matesis
dedas

Suriye Hakkında Öngörüler

Suriye Hakkında Öngörüler

         Suriye ülke olarak doğal ve tarihi bir mecrada oluşmuş bir devlet ve toplum değildir. Belirgin özelliği şudur; birbiriyle yamalanmış bir toplum olmasıdır. Din, etnisite, ekonomik olanaklar, siyasi erk doğal yapısıyla oyum içinde olmamıştır şimdiye kadar. Suriye toplumunda görülmemiş bir zulüm, bir gaddarlık ve talancı bir yapı sonucunda oluşmuş bir kültürün tezahürleri olan siyasi davranışları, demokrasi kültürü, insan hakları, hukukun üstünlüğüyle entegre etmek mümkün değildir zaten.

         Kimse şalgamdan baklava yapabilir mi sanki?

         Ayrandan pekmez üretmek olanaklı olabilir mi hiç? 

         Baasçılardan da demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü beklemek doğru bir tavır olabilir mi? Elbette hayır!
Bazen olmazları yana yana getirerek bir iş becerdiğimizi zannediyoruz ama sorunun kendisi aslında başka kuşaklara fatura ediliyor. Bu sorunların acılarını, gerginliklerini, kutuplaşmalarını, eşitsizlikleri, düşmanlıkları hep gelecek nesillere havale ediyoruz.

         Bu tutumun ne kadar ahlaktan yoksun olduğunu belirtmeye gerek var mı?

         Malum uluslararası güçler Suriye devlet ve toplumunu masa başında ürettiler ve zamanın siyasi konjonktürüne göre de bunu bir mekâna oturttular. Suriye’ye biçilen elbise, uygun görülen devlet biçimi her ne kadar Fransızlaştırılmak istenmişse de siyasi ve maddi altyapısı buna uygun değildi. Mesela Kamışlıya bir Fransız İmar Planı uygulayarak burasını bir Fransız yerleşim birimi gibi yönetmek mümkün müdür? Değildir tabi! Bunun ekonomik alt yapısı, kültür, siyasi zihniyet, üst yapı ilişkileri olmadan nasıl gerçekleştireceksiniz ki?

         Şimdi çatırdayan ve herkesin kendi tarafına çekmek istediği Suriye devleti ve toplumunu neler bekliyor diye sorabiliriz.
Bir kere Suriye hiçbir zaman kendi çizdiği toplumsal, siyasi, dini ve etnik çerçeveyi tekçi bir mantıkla bir arada tutma iradesini ve kudretini gösteremeyecektir. Bu artık kesindir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Eskisi gibi kalmasını isteyenler kesinlikle gericidirler. Hani sık kullanılan bir metafor vardır ya; cin şişeden çıkmıştır deniliyor. Bu da aynen böyledir. Şimdi ne Araplar, ne Kürtler, ne Dürziler, ne Hıristiyanlar, ne Sünniler, ne Nusayriler sadece kendi istekleri doğrultusunda Suriye’ye şekil veremezler artık. Eğer Suriye Birleşik bir ülke olarak kalmak istiyorsa herkesin siyasi, etnik ve dini özelliklerini saygı göstermeleri, devlet ve toplumu yeniden inşa etmeleri gerekiyor. Katı olan merkezi devletin yerelleşmesi gerekiyor. Yani bu yeni kurulacak devletin toplumsal olarak tarihi genetiğiyle uyum içinde olması gerekiyor. Bu konuda geç bile kalınmıştır.

         Bu kadar çatışma, bozgunculuk, yıkım, çetecilik, kan ve acılardan sonra bunu başarabilmek pek de olanaklı olmayacağını söylemek gerekiyor. Ama yine de Yeni Suriye’de etnik kimlikler, dini aidiyetler ve siyasi temayüller daha net olarak ifade edilecekler ve buna icazet verecek olan bir siyasi harekette bu işi başarabilir. Yani Yeni Suriye federal ya da otonom bölgelere dayanarak bugünkü devlet sınırlarını koruyabilir. En minimum değişim bunu gerektiriyor.
Çözümler arasında en zor olanı budur belki ve bu da ortak iradeye paralel olarak gerçekleşecektir.

         Dolayısıyla kim Baas Partisinin yerine geçmek istiyorsa, onun iktidar koltuğunu ele geçirmek istiyorsa, ve burada temel değişiklikler yapmadan sürdürmek istiyorsa, kesinlikle demokratik toplumsal amaçlarında başarısız olacaktır. Bir diktatörlüğü, bir gericiliği, bir demokrasi ve eşitlik düşmanlığını tarihin çöp sepetine atarken, arka kapıdan yeni diktatörlüklere, gericiliklere, anti demokratik uygulamalara tevessül edilmesi akıl karı olamaz. Yeni düzen ve yeni toplum anlam itibariyle gerçekten yeni olmalıdır.

