matesis
dedas

Patriotlar: bir hak mı meydan okuma mı?

Patriotlar: bir hak mı meydan okuma mı?

Bugün, geçtiğimiz hafta içinde gündemi meşgul eden birkaç olayı kısaca değerlendirmek istiyorum.

Geçtiğimiz hafta ilk olarak, gündemi bir süredir meşgul eden cezaevlerindeki açlık grevleri sona erdi.

Bir önceki yazımda dile getirdiğim gibi her ne kadar bu eylemler bir şantaj aracı olarak kullanılmışsa da sonuç itibariyle herhangi bir ölüm olmadan sona ermesi sevindiricidir.

Yazımda hükümetin, eylemcilerin dile getirdiği konularda zaten adımlar attığını belirterek bu yönde atılan bu adımların eylemin sona erdirilmesi noktasında umut verici olduğunu belirtmiştim.

Hükümet, başta Sayın Arınç olmak üzere, süreçte sorumlu davranmıştır.

Tıkanıklığı aşmak için son olarak Öcalan formülü devreye sokulmuş ve bu şekilde Öcalan’ı işlevsiz kılma amaçlı Kandil planı bozulmuştur.

Bu süreç şunu göstermiştir ki devletin ve dolayısıyla hükümetin muhatap alması gereken kişi bizzat Öcalan’ın kendisidir.

Bir cümlesiyle açlık grevlerini sona erdirerek kendisini yeniden kamuoyuna hatırlatmıştır.

Bazı çevrelerde dile getirilen Öcalan’a ev hapsi ve hatta Öcalan’a özgürlük gibi taleplere gelince; hem adalet duygusunu zedelememesi hem de kamuoyunun buna hazır olmaması gibi nedenlerle şu aşamada bu tür bir uygulama mümkün görünmemektedir, zaten adil de olmayacaktır.

Çünkü her ne kadar Kürtlerin önemli bir bölümü nezdinde “önder, lider” olarak görülse de Öcalan sonuçta bu ülkede kan dökmüş ve uluslararası literatürde “terör” olarak kabul gören eylemlerde bulunmuş silahlı bir örgütün lideridir.

Kanlı eylemlerin bizzat emrini veren kişi olarak da cezasını çekmektedir.

Ancak her tutuklu ve hükümlü gibi temel haklardan mahrum bırakılmadan cezasını çekmelidir.

Örgüt üzerindeki etkisi de herkesçe bilindiğine göre, kendisinin de belirttiği gibi “barışa hizmet etmesi” engellenmemelidir.

Fakat yukarıda da belirttiğim gibi şu aşamada serbest bırakılması hem adalet mefhumunu hem de vicdanları zedeleyecektir.

Kürt sorunun çözümü noktasında vereceği katkılar zamanla cezasının ev hapsine dönüştürülmesinde rol oynayabilir; özgürlük konusunu konuşmak şu an için çok erken.

Dileriz bir daha insan canı üzerinden pazarlıklar yaşanmasın ve bu tür eylemlere tevessül etmeye neden olacak gerekçeler yok edilsin, yani diğer bir ifadeyle Kürt sorunu adil ve barışçı bir şekilde çözüme kavuşturulsun.

Geçtiğimiz haftanın diğer bir sıcak gündemi de İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırıları sona erdirmesi oldu.

Bu noktada ön plana çıkan vurgu, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin de ifadesiyle “İsrail’in çevresinde eski komşuları artık yok” ifadesi oldu.

Gerçekten de 2008’deki Gazze saldırıları sırasında bölgede siyasi yapı bugünkünden oldukça farklıydı.

En büyük değişim Mısır’da oldu.

İsrail’in en büyük müttefiki Mübarek, bir halk devrimi sonucu alaşağı edildi, yerine Müslüman Kardeşler’den Muhammed Mursi geldi.

Mübarek döneminde İsrail’den daha katı bir şekilde uygulanan Gazze ambargosu, Refah sınır kapısı açılarak işlevsiz kılındı.

Yine İsrail’in diğer komşularında da kazan kaynıyor.

İsrail’le arası pek iyi olmasa da, bu ülkeye hiçbir zaman sorun çıkarmayan Esed’in koltuğu da sallantıda.

Türkiye’de ise mevcut hükümetin İsrail’e olan bakış açısı zaten ortada.

Tüm bu şartlar altında 2008’de haftalarca süren Gazze saldırısının bir benzeri bu kez yaşanmadı, İsrail kısa süre içinde pes etmek zorunda kaldı.

Çünkü bir zamanlar İsrail’in en büyük yardakçısı konumundaki Mısır bu kez İsrail’e karşı çok ciddi bir diplomasi yürüttü.

