matesis
dedas

Sürecin Hassasiyetinin Farkında mıyız ?

Sürecin Hassasiyetinin Farkında mıyız ?
SÜRECİN HASSASİYETİNİN FARKINDA MIYIZ?

“İmralı Süreci” yavaş mı gidiyor; yoksa iyi ve doğru pişirilerek mi yürütülüyor, onu bilemiyoruz. Ancak bu nazik sürecin çok hassas dengelere dayalı olduğunun bilincinde davranmak gerektiği çok açıktır.

Muhataplar, işbirliği içinde danışıklı mı davranıyorlar; talepleri için mücadelelerinde biraz nazlı mı davranıyorlar; her bir tarafın niyetlerinde başka arka planlar mı var, onu da bilemiyoruz.

 Niyetler ne olursa olsun; sorun, ister Kürt sorunu veya “Kürdistan” sorunu olsun veya sadece PKK’ye silah bıraktırmak amaçlı olsun, barışa ve çözüme doğru gidecek her türlü demokratik adım, anlamlı ve yararlı olacaktır.

Bu kirli savaşın sürdürülmesinden çıkar umman odaklar, örgütlü güç olarak; ne yazık ki, savaşın bitmesini isteyenlerden çok daha fazladır. Savaşın bitmesinden gerçekten yana olup, toplumumuzun kalıcı ve onurlu bir barış ile huzur bulmasını isteyenler, başta, kendi çocuklarını bu savaşta kurban veren halklarımızın kendisidir elbette. Çünkü savaştan zarar görenler, doğal olarak, her zaman savaşa karşı olurlar.
Halklar kardeştir ve asla düşman olamazlar.

 Savaştan yana olanlar, bu kirli savaştan rant sağlayan, içerde ve dışarda kolları olan uluslararası derin güçler, devletler, konsorsiyumlar, silah tüccarları, uyuşturucu ve insan taciri mafyalar, vb. karanlık çeteler olabilir ancak. Halk çocuklarının, bu savaşta telef olması, bunların hiç birinin umurunda olmaz.

Savaş sürdükçe, Türk halkının da, Kürt halkının da huzuru kaçmakta; birlikte acı çekip her türlü zararı görmekte ve dolayısıyla iki taraf da özgürce yaşayamaz bir duruma düşmektedirler.

Onun için; barış ve onurlu bir çözüm için ciddi adımlar atıldığında, en çok sevinen, kirli savaştan bıkmış bu iki kardeş halk olmaktadır. Onurlu ve karşılıklı güvene dayalı ortaklaşa bir yaşam olursa, her türlü kendi yararlarına olacağını iliklerine kadar hissedip anlarlar ve sevinirler.

 Öte yandan, çıkarı bozulanların telaşı da zirve yapmaktadır. Her barışçıl ve demokratik bir adımda, telaşla ve ısrarla her türlü provokasyona başvururlar. Çıkar çeteleri ve destekçileri, bu hayırlı adımları atan tarafları pişman ettirmek için ellerinden gelen her türlü melaneti yaparlar ve her türlü çözüm tıkayıcı yola başvururlar.

Hükümet ve İmralı (Apo) tarafı, tüm iyi niyetleriyle çözüm sürecini ciddiye almak ve kendi halklarından aldığı bu olumlu yoğun destekle hızlı davranmak zorundadırlar. İçerde ve dışarıda tüm şer odakları harekete geçmiş görünüyor.

 İlk sinyal, dışardan geldi; Paris’te 3 önemli PKK kadrosuna karşı yapılan suikast ile verildi. Adeta katliam yapıldı. Ardından Rusya’daki ünlü Kürt silah kaçakçısı mafya babası Aslan Usuyan (Apê Hesen-Dad Hasan)’ a karşı ölümle sonuçlanan suikast yapıldı. Kimin silahını pazarlıyorduysa veya kimin direktifleriyle PKK’ya silah sağlıyorduysa, onun öldürülmesi de bu yeni çözüm süreciyle alakalı olabilir. Gürcü mafya babası Cemil Mikeladze (Cemo) şüpheli olarak yakalanmışsa da, bu suikastta, Kürt sorununun çözüm sürecinde, uluslararası bir dış bağ olabilir mi, diye bakmak gerekir.

Paris katliamına yönelik “ırkçı-milliyetçi” kanatlardaki hezeyana bakılırsa, içerde de barış sürecinden rahatsız odaklar bayağı varmış. Hatta D. Bahçeli ve arkadaşlarının demeçlerine bakılırsa, sanırsın ki, Paris katliamında parmakları varmış gibi, bir hoşnutluk içindeler. Katliama seviniyorlar.