         Diğer bir öngörü de şöyle olabilir; Suriye Birleşik Bir Devlet olarak dağılır. Elbette tercihler ve beklentiler bu bağlamda farklıdır. Her dini ve etnik grup kendi devletini kurmak ister ama sınırlar ve aidiyetler, kimlikler ve nüfus sorunları, mübadele konusu devamlı bir çatışma nedeni, huzursuzluk nedeni olabilir. Bugünkü savaş değişik düzeylerde devam eder…
Örneğin, Baas Rejimi ve buna dayanan etnik ve dini yapı belli bir bölgede küçük bir devlet kurabilirler. Geriye kalan kesimler ise ya birlikte ya da ayrı ayrı devletler kurabilirler. Yalınız bu küçük devletlerin sınırları da, nüfus sorunları da, siyasi ve etnik yapıları da belli kesimler için bir çatışma ve savaş nedeni olabilirler. Mesela Suni Arap bölgesindeki Süryani Hıristiyanların sorunlarına yeni egemenler nasıl yaklaşacaklar? Bu temel bir sorun değil mi? Yine aynı sorunların Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgede güncel olduğunu hatırlamamız gerekmez mi? O nedenle de tekçi, monolitik ve mezhep esasına dayanan çözümler sorunu temelden çözmezler. Yeni Suriye’de çoğulculuk esas alınmalı, herkes bu ilkeyi benimsemeli ve kendini ona göre konumlandırmalıdır.

         Köklü bir çözüm ancak demokratik ve eşitlikçi bir yapılanmadan geçiyor çünkü.

         Başka bir öngörü de şöyle olabilir; uluslar arası güçler Suriye’ye müdahale eder ve Irak’a benzer bir yıkıcı toplumsal deneyimi yaşarız. Baas rejimi yıkıldığı halde yerine geçecek olan siyasi güçlerin olgunluk düzeyi ya da düzeysizliği gelişmelere damgasını vuracak. Her gün intihar saldırıları, bombalama, dini esas alan provokasyonlar, ekonomik talancılık had safhaya varabilir. Ayrıca savaşla doğrudan alakası olmayanların mal ve can güvenliğini sağlamakta büyük engellerle karşılaşacak ve bu sıradan bir durum halini olacaktır.

         Diğer önemli bir öngörü de şöyle gelişebilir; Suriye’deki Kürtlerle Türkiye arasında yeni bir siyasi ilişki dönemi başlar ve bu ilişki siyasi parti gözetmeksizin aynı Iraktaki Kürtlerle kurulan dostluğun devamı gibi olabilir. Bu da olası bir gelişmedir. Ya da Suriye Kürtleri Irak’taki Kürtlerle yeni bir devlet yapılanmasına gidebilirler. Daha da ötesi bu devlet yapılanması Türkiye Kürtlerini de içine alabilir. Ya da Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri, Türkiye ile bir eşitlik temelinde yeni bir federasyona gidebilirler. Ya da Kürtler tamamen bağımsız bir devlet kurabilirler. Bu da karşımızda duran bir seçenektir ve bu seçenek de belli bir siyasi ve ideolojik görüşlere sahip olan Kürtlere cazip de gelebilir.

         Hatta Kürtlerin büyük bir bölümünün gerçek özlemi de bu olabilir.

         Diğer önemli bir öngörü de şu olabilir; bugünkü yürek burkan iç savaş durumu devam eder. Bu savaş daha büyük kayıpları ve maddi tahribatları beraberinde getirir. Kimyasal silahlar devreye girebilir, uluslar arası güçler fiili savaşın bir tarafı olarak boy gösterebilirler. Savaş komşu ülkelere sıçrar ve tüm Orta doğudaki devlet sınırları yeniden şekillenir.
Şimdi tüm bu öngörülen gelişmelerin taşıyıcısı kimler olabilir ki?

         Bu öngörülerin taşıyıcıları elbette dönemin siyasi kurumlar, uluslararası siyasi güçler ve savaş psikolojisinin acı deneyimleriyle yaşayan insanlar olacaktır.

