matesis
dedas

Suriye Krizi ve Leyla Zana Sürprizi

Suriye Krizi ve Leyla Zana Sürprizi

SURİYE KRİZİ ve LEYLA ZANA SÜRPRİZİ

 Arap Baharı, Suriye’de bir intihara mı dönüşüyor acaba? Çünkü Batı’ nın Suriye’ye müdahalesi hem gecikti ve sanki buraya müdahale, diğer bölgelere müdahaleden daha farklı bir seyir izleyecek gibidir. Sanki Batı, Suriye’ye olası bir müdahaleyi, doğrudan kendi güçleriyle değil de, Türkiye gibi bir ülke eliyle yapmak istiyor?!

 Diğer Arap ülkeleri ( belki biraz Libya hariç) zaten Batı’ nın etki alanındaydılar ve oralardaki her askeri mevzilenme nasıldır, askeri malzemeler nelerdir ve nerelerdedir, gibi birçok şeyin bilgisine zaten sahiptiler. Batı, egemen oldukları ülkelerde, oturttukları her iktidara, alternatif olabilecek yedek yandaşları ve onları destekleyebilecek kendilerince şekillendirdikleri kitle iletişim kaynakları olabiliyor.

 Suriye ise, biraz öyle değildir. Arap Baharı yaşayan diğer ülkelerin belki hiçbirinde Rusya üssü bulunmamaktaydı. Ancak Suriye’ nin Tartus Limanında son derece donanımlı bir Rusya askeri üssü bulunmaktadır ve Akdeniz’deki tek ve çok önemli bir Rus üssüdür bu. Suriye ordusunun kara ve hava gücü, Rus silahlarını bulunduruyor ve bunlar, son yıllarda oldukça modernize edilerek Ruslarca yenilenmiştir.

 Rusya’nın ünlü uçak gemisi Kuznetsov, Aralık 2011’den beri buraya gönderilmiş olduğu zaten biliniyor. O tarihten beri Rusya, Suriye’de hızla yoğunlaşıyor ve sürekli Suriye ordusunu güçlendiriyor.

 Suriye ordusu, saldırı helikopterleri Mi-24 yanı sıra, kamyona monte edilebilir orta menzilli Pantsyr-S1 füzeleriyle, hava savunma sistemlerini yenilemiş ve hava hedeflerini tespit edebilen sofistike radarlar da dahil, yeni ekipmanlarla donatılmıştır. Bu sistemle, menzilde 20 km, irtifada 15 km hedefini kusursuzca vurabiliyorlarmış. Dahası, Rusya, Super-Sonic Yakhont anti-gemi füzeleri ve MİG-29 jetlerini ve diğer ekipmanları da Suriye’ ye gönderecekmiş. Vs.vs…

 Yani Suriye askeri yapılanmasında, Rusya’ yı, orada sonuna kadar kalacak ve geri çekilemeyecek denli işin içinde varsaymak gerekiyor.

 Bir dünya devi olan Çin Halk Cumhuriyeti’ ni de hesaba katmadan Suriye’ ye karşı atılacak hiçbir adım doğru hesaplı olmayacaktır.

 Çin, Suriye için uluslar arası gözlemciler komitesindedir. Ve uluslar arası güvenlik konseyindeki rolü de küçümsenemez.

 Çin Dışişleri Bakanı Yang, Suriye’nin egemenlik ve bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, güvenlik ve istikrarına saygı gösterilmesine, dikkat çekmiştir. Yani, bir dış müdahaleyi benimsemediklerini söylemişlerdir.

 Uçak krizinde de Çin; Suriye ve Türkiye’ ye, sakinliklerini koruma ve olaya itidalle yaklaşmalarını diledi; iki taraf hükümetini, tansiyonu yükseltmekten kaçınmaya ve olayı diplomatik yollarla çözmeye çağırdı. Bu çağrıdaki uyarının anlamı bellidir.

 Ayrıca, İran da işin içinde görülüyor. İran’ın yedek güçleriymiş kadar yakın müttefikleri sayılan, ( olası bir Suriye savaşından, doğrudan etkilenmesi oldukça muhtemel) Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’de Şia (Nusayri) iktidarı, İran için stratejik öneme sahiptir. Yani İran ve Lübnan Hizbullah’ını da bu hesabın içinde görmek gerekiyor.