 Öte yandan, Ankara'da ABD Büyükelçiliği'ne yapılan saldırıyı üstlenen DHKP-C de, her hangi bir dış desteğe sahip olabilir ve çözüm sürecine karşı bir odak olarak mı devreye sokuluyor, diye bakmak gerekir. Neden şimdi bu eylem, diye sormadan edemiyoruz çünkü. Geçmişte, Özdemir Sabancı’ya yapılan suikastın zamanlaması da, yine Kürt sorununa çözümün konuşulduğu dönemde olmuştu.


CHP içinde de, MHP’den geri kalmayan çıkışlar gelişti. CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler, sanki büyük bir kabahat işlemişler gibi (“sosyal demokrat” olarak, kendilerinin yapması gereken bir konuda) AK Partililere hitaben diyor ki:

 “Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na vatandaşlık maddesi için partiniz ne önerdi arkadaşlar? ‘Türk vatandaşlığı’ nı değil, ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı’ nı öneriyorsunuz.” (CHP’nin sunî resmî ideolojisini çağrıştıran, inkârcı ve imhacı faşizan fetişizmi adeta dışa vuruluyor.)

 Unutmayalım ki, faşist (nazi) Adolf Hitler’ in partisinin adı, “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi” idi. Partilerin icraatları, isimleri ile değil, pratik uygulamalarıyla değerlendirilebilir. Sol demekle, halkçı demekle, öyle olunmuyor yani.

Ardından Birgül Hanım hızını alamıyor ve diyor ki;
 “Bana, Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz.”
 (Gerçi burada, onu, ırkçı Kemalist inkârcı bir geçmişe rağmen, “milliyet” bazında, kerhen bir “kabul” e doğru evrilmiş görmek lazım, belki de.  )

 On’ larca azınlık halkları, (altı oklu) tek parti despotizmi bir sistem cenderesinde, (Atatürk ilke ve inkılapları adı altında) zorla asimile ederek, “derin devlet “ marifetiyle, o azınlık halklardan sunî olarak devşirdikleri ”Beyaz Türk” ırkları ile varlığını inkâr ederek, tarih ve kültür adına var olan her şeylerini ellerinden alarak, imhasını hedefledikleri  Kürt halkının eşit olamayacağını (mecliste) pişkince bağırıyor ve histerik bir krize girmiş gibi, adeta isyan edebiliyor bu bayan!.. Hem suçlu, hem güçlü, davranan bir eda ile!..
 
 En demokrat (!) liderleri (“Karaoğlan” diyerek başımıza taç ettiğimiz) Ecevit bile, bir Diyarbakır mitinginde, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”  sloganını atan ve güya kendisini destekleyen Kürt halkına bağırarak; “Halklar yoktur; halk vardır, o da Türk halkıdır!” diyordu. Demek ki, bu bayan, burada kerhen de olsa bir ilerleme kaydetmiş oluyor sanki, ne dersiniz?.

 Sonra asıl tehdidini kusuyor Birgül Ayman Hanım;
 “Bundan sonra meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız.”  Hayda!..

 Asıl tehlike burada dillendiriliyor; hangi meşru müdafaa ve ne tür saldırıda oldular veya olacaklar acaba? Bu Bayan, Ergenekon kalıntılarının sözcüsü müdür; yoksa "avukatı" mı? Ne sıfatla bu tehditleri savuruyor? Belki de Ergenekon’ cuların son çırpınışlarıdır bu hezeyan. Kinle, öfkeyle ve telaşla kendi kendine bağrışıyor olabilir…

 CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler, tek başına bir birey midir? Hayır. O, CHP resmi ideolojisinin belki yumuşak yüzüdür. O, Kürt ve Alevi kimliğini kendisine bile itiraf edemediği için, inkârcı ve asimilasyoncu bir zihniyeti sürdürdüğünü kabul edebileceğimiz partisinin lideri Kılıçdaroğlu’ na bile hakaret etmiş olmaktadır.

 Oysa Kılıçdaroğlu, ne diyor; ''Irkçılık, bu partide olmamıştır ve olmayacaktır.”  “Olmayacaktır” lafını anlardık da; “olmamıştır” lafı asla doğru olamaz. Çünkü CHP tarihi, ırkçılık (ve katliam) tarihidir ve özellikle Kürt halkına karşı bu daha doğrudur. Geçmişte yapılanları doğru söylemeyenin, gelecek için söyleyecekleri de veya vereceği vaatleri de inandırıcı olmayacaktır.

