matesis
dedas

Şükrgüzar

Şükrgüzar

“İş” denilen , en şık koltukların, masaların yer aldığı, son teknoloji alet edevatla zamanımın çoğunu harcadığım, yıldızı büyük bir fanustayım. Sabahın ilk ışıklarıyla içine tıkılıp, karanlığın selamladığı akşamla, bağından boşanmışcasına koşar adım gidip geliyorum.  Ruhumun vaveylası bedenimi de sarıyor; tiksinti nöbetleri, dokunsan devrilecek kıvamda bir halsizlik, parmak uçlarım dahi tabutluk. Dudaklarım acıtan bir mühürle kilitli, konuşmak istesem dilim dolaşıyor, dişlerim kenetli, bir çiban misali irin akıtıyor.

Kış uzamasın, uzadıkça kendi kışlarımında tükeniyorum...

Sonra...Tam vaktinde...Gülümseyen güneş...

Pencereden, tepesinde eriyen kârların buharını salan dağa dikiyorum gözlerimi.

Soyunuyorum kışlık kefenlerimden, dirilen toprak ile cıvıl cıvıl elbiselerimi giyinmek adına.

Yamaçlarında sarı papatyaların, kırmızı gelinciklerin, mor şebboyların, çiğdem çiçeklerinin oynaştığı dağı adımlıyorum. Acele etmeden, bana bahşedilmiş zamanın tadını çıkarta çıkarta, allı morlu yeşilli yollarından geçerek, tepesindeki en masum maviliğe ulaşmak için yürüyorum.

“Ne yöne gidersen git, doğu batı kuzey ya da güney, çıktığın her yolculuğu içine doğru seyahat olarak düşün. Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır”

Kendi senfonilerinden seçtikleri, en güzel namelerle bana göz kırpan kuşların kanatlarını ödünç alıyorum; tepeye vardığımda, mavilikler içinde, bembeyaz duağıyla gelin gibi süzülen bulutlarla kucaklaşmak için.

Ve tepedeyim...

Birbiriyle cilveleşen kuşlar, tenimi serinleten güneş, yeryüzündeki bütün çiçeklerin kokusunu içime getiren küfür küfür rüzgar.

Hızla akan bir ırmakta sürüklenip giderken bir anlığına karaya çıkmış gibiyim. Aniden durmuş herşey. Okyanus maviliğinde gökyüzü, yeşilin binbir tonunda yer yüzü ve iç içe geçtikleri yerde yok olan ufuk çizgisi. Ötesi kum tanesinin kalbinden ibaret.

Bende üzerime düşeni yapıp, baharın tacını geçiriyorum ruhuma. Üflenen ezgiyi çalan ney misali kum tanesinin kalbiyle, “şükrgüzar”  kul niyetine saatlerce toprakla taşla çiçekle böcekle dilleşiyorum. Rüzgarın kalbime fısıldadığı duaya ayaklarımın üstünde gezinen karıncayla “amin” diyorum.

Baharın giydirdiği elbisemle yeniden sokağa karışıyorum. Çemberin dışından bakmak gayretiyle, çarşıdaki kalabılıkları süzüyorum.

Çok para kazanma hırsı, kazandığından daha çok harcama tutkusu, her şeyi ama herşeyi tüketme beynamazlığı. Bunca gürültülü kalabalık, sert adımlar tenimizi süslemek için mi?

Giydirilmiş bedenlerimizle, harcadığımız hayatta  gerçek suretimiz hangisi?  Suretlerin çokluğu yoruyor beni. Aynı bedenin sahip olduğu türlü türlü suretler. Nasıl gülümseyip, ses vereceğimi bilmeden, süslü bedenlerle konuşmaya aciz düşüyorum. Suretleri geçip, özdeki hakikati kavrıyamıyorum. Geriye kabulleniş kalıyor görüntüyü dolduran bedenleri. Olduğu gibi kabul edip, kendi suretine zeval vermeden geçip gitmeyi seçiyorum makyajlı tenden.

Gelip geçene, “tartıyım mı?”diye soran köşedeki çocukla göz göze geliyorum anlık bir adımla. Kocaman cam gibi bakışları içime işliyor. Her şey bir boşluğa yuvarlanıyor. Tüm görüntüler yok oluyor, süslü tenler soyunuyor, çıplaklık kaplıyor sokağı, çıplak suretler kayboluyor birer birer. Az evvelki gürültülü sesler, maskeli yüzler hepsi tükeniyor. Yanlız esmer tenli çocuk kalıyor. Süssüz teninde soyunacak birşeyi yok. Çocuğun gözlerine baktıkça küçülüyorum. Onun biraz uzağında annesinin yanında oturan küçük kız gülümsüyor bana. Bir ben görüyorum onu sanki, ne tartıcı çocuk, ne diğerleri. Annesine sokulmuş ürkekçe bana bakıyor. Annesi ise, önündeki sepete sıraladığı marulları satma telaşında. Kızın üşüyorum dediğini duymuyor bile. Kız üşüdükçe ben donuyorum, ayaz kaplıyor bedenimi, ellerimi hissetmiyorum, parmak uçlarım kesilmiş. Kız üşüdükçe kendi hakikatimi kavruyorum. Kendi gerçeğime en yakın olduğum boşluktayım. Başka sesler, yüzler, tenler sustukça, küçük kızda kendi gerçeğimle yüzleşiyorum. Boşluk titretip bedenimi, ellerimden tutuyor. Ruhumun aynasından yansıyan hakikat ile yüzleşiyorum....

Yeniden tüm sesler kulaklarımda çınladığında, tartının üstünde olduğumu fark ediyorum. Gözlerimden akan yaşları çocuk görmesin diye, başımı eğip tartının ibresine bakıyorum...Gözlerim puslu...Sayılar karma karışık...

Suretiyle ruhuma dokunan çocuk şaşkınlıkla fısıldıyor: Sıfır...

Yorumlar

Image
sakirane
12.04.2013 / 07:28

edebiyyat dünyemiza renk kattınız yüreğinize sağlık

Yorum Yaz