açık isimlerinden birisi olan Ahmet Türk polis şiddeti ile hastanelik olmuştur.

Bu manzaralar PKK-KCK çizgisinin tam da istediği manzaralardır.

Ve 2012 Türkiye’sinden ziyade 90’lı yıllara daha çok yakışmaktadır.

Gerçi İçişleri Bakanımızın da o dönemki mevkidaşı İsmet Sezgin ile yarışmak gibi bir niyeti olduğunu düşününce söyleyecek başka bir laf da bulamıyorum.

Topyekûn bir 21 Mart sınavından daha hep birlikte çaktık.

Artık önümüzdeki 21 Mart’lara bakacağız.

Suriye nereye?

Şubat ayı başında BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye aleyhinde almak istediği karar Rusya ve Çin vetosuna takılmıştı.

Bu iki ülke aslında Suriye rejiminin devrilmesini istemiyor ama bunu açık açık deklare etmek yerine “barış görüşmelerine ve diyaloga şans verelim” yalanıyla tevil etme yoluna gittiler.

Aradan bir buçuk ay geçti.

Suriye’de durum her gün daha da kötüye gidiyor.

Esed rejimi askeri ve milisleriyle gözü dönmüşçesine sokaklarda insan avına çıkmış durumda.

Her gün onlarca insan katlediliyor.

Türkiye’ye sığınanların sayısı 20 bine yaklaşıyor.

Suriye’nin diğer komşularına da benzer bir mülteci akını söz konusu.

Rusya ve Çin’in öne sürdüğü barış görüşmeleri ve diyalogdan ise eser yok.

Söz konusu petrol ülkesi Libya olunca hiç vakit kaybetmeden müdahale eden Batı dünyası, Ortadoğu’nun fakir ülkesi Suriye olunca aşırı temkin ile harekete ediyor.

Esed rejimi ise kan dökerek varlığını sürdürmek istiyor.

Bu coğrafyaya Saddam kadar kan döken bir lider daha gelmedi.

Ama sonu utanç verici bir ölüm oldu.

Kaddafi belki Saddam kadar kan dökmedi ama zulüm ve diktatörlüğün sonu halkının elinde linç edilmek oldu.

Esed bu hikâyelerden ibret almışa benzemiyor.

İmza attığı katliamlarla sadece iktidarının ömrünü biraz daha uzatmış oluyor.

Ama onun sonu da er geç diğer diktatörlerle aynı olacak.

Diktatör elbet döktüğü kanda boğulacak.

Rusya ve Çin’in yanı sıra Esed ailesine mezhebe dayalı bir destek veren İran ve Irak hükümetleri de bu utançla anılacaklar.

AK Parti hükümetinin mevcut Suriye politikası ise çok doğru ve makul bir politikadır.

Hükümetin Suriye sokaklarında adeta tavuk keser gibi halkını katleden bir diktatöre tavır almasından daha tabii bir durum olamaz.

Eğer sorgulanacak bir politika varsa diktatör Esed ile geçmişteki yakın ilişkiler sorgulanabilir, ancak ben o dönem uygulanan politikadan farklı davranılamayacağını düşünüyorum.

Esed  belki yine Suriye 'yiaynı demir yumruk ile yönetiyordu ama bugünkü gibi katliamlara imza atmıyordu.

Komşuluğun gereği olarak da ilişki kurulması kaçınılmaz bir durumdu.

Ama bugün durum farklı.

O yüzden AK Parti hükümetinin Suriye politikalarına yapılan eleştiriler ya ideolojik kaynaklıdır ya da öngörüsüzlükten doğmaktadır.

Veya her taşın altında ABD ve İsrail’i arama saflığından ileri gelmektedir.

Bugün İsrail’in bölgede en son isteyeceği şey mevcut diktatörlüklerin devrilmesi yerine demokratik seçimlerle başta Müslüman Kardeşler olmak üzere dini yönü ağar basan hareketlerin iktidara gelmesidir.

Esed rejimi yaklaşık 40 yıldır İsrail işgali altındaki Golan tepelerinin hesabını sormayabilir ama yeni gelecek yönetimlerin farklı davranması İsrail’in hesaplarını alt üst edebilir.

Bu nedenle bölgedeki halk hareketlerinde İsrail veya ABD parmağı aramak pek mantıklı görünmemektedir.

Dileğimiz Suriye’de akan kanın bir an önce durması, diktatörün iş başından uzaklaştırılması ve Suriye’de özgür ve serbest seçimlerle demokratik yaşama geçilmesidir.

Yorum Yaz