matesis
dedas

Soğanın Cücüğü…

Soğanın Cücüğü…

Siyasi, kültürel, bilimsel tartışmalarda projeleri, fikirleri, öngörüleri bir meyve, bir sebze, bir bitki yoluyla tasavvur etmek yaygın bir yöntemdir. Mesela ben sık olarak mümkün olmayan konularda şu örneği vermeye çalışıyorum; Şalgamdan baklava olmaz diye! Bugüne kadar bunu başaran var mı? Hayır! Demek ki Şalgamdan birçok şey üretebiliriz ama kesinlikle baklava üretemeyiz! Mesele üzümden ayran üretebilir miyiz? O da elbette hayırdır! 
Bu bağlamda yapılan benzetmeler insanları konulara vakıf olmaları için yardımcı bir öğe olarak görülürler. Çünkü Doğa dünyası insanların bilincinde daha somut bir anlam kazandığı için, daha nesnel olduğu için bu benzetmeler daha çok doğa üzerinden yapılırlar. Birçok kötü ya da iyi niyetli insanları, çirkin ya da güzel olan insanları, güçlü ya da zayıf olan insanları hayvanlara benzetiriz; ayı, sırtlan, tilki, yılan, domuz, güvercin, teke, koç ve daha niceleri. Halkın bilinci bu konuda epey zengindir, deneyimleri, benzetmeleri yerindedir. Ama şu da kesindir; hayvanları insanlara benzetmeyiz! Yalınız kolaylıkla insanları hayvanlara benzetmek bir tasavvur etme, bir benzet, bir somutlaştırma yöntemidir…
Şimdi kültürel tartışmalarda insan kimliğini soğan benzetmesi üzerinden yapan çok sayıda sosyal bilimci var. Kısacası bu benzetme şöyle yapılır; Soğanın üst üste gelen birçok tabakaları var. Bu biliniyor. Bu tabakalar dışarıdan içe doğru giderken küçülürler, içerden dışarıya doğru giderken de büyürler. En üst tabaka ile en iç tabaka arasında nesnel bir bağ vardır ve bunlar birlikte işlevsel bir bütün oluşturuyorlar. Soğanın bir bütün olarak besin değeri yüksek olan bir sebzedir ve değişik yemek türlerinde sık olarak kullanılır. Elbette bu bütünün dış kabuğu da besin olarak kullanılmaz. Atılır! Ama soğanın cücüğü ise çok övülür ve en değerli yer olarak, zaman ve mekâna göre öne çıkarılır. Cücük özdür,  konsantre olmuş tattır, en anlamlı yerdir. Kürtler, bilmeyenler için söylüyorum; cücüğe ‘navik’ ya da ‘zîlik’ diyorlar…
Bu benzetmeyi ısrarla şunun için anlatıyorum; son dönemlerde Kürtler arasında bir kimlik tartışması almış başını gidiyor. Tartışma genel olarak siyasi ve duygusaldır. Bu alanda var olan bilimsel kimlik tartışmaları pek ortalıkta görünmüyorlar. Herkes kendine göre bu kimliği tanımlamaya çalışıyor. Benim kimlik ile bizim kimlik arasında tarihi, kültürel, dilsel bağlamlar hasıraltı ediliyorlar. Böylesi kimlik tanımlamaların nesnel bir dayağı zaten yoktur. Daha çok özneler kendilerini tanımlamaya çalışıyorlar. Ve bu tanımlamalar da başka tanımlamaların önüne geçmek, başka tanımlamaların üstünü örtmek amacıyla yapılıyorlar. Bu çabalar bilinçli ya da bilinçsiz samimi bir atmosferde yapılmıyorlar. O nedenle de hep başa dönüyoruz ve tekrardan anlamsız bir tartışmayı başlatıyoruz…
Kimlik konusunda en çok öne çıkan sorunların başında dini ve ulusal aidiyetler tartışma konusu oluyorlar. Bizler önce Kürt müyüz yoksa Müslüman mıyız? Kadın mıyız, erkek miyiz yoksa her şeyden önce insan mıyız? Önce Kürt müyüz yoksa önce Sosyalist miyiz? Müslüman’ım derken; bizler ilk elde alevi miyiz, Sünni miyiz ya da cemaatçi miyiz? Dindarız derken, Kürtler açısından söylüyorum; Ezidilik mi önce gelir, Müslümanlık mı önce gelir? Yoksa Kürtlük aidiyeti mi önce gelir? Önce yöremiz, aşiretimiz mi yoksa Kürtlük mü önce gelir… Vs.
Bu bağlamda sorular çoğaltmak mümkün. Ama buna artık burada gerek yok…
Bir kere bütün bu soruların nihai mantığı tekçilikle bitiyor. Bu tekçilikte bir zorlama var, bir endoktrinasyon var, bir güç gösterisi var. Ben samimiyetle söylüyorum zorlama olmadığı sürece kim kendisini ilk elde nasıl tanımlıyorsa tanımlasın. Sorun bu değildir. Ama bu da kesin olarak şu anlama gelmemelidir; Benim kimliğim tartışılmasın. Örnek olarak söylüyorum; Bir kadın ya da bir erkek ben önce kadınım, erkeğim sonra da insanım diyorsa, diyebilir ama bu tartışmalarda son nokta olamaz ki! Birileri önce ben müslümanım sonra kürdüm diyorsa, diyebilir ama ben de sorarım; senin dilin nedir, etnik aidiyetin nedir, hangi ülkenin insanısın? Birisi ben öce sünniyim, aleviyim, nurcuyum sonra Müslümanım diyorsa, diyebilir ama bende şu soruyu sorarım; Kuranı Kerim kimin kitabidir, Hz. Muhammed kimin Peygamberidir? Bir Kürt önce ben Zazayım, ben Kurmancım, ben Soranım diyorsa, diyebilir. Ama ben de ona sorarım; ortak isim Kürt ise, ben Önce Kürdüm sonra Kurmancım, derim…
Tabi ki bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ama sonuçta bunlar yine aynı noktaya varacaklar; kimlik, din, kültür, aidiyet, mezhep, inanç, sınıfsal konum bir bütünlük oluşturuyorlar. Aynı soğan örneğinde olduğu gibi…  Mesela bir Müslüman Kürt genel olarak Kürtler için ne istiyor. Ya da ben önce kürdüm diyen birisi Müslüman olan Kürtler ve diğer dinlere, mezheplere mensup olanlar için hangi hak ve özgürlükleri savunuyor? Asıl önemli olan konu budur. Mesela bir kadın ben her şeyden önce kadınım diyorsa, bu kadının erkekler hakkındaki görüşlerini net olarak ortaya koymalıdır. Sanki bu erkeğin annesi de kadın değilmiş gibi hareket etmek çok saçma bir şeydir.  Erkekleri doğuran sanki kadın değil midir?
Özetlersek; soğan benzetmesi kültür ve kimlik konusunda çok önemli bir örnek oluşturuyor. Soğanının cücüğünü bulmak herhalde bizler için en zevkli konuların başında gelecektir. Ben kendi açımdan söyleyeyim Mardin de üretilen tüm soğanları incelemeye ve cücüğünü bulmayı da bir görev olarak kabul ediyorum! Tabi ki soğanları toplarken şalgamları da bir kenara koyacağız ve bunlardan baklava olmaz diyeceğiz! Ama bulduğumuz tüm cücüklerimizden de iyi bir salata yapmayı da ihmal etmememiz gerekiyor. Değil mi?
Yaşasın cücüklerin birliği ve barışı!   

Yorum Yaz