matesis
dedas

Söz Sırası Ulemada

Söz Sırası Ulemada

Kangrenleşen ve ümmeti ümmet olmaktan çıkarıp uluslaştıran ve beraberinde kim güçlüyse o haklı safhasına getiren Kürd sorununa ümmetin rehberleri ve peygamberlerin varisleri olan ulema-i rabbaninin el atma zamanı gelip geçmektedir. Herkes konuştu, bir onlar susturuldu, herkes sözde çözüm arayışlarında bir aktör görevi üstelendi ama onlar her iki cenah tarafından dışlanarak sürece müdahil olmalarına izin verilmedi. Hülya Avşarlar, Sezen Aksular’ın görüşlerine baş vuruldu ama her ne hikmetse hiçbir taraf ulamanın konuya bakış açısını ve çözüm önerilerinin ne olduğunu merak bile etmedi daha doğrusu edemedi, zira biliyorlardı ki, hesap vermede tek Allaha borçlu olan ulemanın önereceği çözüm önerileri taraf gözetmeksizin, adı rengi ırkı ne olursa olsun menfaatperestlerin tekerine çomak gibi sokulacağını ve dahası ulemanın vereceği dini fetvaya tebaalarının kırmızı inanç ilkelerine  hiçbir tarafın muhalefet etme cüretine cesaret edemeyeceğinden ulamaya karşı cephe alamayacaklarını. Ama onlar söz hakkı vermediler diye ulemaya susmak dahası dilsiz şeytanlık postuna bürünmek asla yaraşamaz.
Haklılığı tartışılan sözde hak sahibi sözde hakkından feragat etmiyor da, hakkın temsilcisi olan ulema nasıl olur da hak bildiği haktan ödün versin.
Günün birinde haklı olmayı gücün arkasında arayan ve hak olarak telakki ettiği hak dışı uygulamalara muhalefet edenleri idam ve hapisle susturmaya çalışan yeşil kubbeli saray sevdalı Emevi hanedanları Mihne olaylarında rejime muhalefet etmekten hapis cezasına çarptığı ünlü İslam alimi Hasani Basri ile hücre komşusu arasında şu manidar konuşma geçer.
Hak bildiği yoldan geri dönmek ve hakim güce teslim olmak için her gün kerpetenle birer tırnağı sökülen Hasanı Basri işkencenin onuncu gününde, çekme sırası sağ elinin baş  parmağındayken bu muhalif tavrından, daha doğrusu hakkı hak olduğu gibi halka haykırmaktan vazgeçmeyi sesli olarak düşünmeye başlar. O esnada hırsızlıktan hapis yatan hücre komşusu Hasanı Basrinin sözlerini duyar ve kafesinden Hasanı Basriye şöyle itap eder. Yazık hem de çok yazık, ben de seni peygamber varisi biliyordum, meğer hakkı bir tırnağına kurban edecek kadar hakkı savunmaktan acizmişsin. Allaha yemin ederim ki bugün beni salıverseler davam olan hırsızlıktan asla vazgeçmem. Çıkar, mesleğim olan hırsızlığımı tekrar yaparım der. İşte bundan sonra Hasanı Basri her duada ilk duayı haktan sapmamasına, hakkı hak olduğu gibi halka haykırmaktan vazgeçmemesine vesile olan hırsıza yapmış sonra kendisine.
 
Her iki cenahın sözde din adamları sahnedeki kukla yerlerini alıp hakim güçlerinin metinlerini terennüm ederek varisi oldukları misyonun tasavvurunu kulak ardı ederek, kamuoyunda dinin konuya bakışı buymuş izlenimini uyandırdılar. Hatta öyle bir safhaya getirdiler ki, sanki haklıyım diyen güçlüyü güçlendiren, mazlumun diyen mağduru ezdirmeye neden olan bu dinmiş gibi bir zannın zihinlerde oluşmasına müsebbip oldular.
Ama idrakleri ve körelmiş basiretleri şu tarihi hakikati anlamaktan acizdi; tarih boyunca din güçlünün elinde hep bir afyon aracı olarak kullanıldığı, ezilenlerin elinde de bir isyan gerekçesi olduğunu.   
    İşte tam da şimdi var ola gelen bu soruna en büyük silahları olan kalem ve dilleriyle sürece istenilmeseler dahi müdahil olma zamanlarıdır ulemanın. Realitede var olan münkeri izale etmek için belki ellerinde güçlü silahları yok ki bertaraf etsin, ama gücün sözüne inanıp da diktatörlükler kuranların tiranlarını başlarına yıkacak kadar sözün gücünü elinde tutan kalemleri var. Mürekkepleriyle akan kanın önünü tıkayan, sözleriyle savaş kesen dilleri var. 
    Belki bugün sözleriniz İsa’nın havarilerinin sözleri gibi mağaraların karanlık dehlizlerinde bir fısıltı gibi kalır ama yarın belki de yarından da yakın bir zamanda gök kubbenin sathında en gür seda sizin sedanız olacaktır.
    Savaş meydanlarında bir aslan gibi kükreyen Aliyi dizginlemek için, Ey Ali sayende bir insanın doğru yolu bulması dünyanın bütün nimetlerinden daha hayırlıdır, nebevi söz azığınız olsun. Bir insanı haksız yere öldürmek bir alemi öldürmek gibidir, bir insanın yaşamasına vesile olmak da bir alemin yaşamasına vesile olmak gibidir İlahi hitabın muhatabı olmak ve bu hitabı muhataplara iletip ölümüne ramak kalmış bir canı kurtarmakla bir ümmeti ihya etme şerefine nail olmak istemez misin? 
    İşte o şerefe nail olmanın tam zamanı. Eğer bugün takatiniz olup da elinizi taşın altına koymazsanız, alevlenen ateşi söndürecek sözünüz olup da söylemezseniz hem sahip olduğunuz ilmi birikime hem de varisi olduğunuz kutlu nebiye ihanet etmekle yargılanmayı göze alıyorsunuz demektir.
    Eğer siz kendi alanınız olan ıslah sahasında atınızı koşturmazsanız, vahdet bayraktarlığını üstlenip zalime haddini bildirmez, mazluma mazlumiyet sınırlarını tayin etmezseniz yaşla kuruyu yutmaya amade bu ateşten hem dünyada hem ahrette yakanızı kurtaramazsınız.
    Bu işe soyunurken alt kimliklerin tamamını (fikri, ırkı, siyasi vb) bir tarafa bırakarak sadece üst kimliğiniz olan ümmetin uleması ve peygamber varisi rozetiyle yola koyulmalısınız. Vahiy aracılığıyla verasetan almış olduğunuz ilahi mesajı taraflar arasında hakem tayin ederek aracılık yapmalısınız. Hak kıstası ölçüsünde haklıya hakkını ibraz ederken de haksıza haksızlığını ilan ederken de hiçbir güç ve otoritenin kınamasını hesaba katmadan hakkı ve adaleti hak olarak haykırmalısınız.
    Zira Allahtan başka hiç kimseye verecek hesabınız yoktur…
    Ulemanın haykırışı.
    Haftaya…sabırla bekleyin…

Yorum Yaz