         Bir kere Baas Partisi kendisi dışındaki tüm siyasi akımlara, örgütlere yön vermeye çalışan, onları her zaman provoke eden, ajanlaştıran, itibarsızlaştıran, satın alan bir kültür geliştirdi Suriye’de. O nedenle modern anlamda siyasi partileri Suriye’de görmek mümkün değildir. Ne İslami siyasi akımlar, ne sol siyasi akımlar ne de Kürtler de modern parti anlamında doğru düzgün bir deneyim gösteremezler. Suriye’de herkes siyasi anlamda karşısındakinden kuşkuludur, tedirgindir, birbirlerinden korkarlar, siyasi anlamda birbirlerine güvenleri hiç yoktur ve olmamıştır. Kuşku saplantısıyla yoğrulmuştur insanların tüm görüşleri ve bunu kırmak için de elbette karşılıklı bir özveri gerektiriyor.

         Elbette bu destrüktif siyasi kültürün mimarı da Baas Partisidir ve onu elinde oyuncak gibi tutan Esad ailesidir. Aslında Baas Partisi bilindiği gibi Süryani asıllı olan Michael Eflak tarafından program ve ideolojisi inşa edilmiş, özellikle Komünizme karşı bir Arap Milliyetçi birleşim olarak ortaya çıkmıştır.

         Partinin temel amaçları bulanıktı, karmaşık bir fikir yapısına sahiptiler, derin bir siyasi felsefeden yoksundular. Biraz Arap milliyetçiliği, biraz devletçilik, biraz militarizm, biraz çapulculuk, biraz solculuk, biraz halkçılık, biraz savaş çığırtkanlığı, biraz sekularizm, biraz Kemalist retorik bir arada toplanmış ve Baas Partisi oluşturulmuştur. Yani tamamıyla eklektik bir yapı oluşturuyordu bu parti. Bu parti her şeyin birazını alırken, Esad ailesinin her şeyini ise parti içinde kutsal bir konuma getirmiştir!

         Yani aslında bu parti olmazları yan yana getirmiş ve bu olmazları aile sultası ile yönetilen bir kurum haline dönüştürmeyi başarmıştır.

         Baas Partisinin temel kuralı şimdiye kadar şu olmuştur: İktidarı elinde tutmak için her türlü yol mubahtır. Her türlü pislik geçerlidir. Yeter ki iktidarda kalın! Baas Partisinin siyaseti her açıdan iktidar düşkünlüğü olan Makyavelizm’in somut bir temerküzüdür. O nedenle de kendisi dışındaki siyasi kurumlara hayat hakkı tanımamıştır. Onları her zaman bir siyasi oyuncak haline getirmiş, toplum nazarında itibarlarını zedelemiştir. Eğer bunların varlıklarına dönemsel olarak göz yumulmuşsa da, bunları halk nazarında kimliksiz, itibarsız, güvenilmez, mızmızcı ve devamlı iç kavgalarla birbirini tüketen, aslında boş işlerle uğraşan kurumlar olarak takdim etmiştir. Ve bunda da başarılı olmuştur.
Mesela 1960 larda Kürtlerin bir tek partisi vardı; Suriye Kurdistanı Demokrat Partisi, bugün ise Kürtler adına hareket eden siyasi partilerin adını bile düzgün olarak aktarmak başlı başına bir iştir! Kürtler adına onlarca parti kurulmuştur. Aslında bunların birbirilerinden büyük ve aşılmaz farkları yoktur. Devamlı kendi aralarında atışırlar. Baas Partisi ve Suriye Muhaberatı sistematik olarak Kürt Partilerini böldü, ufaladı, kendine göre şekil vermeye çalıştı, her kesimi de birbirine düşürdü!

         Arap partileri de aynı durumdalar. Muhalefetin hepsi benzer durumdadır.

         Şimdi böylesi bir siyasi, örgütsel ve psikolojik durumdan çok olumlu neticeler beklemek elbette saflık olur. Her halükarda Suriye’yi çatışmalı, gergin ve sürprizlere açık olan bir gelecek beklemektedir. Bu geleceği net olarak şimdiden kestirmekte elbette olanaklı değildir.

         Dolayısıyla ünlü İngiliz filozofu Thomas Hobbes’in Leviathan adlı eserinde vurguladığı  ‘’Herkesin herkese karşı savaşı’’ gibi nitelendirdiği bir toplumsal durumla karşı karşıya gelinebilinir. O zaman da insani faturalar rakamlarla ifade edilmeyecek kadar büyük olacaktır.

         Çünkü insanlar ne ise toplumları da zaten böyle olurlar. O zaman da şunu dememiz gerekmez mi; insanları yaşat ki toplum da düzgün yaşasın, olgunlaşsın ve kendi geleceğine yön versin!

         Toplumu da yaşat ki insanlar olgunlaşsın… 

         Çünkü toplum ve insan birbirlerinin aynası oluyorlar.

         Bunu gerçek anlamda başaramayan toplumlar ve insanlar devamlı kabızlık sorunuyla uğraşan bireylere benzerler…

Yorum Yaz