Türkiye de yüksek perdeden İsrail’e ciddi uyarılarda bulundu.

Suriye konusunda Türkiye ile birlikte aktif bir politika izleye Katar da süreçte ciddi bir şekilde yer aldı.

Özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi bazı ülkelerin Dışişleri Bakanlarının bombardıman altındaki Gazze’ye yaptıkları ziyaret, İsrail’e verilmiş açık bir mesaj niteliğindeydi.

Her ne kadar bizdeki bazı çevreler hükümetin bu konuda geri planda kaldığını ve öncülüğü Mısır’a kaptırdığını düşünüyor olsalar da durum aslında hiç de öyle değil.

Öncelikle Mısır tarih boyunca Arap dünyasının fiili lideri konumundadır.

Özellikle Cemal Abdunnasır dönemi bu durumun zirve yaptığı dönem olmuştur.

Şimdilerde Mısır, Mübarek döneminde kaybettiği bu etkinliği yeniden ele almak istiyor.

Türkiye’nin bölge kamuoyu nezdindeki prestiji herkesçe malum; Erdoğan bugün Arap sokaklarında en popüler lider durumunda.

Zaten son günlerde Hamas’ın yaptığı açıklamalarda da ateşkes sürecinde Türkiye’nin oynadığı aktif role vurgu yapılıyor.

Dolayısıyla Türkiye’nin süreçte etkin olamadığı yönündeki ifadeler tamamen siyasi mülahazalardır, gerçeği vurgulamaktan uzaktır.

Bölgede artık İsrail için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Zaten Mısır’da yaşanan seçim süreci ve sonucu da, “Arap Baharı aslında bir Batı planıdır” şeklindeki senaryoları da tek başına boşa çıkaran bir durumdur.

Bir diğer sıcak gündem de Irak’ta yaşanan gerginlik.

İpleri İran’ın elinde olan Başbakan Maliki, bir süredir uygulamalarıyla ve muhtemelen İran’ın verdiği gazla, ikinci bir Saddam olmaya niyetlenmiş gözüküyor.

Son olarak Irak Kürdistanındaki refah seviyesi iştahını kabartmış olacak ki gözünü buraya dikmiş durumda.

Ancak ne Irak yönetimi Saddam dönemindeki gibi güçlü, ne de Kürtler o zamanki gibi güçsüz.

Yaşanacak çatışma ortamı sonuçta şu anda fiilen var olan bağımsız bir Kürdistan’ın resmen de kurulmasıyla sonuçlanacaktır.

Bu yeni kurulacak devleti de ilk tanıyan ülkelerden birisinin Türkiye olması, her iki tarafın menfaatine olacaktır.

Maliki (daha doğrusu İran) yönetimi ateşle oynuyor.

Farkında olması gereken bu ateşin ilk yakacağı kendisi olacak.

Ve son olarak Suriye sınırına yerleştirilmesi planlanan Patriot füzeleri.

Herkesin bildiği gibi Patriot füzeleri tamamen savunma amaçlıdır; yani herhangi bir yeri vurmak için kullanılan türde füzeler değil bunlar.

Dolayısıyla patriotların yerleştirilmesi öyle İran, Rusya ve Suriye’nin iddia ettiği gibi saldırgan bir amaç taşımıyor.

Tam tersine saldırgan bir komşuya karşı koruma önlemiyle yerleştirilmesi planlanıyor.

Bu ülkeler tamamen hedef saptırma amaçlı beyanlarda bulunuyorlar.

Bizdeki barış yanlılarının (!) eleştirilerine gelince; yanı başımızda her gün yüzlerce insan katleden acımasız bir diktatöre tek kelime bile eleştiri getirmeyenlerin, “olur da bir gün bu katilin aklına eser ve ülkemize doğru bir füze fırlatır” diye düşünerek sınıra savunma amaçlı füzeler yerleştirmeyi planlayan hükümeti “savaş yanlısı” olmakla suçlamaları en hafif ifadeyle cehalet olarak adlandırılabilir. 

Bu yüzden ben sınırda bu tür savunma tedbirleri alınmasını meşru bir hak olarak görüyorum.

Dileriz hiçbir zaman bu füzeleri kullanma ihtiyacı hâsıl olmaz ve Suriye’deki bu kanlı rejim bu vahşete son vererek yönetimi halka teslim ederek akan kan en kısa sürede durdurulur.

Çünkü kendisi teslim etmezse, er veya geç alaşağı edilecektir.

Aynı akıbeti yaşayan Hitler, Mussolini, Stalin, Saddam, Kaddafi ve Mübarek gibi.

Yorumlar

Image
ruK
29.11.2012 / 07:00

aferim tebrıklar

Yorum Yaz