 BM Güvenlik Konseyi’nin bir komitesi, İran’a uygulanan silah satış ambargosunun bu ülke tarafından delindiğini raporlamıştı ve Türkiye’nin el koyduğu ve Suriye’ye gönderildiği iddia edilen silahlar içinde, taarruz tüfekleri, makineli tüfekler, patlayıcılar, fünyeler, 60 ve 120 mm’ lik havan mermileri olduğu raporda belirtilmişti.

 Ayrıca ABD Hazine Bakanlığı, İranlı bir kargo şirketi olan Yas Air’ a, Orta Doğu ve Afrika’ya yasa dışı silah satışında aracı olduğu gerekçesiyle hakkında yaptırım uygulama kararı almıştı.

 Federal Irak’ta ise, şimdilik iktidarda olan Maliki’nin (Şiilikte İran eğiliminde olması nedeniyle) Suriye’ye olası desteğini de unutmamak lazımdır.

 Yani anlaşılan Suriye, sadece Suriye değildir; bu süreç itibariyle Suriye istese bile, yalnız bırakılamayacak kadar stratejik bir öneme haiz olduğu apaçık ortadadır.

 Öte tarafta, bu belirlemeleri pekiştirecek karşıt iddialar da vardır. Şöyle ki:

 New York Times kaynaklı habere göre; CIA, Türkiye ve Müslüman Kardeşler desteğiyle Suriye muhalefetini silahlandırıyor. Paralar da Suudi Arabistan ve Katar’danmış. (Yerel kaynaklara dayanarak, bölgede bulunmakta olan CHP Hatay milletvekili Refik Eryılmaz da bunu doğrulamış. -Can Dündar)

 Londra'da yayımlanan Eş-Şark El-Avsat kaynaklı habere göre; Suriye muhaliflerinin, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşmelerinde, Suriye'deki sivillerin nasıl korunabileceği konusu ele alınmış ve Türkiye sınırında ve Suriye içerisinden 5 km.lik bir tampon bölge oluşturulmak istendiği, Suriye muhalifleri ise, bu bölgenin 30 km olmasını istemişler.

 Eş Şark El-Avsat'a konuşan C.Başkanı Gül'ün danışmanı Erşad Hürmüzlü de, Arap Birliği'nin Suriye'nin üyeliğini askıya aldığını işaret ederek; Arap desteğinin yanı sıra, benzer bir tavır uluslararası camiadan da gelirse, tampon bölgenin oluşturulması mümkün olabileceğini söylemiş. Tabii anlayacağınız üzere, tampon bölgesinde amaç, Suriye’deki sivillerin korunması olacakmış. vs. vs.

 İşte bu bağlamda, Türk F-4 Phantom uçağı (belki de Rus teknisyenlerin desteğiyle) düşürülünceye kadar, Suriye’deki gelişmeler, bir Arap Baharı projesi gibi algılanabiliyordu.

 Uçağın düşürülmesiyle galiba işler burada değişik bir kulvara sokuluyor. Suriye’ye, Batı’nın müdahalesi beklenirken; yani konu uluslar arası bir sorun olması düşünülürken, sanki, ikili bir Türkiye-Suriye sorunuymuş gibi bir kılıfa sokularak, Batının bu ateşe maşa ile yaklaşmaya karar verdiği iddiası ortaya çıkıyor.

 Görüldüğü kadar, ne Suriye ve ne Türkiye egemenlerinin resmi ifadeleri inandırıcı olabiliyor: Suriye, Türk F-4 Phantom uçağını İsrail uçağı sandık diyor ( Peki “it dalaşı” vb. yolları önce denesene); Türkiye, uçağımız, uluslar arası sularda vurulmuş ve silahsızdı, diyor… (Nedense ABD kaynakları, yer olarak aksini söyledi.)

 Burada büyük bir oyun var; ya Suriye (Rusya, vb. adına), Türkiye ile bir savaşa itiliyor veya Türkiye, (ABD, vb. adına) Suriye ile bir savaşa itiliyor. Durum her ne ise, bu oyun bozulmalıdır ve birinci tercih asla savaş olmamalıdır.

 Bildiğimiz gibi; Çin, Rusya, Güney Afrika, Hindistan ve Brezilya, dünya denge denkleminde ABD ve politikalarıyla bağlantıları olmayan ülkelerdir. Bir dünya dengesi savaşında, bunlardan hangisinin nasıl davranacağı belli değildir.

 Benzer bir ifadeyle, olası bir Suriye- Türkiye savaşında, şu an Suriye’ ye karşı gibi duran Arap dünyasında bile, eğilimlerin ve güç mevzilenmesindeki sonuçların nasıl olacağı bugünden kestirilemez. Hele Türkiye karşısında İsrail’in açık-gizli ne yapacağı hiç kestirilemez.

