matesis
dedas

Okumayanların Ukalalılığı

Okumayanların Ukalalılığı

Herhangi bir toplumda okumayanların sayısı ne kadar fazla ise, toplumsal ilişkilerin düzeyi de kısır bir döngü etrafında cereyan eder… Okumayanlar toplumsal düzeyi hep aşağıya çekme çabası içine girerler. O zaman da ukalalık normal bir ilişki haline gelir. Okumayanların ukalalığı belirlemesini burada okuma yazması olmayanlar anlamında değil, okuma yazma yeteneği olan fakat güncel ve geçmişi okumayanları kast ediyorum. Böylesi insanlarla diyalog kurmak, bir sorunu analiz etmek zorluklarla doludur, buradaki ilişkilerde gereksiz tekrarlar hep asıl meselelerin önüne geçiyorlar. Tekrarın tekrarıyla yüzleşiyor insanlarımız ve toplumsal bir kabızlıkla da karşı karşıya kalıyoruz.  
Okumayan ukalalarla diyalog kurmak, temel değerleri tartışmak, güncel olanı yorumlamak, ortak sorunları paylaşmak başlı başına bir sorundur. Temel sorun burada elbette iletişimsizliktir. İletişimsizlik büyük oranda anlaşmazlıkla neticeleniyor.  Çünkü okumayan ukalalarla iletişim devamlı yüzeysel bir düzeyde gelişiyor. Okumayan ukalalar iletişimi yüzeyselleştiriyorlar.  İlişkiler vasat bir düzeyde kalıyor. Okumayan ukalalar güncel ve tarihi anlamda bilgilerden yoksun oluyorlar. Bilgisiz bir iletişimde insanlar ne kadar verimli olabilirler sorusunun cevabı ise çok açık değil midir? Yani insani enerjiyi doğru kullanma ve birbirlerini anlama çabası genellikle boşa gidiyor böylesi ilişkilerde.  Çünkü iletişimin tamamen başarısız olduğu bir durumda, bilgi alışverişi olmaz, duygular tam olarak paylaşılmazlar, düşünceler ortak paydalarda buluşmazlar, vs, vs.
Okumayan ukalalarla iletişim kurmak hem dil açısından hem de genel geçer bilgi aktarması açısından sorunlu bir durumdur. Bu bağlamda kavramlar yanlış kullanılıyorlar, mesajlar gerekli yerlere ulaşamıyorlar, düşünceler netleşmiyor, tartışmalar sık olarak sil baştan yapılıyor. Bu bağlamda ve saydığım nedenlerden dolayı verimlilik sıfır oluyor.  Bilgi alış verişi dinamik bir ortamda ve doğru bir mecrada ilerlemiyor. Çünkü okumayan ukalalarla ortak deneyimleri paylaşmak, adalet ve etik değerleri benimsetmek, bunları temelden, tereddütsüz ve tarihi - kültürel ölçülerine göre kabul etmek, sorunları doğru algılamak büyük olanaklar gerektiriyor. Bu sorunlarla ilintili olarak zaman, maddi olanaklar, insani sınırlamalar, günlük sorunlar, beceriler hepsi bu sürecin doğru yürümesinin önünde birer engel oluşturuyorlar…
Şunu hemen tekrar edelim; okumayan bir toplum, kendi gerçek sorunlarını algılamada ve çözmede başarısız oluyorlar. Rüzgâr nereden eserse oraya odaklanıyorlar okumayan ukalalar. Buradaki gerçek her tarihsel somut toplumda geçerli oluyor… Çünkü okumayan ukalalarda devamlı bir bilgi eksikliği var. Bilgi eksikliği her türlü iletişimin önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Okumayan ukalalar kavramları, örnekleri, fikirleri doğru kavrayamadıkları için, iletişim konusunda devamlı bozukluklar ortaya çıkıyor. 
Bu eksikliği gidermek için de gelişmiş toplumlarda okuyanlar ödüllendiriliyorlar. Her bağlamda okumaya değer veriliyor. Bilgiye ve deneyime değer veriliyor. İnsanlar okumaya teşvik ediliyorlar, birbirleriyle diyalog kurmaya teşvik ediliyorlar, toplumsal sorunlara karşı duyarlı olmaya davet ediliyorlar. Yani okuduklarını paylaşmak her bağlamda toplumsal ve etik bir değer haline getiriliyor.
Son dönemlerde bu bağlamda sık rastladığım bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum; Türk medyası, hatta Kürtler de buna dâhildir, bariz bir yanlışı değişik ortamlarda tekrar ediyorlar: Burada popüler bir kavram gerçek bağlamından boşaltılmış ve rastgele kullanılmaya başlanmıştır… Söz konusu kavram paradigma kavramıdır. En ufak, masum tartışmalarda bile paradigma şöyledir, paradigma değişmiştir, paradigmasını değiştirdi diye cümle kuran gazeteci, akademisyen, siyasetçi, yazar ve sanatçılara rastlamak olası olmuştur. Dikkatle dinlediğim tartışma ve yazışmalarda paradigma kavramının yanlış kullanıldığını, rastgele ileri sürüldüğünü, gerçek bağlamından kopuk olarak kullanıldığı görüyorum. 
Paradigma kavramı bilim tarihinden transfer edilmiş bir kavramdır. Bu kavram ilk önce Bilim Tarihçisi Thomas Kuhn tarafından ortaya atıldı. Thomas Kuhn Dünyaca ünlü kitabında (Bilimsel Devrimin Yapısı, İngilizcesi; The Struktur Off Scientifik Revolution, adıyla yayınlanmıştı)) bilim tarihini ve tarihsel değişimi inceliyor, bilimin temel yapısına yakından bakıyor, yüzyıllar boyunca oturmuş düşünce ve fikirleri sorguluyor, yeni bilimsel fikirlerin ortaya çıkışını analiz ediyor ve bilimsel mücadele alanından yararlı deneyimleri aktarıyor. Eski bilimsel görüşlere normal bilim diyor, yeni bilimsel fikirlere ise devrimci bilim diyordu Thomas Kuhn. Bilim tarihinin derinliğini normal bilim ve devrimci bilim arasındaki ilişki ve mücadelede bulmaya çalışıyordu.
Yüzyılları kapsayan bu bilimsel mücadeleleri, kavram, model, tez ve teorik saptamaları, günlük dilde sorumsuzca kullanmak çok yararlı ve aydınlatıcı bir yöntem olamaz. Okumayan ukalalar paradigma kavramını bolca kullanırlar ama Thomas Kuhn’un çalışmalarından haberleri bile yoktur. 
Acaba sağırların diyaloguna benzetebileceğimiz bu duruma, var olan aydın ve siyasetçilerin kafa karışıklığını da eklersek, net bir tablo karşımıza çıkmaz mı? Bu tabloyu değişik açılardan okumayan ukalaların her şeyden önce kendilerini sorgulamaları gerekmez miydi?  

Yorum Yaz