diorex
Dedas

Sohbet Konuşmak mı?

Sohbet Konuşmak mı?

Her çağın kendine ait bir dili, değer ölçüsü ve başarı tanımı vardır. Modern zamanlar, bize “sahip olmayı” birincil değer olarak sundu. Çok kazanmak, çok bilmek, çok görünmek… Ancak bu yarış içinde insan yavaş yavaş kendini, kalbini ve hakikatini yitirmeye başladı. Bir yandan bilgi çağında yaşıyoruz, diğer yandan hiç bu kadar anlamsızlığa ve yalnızlığa boğulmamıştık.

“Sahip Olmak” ve “Eshap olmak” aynı kapıya mı çıkıyor?

İşte bu sor(g)u, bu çağın ruhuna dokunan bir iç ikaz, bir kalbî muhasebe çağrısıdır. Şimdi bu sor(g)uyu merkeze alarak, insanın kazandıklarıyla kaybettikleri arasındaki o görünmeyen teraziyi birlikte inceleyelim.

Tasavvuf geleneğinde "sohbet", sadece kelimelerin paylaşımı değil, hakikatin kalpten kalbe aktarımıdır.

Modern çağın hızla akan temposunda, insanın en derin ihtiyaçlarından biri olan anlamlı bağlar giderek zayıflıyor. Teknolojiyle çevrili hayatlarımızda, gerçek dostlukların yerini sanal ilişkiler alıyor. Oysa insan, yaratılışı gereği sohbetle olgunlaşandostlukla derinleşen bir varlıktır. Bu bağlamda, tasavvufun kalbinde yer alan "sohbet" kavramı, sadece bir konuşma değil, kalpten kalbe akan bir hakikat yolculuğudur.

Eshab ve Sohbet: Yolumuz Arkadaşlıktır

Şahı Nakşibendî Hazretleri'nin "Tarîk-i mâ sohbet est" yani "Yolumuz sohbet iledir" sözü, bu anlayışın en özlü ifadesidir. Bu makalede, bu hikmetli sözün ışığında, sohbetin ve dostluğun insan ruhundaki yerini ve önemini ele alacağız.

Tasavvuf, zahiri davranışların ötesinde, kalpten kalbe akan manevî bir yolculuktur. Bu yolculuk, zikirle, tefekkürle ve en önemlisi, samimi dostluk ve sohbetle beslenir. Şah-ı Nakşibendî Hazretleri’ne nisbet edilen meşhur sözü “Tarîk-i mâ sohbet est” — “Yolumuz sohbetdir” — işte bu yolun özünü ve ruhunu tarif eder.

Bu “Sohbet” kelimesinden ne anlamalıyız?

Bu söz, basit bir konuşmayı değil; beraber geçirilen bir zamanı, birlikte yaşanan bir hakikat hâlini, dostlukla derinleşen bir manevî ilerleyişi temsil eder.

“İyi dostlar biriktiren, gerçek kazanandır.” Bu özlü söz, bu yazının bütün ruhunu özetler niteliktedir. Ve unutmayın ki en iyi dost size Allah’ı hatırlatandır. Şimdi gelin, bu hikmetli sözün etrafında şekillenen bazı derin anlamlara birlikte bakalım.

  1. Sohbet: Konuşmaktan Öte, Hâl ve Kalp Beraberliği

Sohbet kelimesi Arapça “s-h-b” kökünden gelir. Sözlükte birlikte olmak, arkadaşlık etmek anlamına gelse de, tasavvufta sohbet, mürşidin feyziyle müridin kalbinin terbiye edildiği bir meclistir. Bu anlamda sohbet:

  • Kalpten kalbe feyiz aktarımıdır.
  • Hâl ile terbiye olunan bir ortamdır.
  • Bilgiden ziyade ruhun kemale erdiği bir yoldur.

Bu nedenle “sohbet” burada sadece konuşmak değil, manevî yolda beraber yürümektir.

  1. Sohbet Aynı Zamanda Yol Arkadaşlığıdır

Şah-ı Nakşibendî Hazretleri'nin bu sözünde “sohbet” kelimesi, sadece kelamî paylaşımı değil; aynı zamanda dostluğu, eshablığı, yol arkadaşlığını da içerir. Tasavvuf yolu yalnız yürünmez. Birlikte ağlayacak, birlikte susacak, birlikte dua edecek bir yol arkadaşı olmadan bu yol çetinleşir.

Bu bağlamda sohbet:

  • Kalplerin birlikte attığı bir dostluk meclisidir.
  • Manevî yalnızlıktan kurtuluşun kapısıdır.
  • Hakikat arayışında bir kardeşlik iklimidir.
  1. Modern Zamanın Kaybettirdikleri

Fakat aşağıda okuyacağınız bazı sözler de “sohbetin ve dostluğun” değerini günümüz ölçüleriyle sorgular niteliktedir:

“Çok para kazanmış olabilirsiniz.
Hatta o kadar çok ki kendinizi zengin bile sayabilirsiniz.
Peki, ya kaybettiğiniz? Şimdi hesaplayın bakalım?”

Zenginlik nedir? Gerçekten kazandıklarımız mı, yoksa farkında olmadan yitirdiklerimiz mi? Kimi zaman kazandığımız maddi imkânlar uğruna kaybettiğimiz:

  • Sadık bir dost,
  • Sessizce bizi anlayan bir yürek,
  • Samimi bir dua,
  • Hatırlayan bir gönül…

Bunlar zenginlik hanesine mi yazılır, yoksa kayıp defterine mi?