 Birgül Hanım gibi “ulusalcı” düşünen CHP’li milletvekililer, bir iddiaya göre, bir grup kuracak kadar varmışlar. Kimileri de Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner gibi, "Birgül Ayman Güler doğru söyledi"  diyerek duygularını açıkça ifade edebildi. Diğerleri de el pençe divan!.. CHP, ne zaman sosyal demokrat bir parti olabilecek, merak ediyoruz.

 CHP, meclisi böyle gererken, Ankara'da ABD Büyükelçiliği'ne canlı bomba saldırısı yapıldı bile ve bu saldırıyı DHKP-C örgütü üstlendi. Eylemin amacı; özetle, Suriye politikaları nedeniyle, hedefleri ABD, uyarıları Türkiye’ye ve destekleri Suriye’ ye... Sonuç: iki ölü, bir yaralı… Neden şimdi?

 Bu örgütün, Özdemir Sabancı’nın katli eylemi de şaibeliydi. Eylemin tetikçileri Mustafa Duyar ve İsmail Akkol’ u içeri sokan Fehriye Erdal’ı, Sabancı Center binasına yerleştiren, Susurluk kazasında ölenler arasında olan polis müdürü Hüseyin Kocadağ’dı.  Yani “derin devlet”…

 Asıl hedef Sakıp Sabancı’ydı. Sakıp Sabancı’nın o günlerde hazırladığı “Güneydoğu Raporu” nda "Bask Modeli" ni önermesi de vardı. Yani asıl sebep, Kürt sorununa o zamanki çözüm süreci olmuştu.

 Mustafa Duyar, Türkiye Şam Büyükelçiliği’ne telefon ederek teslim oluyor. Yani o, Suriye’ de barınıyordu. Basındaki bir iddiaya göre, DHKP-C’nin şu anda bile Suriye’de bir eğitim kampı varmış.

 Sonra, Mustafa Duyar, suikast ile ilgili konuşmak isteyince, Karagümrük çetesi tarafından (Ahmet Yargüder eliyle) cezaevinde öldürülüyor.

 Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinde yer alan ve basına da yansıyan bir videoda Karagümrük çetesinin lideri Nuri Ergin, Özdemir Sabancı suikastının faili Mustafa Duyar'ı öldürme emrini kendisine Tuğgeneral Veli Küçük' ün verdiğini söylemiştir.

 Nuri Ergin, cezaevinin penceresinden gazetecilere seslenerek: «Bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü, ben öldürdüm. Şimdi canlı söylüyorum. Veli Abiyi ara, Veli Küçük' ü ara. Bizi sor! Başka bir şey söylemiyorum. Allah'a emanet olun!» diye bağırıyordu.

 İşte derin devlet ile kimi bağından dolayı şaibeli yanı olan DHKP-C örgütü, neden şimdi aktifleşiyor veya aktifleştiriliyor; zamanlaması da çok dikkat çekicidir. PKK'nın sahneden çekilmesinin konuşulduğu bir süreçte, canlı bomba eylemiyle DHKP-C sahneye çıkarılıyor, Belki başka örgüt ve çeteler de devreye sokulabilir.

 Dikkat çeken özel bir husus, Ömer Güney, Almanya'da yetiştirildikten sonra Fransa'ya gönderilmiş. Ecevit (Alişan) Şanlı; Türkiye'de yetiştirildikten sonra Almanya'ya kaçmış. Ömer Güney ile Ecevit (Alişan) Şanlı’nın hareket yolları, Almanya kavşağında kesişiyor.

Anlaşılan odur ki, Suriye krizi sürdükçe ve Kürt sorununa çözüm projesi ilerledikçe, ülke içinde, Ortadoğu ve Avrupa’da birçok provokasyon gerçekleşebilir. Buna hazırlıklı olmalıyız.

 Dış ve iç odaklar harekete geçmişse, demek ki, barış ve çözüm süreci, doğru bir yolda ilerliyor. Taraflar, işi ciddiye alıp, çok dikkatli davranmaları ve her türlü provokasyona rağmen, yılmadan, usanmadan bu demokratik sürece hız vermelidirler.

 Bizler de, halk olarak, her açıdan, bu barışın arkasında tüm gücümüzle durmalıyız ki, süreç, istikrarlı bir şekilde yürüsün ve hızlı yol alabilsin. Her şey, halkların kardeşliği ve özgürlüğü için olsun.
 Selam ve sevgiyle kalın.


 M.Nazım Güler - 04.02.2013
 [email protected]

Yorum Yaz