matesis
dedas

Savaş kapıyı çalıyor mu?

Savaş kapıyı çalıyor mu?

Aslında bugün AK Parti kongresi üzerine yazmayı planlamıştım ama 3 Ekim günü yaşanan olaylar gündemin bir anda ilk sırasına çıktı.

O yüzden önceliğimiz de bir anda değişti.

Kongre ile ilgili değerlendirmemi bir sonraki yazıya bırakıyorum.

En başta şunu söylemek isterim ki Türkiye’nin Suriye’deki askeri hedefleri vurması son derece haklı ve meşru bir harekettir.

Uçak düşürme olayında "karizması çizilen" Türkiye eğer bu saldırıyı da cevapsız bıraksaydı, liderliğine oynadığı bu coğrafyda artık kimse Türkiye'yi ciddiye almazdı. 

Bu açıdan verilen cevap gayet yerinde ve hatta geç kalmış bir cevaptır.

Kan dökücülükte sınır tanımayan Esed liderliğindeki Baas rejimi saldırganlığını bir süredir sınırlarının dışına taşıma girişimlerinde bulunuyordu.

Ürdün ve Lübnan sınırlarında yapılan ihlallerin yanı sıra, Türkiye sınırları içindeki sığınmacıların kaldığı kamplara Suriye tarafından ateş açılması sonucu yaralananlar olmuştu bir süre önce.

Yine uluslararası sularda vurulduğu açıklanan Türk uçağı ve son dönemde uçağın pilotlarının sağ yakalandıktan sonra öldürüldüğü iddiaları, geçtiğimiz günlerde Akçakale ilçesine yapılan saldırı ilk aklımıza gelen örnekler.

Ve son olarak 3 Ekim Çarşamba günü yine Akçakale ilçesine yanlışlıkla (!) atılan bir top mermisi ve hayatını kaybeden masum siviller.

Rusya,  İran ve Çin’den aldığı destekle bölgede büyük bir fitnenin kaynağı haline gelen Esed rejimi fütursuzca boş bulduğu meydanda at oynatabiliyor.

ABD seçim sürecine girdiği için bu dönemde bir dış müdahaleye sıcak bakmıyor.

Libya konusunda ön planda yer alabilmek için birbiriyle yarışan Batı ülkeleri bu kez müdahale konusunda isteksiz davranarak ihaleyi Türkiye’ye yıkmaya çalışıyor.

Başta sığınmacılar konusu olmak üzere Türkiye’ye verilen taahhütler yerine getirilmiyor.

Öyle görünüyor ki bugünkü şartlar devam ettiği sürece Esed’in gidişi bir süre daha mümkün olmayacak gibi.

Ülke içinde bile henüz birliği sağlayamamış ve ağır silahlardan yoksun bir şekilde ve dağınık gruplar halinde çarpışan bir muhalefetin dışarıdan destek almadan tek başına diktatörlüğü yıkması çok zor.

Bölgedeki Şii blok ve Rusya-Çin desteği Esed’in siyasi ömrünü uzatmaya devam ediyor.

Yani 3-4 ülkenin desteği dünyanın geri kalan ülkelerinin tamamını etkisiz kılabilmekte ve böylece rejimin katliamlarına devam etmesi sağlanabilmektedir.

Tekrar sıcak gündeme dönersek; bundan sonra ne olacak sorusu önümüzde duruyor.

Esed yönetimi yeni bir çılgınlık yapıp yeni bir saldırı yapacak mı?

Yaparsa Türkiye’nin tepkisi daha kapsamlı mı olacak?

Öncelikle Esed’in en azından şimdilik burada duracağını düşünüyorum.

Düşürülen uçak konusunda misilleme yapmayan Türkiye’yi tekrar test etmek istedi, bu kez sert bir karşılık aldı.

Bundan sonra test amaçlı bir hareket yapacağını sanmıyorum.

Olsa olsa bu kez Türkiye’yi ciddi bir batağın içine çekecek bir eyleme girişebilir.

Bunu yapacak kadar akıldan yoksun mudur diye sorarsanız, son bir buçuk yılda işlediği katliamlara bakınca bunun çok da şaşırtıcı bir gelişme olmayacağını söyleyebilirim.

Peki, yeni bir saldırı durumunda Türkiye’nin tepkisi ne olur: yine askeri hedeflere yönelik bir bombardıman mı yoksa kapsamlı bir sınır ötesi harekât mı?

Yeni hazırlanana Suriye tezkeresi bu tür bir harekâtı mümkün kılabilecek.

Ama şu an itibariyle Türkiye’nin de sonu belirsiz bir maceraya atılacağı düşüncesinde değilim.

Çünkü iktidarda maceraperest, öngörüsüz bir hükümet yok.

Bazı konularda eleştiriyor olsak da mevcut iktidarın en başarılı olduğu alanlardan birisi de dış politikadır.

Olsa olsa bir tampon bölge oluşturma amaçlı bir sınır ötesi harekatı yapılır, daha ileri seviyeye girişileceğine ihtimal vermiyorum.

Türkiye’yi komşularıyla ilişkilerinin bozulması sebebiyle suçlayanların görmesi gereken nokta şudur; ilişkilerin bozulmasının sebebi Türkiye değildir.

“Aman Müslüman devletler olarak birbirimize düşmeyelim, Batılıların ekmeğine yağ sürmeyelim” tezini savunanların öncelikle şunu görmesi gerekir; Müslüman devletlerin büyük bölümünde halkını temsil eden yönetimler yok; tabiri caizse önce bu yönetimler “adam olsunlar”, halklarının iradelerine saygı göstersinler.

Yani İslami kaygıları olmayan bu yönetimlerle ilişkilerin bozulması İslam’a zarar verir kaygısı bir kuruntudan öte bir şey değildir.

Üstelik bu ayaklanmalar diğer bölge ülkeleri örneğinde görüldüğü gibi Batının istediği tarzda bitmeyebiliyor.

Mesela Mısır; Batı ve ABD uşağı olarak değerlendirilen Mübarekin yerine İslami referansa sahip Mursi geldi; bu bile başlı başına önemli bir sonuç.

Suriye rejimi katliamlar işlerken, tıpkı İran ve Rusya gibi ve kalkıp hiçbir şey olmamış gibi samimi ilişkileri sürdürmek önce Müslümanlığa sonra da insanlığa sığmazdı.

Suriye ile ilişkilerin kötüleşmesi doğal olarak Şii eksenindeki diğer ülkeler ve bölgesel aktörlerle olan ilişkileri de olumsuz etkilemiştir.

Üstelik bu aktörler arasında Irak’ta yıllarca Baas zulmü altında inim inim inleyen Şii Maliki hükümeti gibi kesimlerin olması ve Baas mağduru bu kesimlerin şimdilerde Suriye Baas’ına böyle destek vermeleri de oldukça ironik bir durumdur.

Fitne bölge ülkelerine sıçramak üzeredir.

Sıçrayan alevler sadece bölgeyi değil tüm dünyayı yakacaktır.

Temennimiz aklıselimin hâkim olmasıdır.

Temennimiz halkına düşman rejimlerin en kısa zamanda alaşağı edilmesi ve yabancıların müdahalesi olmadan bölge halklarının kendi kaderlerini kendilerinin tayin edebilmesidir.

Yorum Yaz