 Olası ikili bir savaş, hem Türkiye’yi ve hem Suriye’yi çok aşan boyutlarda olacağı kesindir. Halklarımızı bu oyuna kurbanlık koyun yapmayalım ve diplomasinin tüm inceliklerini ve derinliklerini kullanarak her iki taraf, onuruyla bu işin içinden çıkış yollarını denemelidir.

 Şayet savaş da kaçınılmaz bir yol olursa; Türkiye asla tek başına bu işe girişmemelidir. Unutmayalım ki savaş bölgesi, bizim halklarımızın yaşadığı bu bölgede olacak ve ateş düştüğü yeri yakacaktır.

 Can havliyle başkalarına maşa olmuş Beşar Esad, yalnız değildir; dolayısıyla Türkiye tarafı anlık duygusal tepkiler vererek kendisini ateşe itmemelidir; zaten asıl plan da sanki budur. Göreceli muhatap Suriye görülebilir; oysa durumun, tam da bunun tersi olduğunu öngörebilmek gerekiyor. Yani Türkiye, Suriye’ye bakarken, arkasını da kollamak zorundadır.

 Son duyumlara ve iddialara göre, işin içine PKK de karışmış durumdadır. Yani Suriye’nin, aynı zamanda bir Kürt sorunu cephesi de vardır. İddilara göre Dr. Bahoz Erdal şahsında, Suriye kökenli HPG militanlarıyla Beşar Esad’a destek çıkıyorlarmış ve içerdeki yandaşları PYD ile diğer Suriye Kürdistan’ ındaki Kürt muhalefetini sindirmek adına Kürt bölgelerinde açıktan ve resmi olarak yol kontrolünü yapmaktaymışlar. İddiaya göre, PYD lideri Salih Müslüm, Suriye cezaevinde müebbed hepse mahkûm iken, güya Beşar Esad ile anlaşma yapılarak iki yılını bile doldurmadan serbest bırakılıyor ve bu partinin başına getiriliyor. PKK tarafı bu iddiaları kabul etmese de, demek ki Kürt alanında da uluslar arası güçlerin (PKK ile veya PKk’siz) işbaşında olabileceğini öngörmek gerekiyor.

 İşte tam da bu anlamda ve bu bağlamda, Leyla Zana ve Başbakan Tayyip Erdoğan görüşmesini, çok olumlu bir sürpriz olarak görmek ve mutlaka açılıma gidecek yolda önemsemek gerekiyor. Çünkü kabul etmek gerekir ki, Ortadoğu denkleminde Kürtler, ulus olarak, önemli bir partnerdir ve mutlaka ciddiye alınmalıdır. Suriye gibi bir kriz, her an Türkiye’nin önüne gelebiliyor (veya getirilebiliyor) ve böyle bir durumda Türkiye, kendi içinde, kendi halklarıyla uyum içinde ve barışık olmak zorundadır.

 Bu nedenle, Leyla Zana görüşmesi, Kürt sorununu, barış ve demokrasi çerçevesinde çözebilmek açısından önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Tam da silahlı çatışmaların tırmanma gösterdiği bir aşamada Leyla Zana gibi önemli bir şahsiyet, büyük bir sürprize imza atıyor.

 Dışarıdan bakıldığında, Leyla Zana bir şahıs olabilir; ancak tek başına bu adımı atmadığına inanıyorum. Bu görüşme olumlu ve hayırlı geçerse, PKK içinde ve dışında, demokratik barıştan; eşit ve özgür kardeşlikten yana olanların elini güçlendirecek ve ( silahlı yola alternatif) demokratik yoldan çözüm daha bir kolaylaşacaktır. Dilerim Ak Parti ve PKK bu görüşmeyi kötüye yormaz ve gelişmelerin olumlu geçmesine katkı sunarlar da artık gencecik yavrularımızın ölüm haberleri de son bulur. Barış ve onurlu bir çözüm gelir.

 Şayet bu görüşme olumlu bir şekilde taçlandırılırsa, umuyorum ki devamı da gelir ve sonuç olarak silahlar susar, akan kan durur; demokratik açılım, barışçıl yolla özgür ve eşit bir kardeşliği tesis edebilir. Her şey halklarımızın özgür ve eşit kardeşliği ve gençlerimizin umut dolu geleceği için olsun.

 Selam ve sevgiyle kalın.

 M.Nazım Güler - 01.07 2012
 [email protected]

Yorum Yaz