  1. Gerçek Gurbet ve Yalnızlık

“Gerçek gurbet; uzakta olmak değil, yanlış yerde olmaktır.
Yalnızlık ise yanlış kalpte olmaktır.”

Bu sözler, bir insanın çevresinde birçok kişi olsa da içsel bir gurbet yaşayabileceğini ifade eder. Kalbin uyuşmadığı, anlaşılmadığı, hatta kullanılmaya maruz kaldığı her ortam, bir tür içsel yalnızlıktır. Gerçek sohbetin ve sadık bir dostun olmayışı, insanı asıl gurbete sürükler.

Gurbet, çoğu zaman coğrafî bir uzaklık olarak anlaşılır. Oysa bu cümlede kastedilen, içsel bir yer değiştirme hâlidir. Kendi değerlerinden, kendi hakikatinden uzaklaşan her birey gurbettedir. Ruhunun inşasına yabancı kalan her şehir, gurbetin başka bir adıdır.

Bu anlamda gurbet; sadece “evinden uzakta olmak” değil, kalbinin barınamadığı her yerde yaşamaktır. İnsanın bulunduğu yerle değil, ait olduğu yerle bağının kopmasıdır.

Yalnızlık, kalabalığın yokluğundan değil, gönlün anlaşılmamasından doğar. Yanında onlarca kişi olabilir; ama eğer bir kişi bile seni gerçekten dinlemiyorsa, gönlüne dokunmuyorsa, yalnızsındır. Bu yalnızlık, kalabalıklardan daha derin, daha ağırdır.

Yanlış kalpte olmak, yanlış yere misafir olmak gibidir: değer bilinmez, derinlik görülmez, varlık yüktür. O yüzden insan bazen tek başına ama huzurla, bazen kalabalık içinde ama sürgün gibi yaşayabilir. 

  1. Sohbetle Gelişen İman Makamı

“Biliyorum, inanmaya ne hacet makamından;
İnanıyorum, bilmeye ne hacet makamına!”

Bu söz, kalbin tasdikine ve içsel sezgiye ulaşan bir inanç boyutunu tarif eder. Bilgiden doğan bir iman değil; sohbetten, dostluktan, tefekkürden doğan bir teslimiyet. Bu da ancak sohbetle, yani hakikatli beraberliklerle mümkündür. Maddi kazançların bol olduğu ama manevi kayıpların göz ardı edildiği bu çağda, gerçek sohbetlere, hakiki dostluklara ve gönül yoldaşlıklarına daha çok ihtiyacımız var.

Bu söz, insanın varlıkla, bilgiyle ve inançla olan ilişkisine dair derin bir mertebe farkını ortaya koyar. Birincisi, aklın hâkimiyetinde olan “bilme” makamıdır: insan aklıyla hakikate ulaşmaya çalışır, ispat ister, delil peşindedir. Oysa bir nokta gelir ki, insan o kadar derinden hisseder ki artık “bilmek” zahiri kalır. İşte o zaman kalp hâkim olur ve “iman” makamına varılır: delile değil, teslimiyete dayalı bir iç huzur hâlidir bu.

Bu iki makam, tasavvufî literatürde “ilmü’l-yakîn”den “hakkü’l-yakîn”e geçişin ifadesidir. Gören, bilen ve hisseden bir gönlün dilidir bu. Yani artık inanmak için bilmeye, bilmek için de inanmanın ispatına gerek kalmaz. Varlık bizzat kendisini açığa çıkarmıştır.

 

İnsan bilerek inanmaya çalışır; ama bazen inanarak bilmeye başlar. Bu cümle, aklın sınırlarında gezinen bilgi hâlinden, kalbin merkezine çekilen bir teslimiyet hâline geçişi ifade eder. Bilgi, ölçülür; inanç, yaşanır. Bir noktadan sonra, insanın ruhu öyle bir olgunluğa erişir ki, artık ne kanıta ihtiyaç duyar ne ispata. Çünkü hakikat, bilinenden öte bir “olma” hâlidir.

Unutma: Yol uzun, yük ağır olabilir. Ama yanında bir gönüldaş, bir hakikat dostu varsa, yürüyüş bile ibadettir.

Sohbet Bir Okul, Dostluk Bir Yoldur

“Tarîk-i mâ sohbet est” sözü, sadece tasavvufî bir prensip değil; aynı zamanda insan olmanın, hakiki ilişkiler kurmanın, manevî kemale ermenin şifresidir.

Sohbet, yalnızlığa ilaçtır.
Sohbet, gönüller arasında kurulan köprüdür.
Sohbet, dostlukla ilerleyen manevi eğitimdir.

Gerçek zenginlik; kalbinde dua ettiğin, yokluğunda seni arayan, hatıralarında seni yaşatan insanlarla beraber yürümektir. Yani asıl zenginlik; sohbetli, yoldaşlı, muhabbetli bir ömürdür.

Haydi gelin sohbete!

 M. Burhan Hedbi

Editör: Beşir Şavur

Yorumlar

Image
Mustafa şehin
26.05.2025 / 21:24

Allah razı olsun seyda Gerçekten yazınızdan feyiz aldım,bildiğimi sandığım bilmediklerimi öğrettiniz.

Yorum Yaz