tatlidede

Suriye'deki iç savaş ve Türkiye'nin yeni komşusu!

Suriye'deki iç savaş ve Türkiye'nin yeni komşusu!

Suriye’de artık bir iç savaş haline dönüşen halk ayaklanması giderek zalim Esed rejiminin kontrolünden çıkıyor.

Gerek muhaliflerin kazandığı askeri başarılar gerek kanlı rejimin tam kalbine yapılan saldırılar, laik Baas diktatoryası için kaçınılmaz sonun başlangıcını işaret ediyor aslında.

Çatışmalar artık ülkenin en büyük iki şehri olan başkent Şam ve Halep’e sıçramış, özellikle de Halep’te yoğunlaşmış durumda.

Türkiye ve Irak ile olan sınır kapılarının büyük bir bölümü geçtiğimiz günlerde Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) denetimine geçmişti.

Bu da muhaliflere gizlice yapılmakta olan lojistik desteğin artması anlamına gelecek.

Ancak Irak’ta Maliki yönetimi, Şii kimliği nedeniyle muhaliflere destek gönderilmesine izin vermeyeceği gibi, İran’dan bu ülkeye yapılan silah ve asker sevkiyatına da aracılık yapıyor.

Nitekim geçtiğimiz günlerde İran’dan Suriye’ye yapılan büyük bir asker sevkiyatının Irak üzerinden yapıldığı belirtiliyor.

ÖSO milislerinin çatışmalarda ele geçirdikleri askerlerin büyük bölümünün Arapça bilmediğini ve Farsça konuştuklarını söylemesi İran’ın rejime verdiği desteğin bir başka kanıtı.

Suriye krizi Şii toplum açısından tarihe bir utanç levhası olarak geçecektir.

Yüzyıllardır “mazlumiyet” edebiyatı ile süregelen bir anlayışın temsilcisi olan Şiiler, sırf mezhepsel yakınlık gibi bir gerekçeyle laik Baas diktatörlüğünün katliamlarına destek veriyorlar.

Tıpkı geçmişte Humeyni’nin baba Esed’in Hama katliamına destek vermesi gibi.

İran, Irak, Hizbullah ve Lübnan Şiileri bu utancın izlerini artık silemeyeceklerdir.

Diğer yandan Batı dünyası da tıpkı Bosna savaşında olduğu gibi yine katliamlara çanak tutan bir anlayış içinde.

O dönemde Sırp katilleri destekleyen Rusya’nın oyuncağı haline gelen BM Güvenlik Konseyi şimdilerde yine katillerin hamisi olan Rusya’nın elinde oyuncak olmuş durumda.

Bosna savaşında süreci seyrederek yüz binlerce Müslüman’ın katledilmesine seyirci kalan dünya, şimdilerde bu anlayışının pek de değişmediğini ispatlıyor.   

Daha ilk haftasında rejimin saldırıları ile geçerliliğini kaybeden Annan planı, en sonunda BM ve Arap Birliği temsilcisi Kofi Annan’ın istifası ile artık tamamen gündemden düştü.

Suriye rejimine zaman kazandırmak için dünyayla alay edercesine “çözüm Annan planında” diyen Rusya ve Çin, Esed yönetimine zaman kazandırmak için artık hangi bahaneyi kullanacaklarını planlamakla meşguller şu sıralar.

Ancak kaçınılmaz sonu önlemeleri mümkün görünmüyor.

Suriye’de elbet zalim Baas rejimi devrilecek.

Diktatör Esed’in sonu da bu gidişle onursuz bir ölümle hayatı son bulan Kaddafi’den farksız olmayacak.

Yeni Suriye’nin geleceğinde Rusya, Çin ve İran gibi ülkeler olmayacak.

Olayların en başından beri Suriye halkının yanında pozisyon alan ve bu duruşunu devam ettiren Türkiye, bu sürecin kazananlarından olacak.

Daha önce de belirttiğimiz gibi; Türkiye, Suriye konusunda haklı ve gerçekçi bir politika izlemektedir.

Bizdeki Kemalist, ulusalcı çevrelerin eleştirileri kendi dar kalıplı ve dar ufuklu görüşlerinin bir yansımasıdır.

Bu kesimin zihniyetini göstermesi açısından hiç unutamadığım bir örneği vermek istiyorum.

Ulusalcı Kemalist kanada mensup birisi, hem de geçmişte Meclis Başkanvekilliği yapmış birisi, ilk Körfez Krizi zamanında çıktığı bir TV programında, “Saddam’ın ne kadar demokratik bir anayasa hazırladığını ama Kürtlerin bunu sabote ederek ABD müdahalesine zemin hazırladığını” anlatmıştı da programın diğer konuğu olan liberal bir yazar ve ekran başındakiler neredeyse sinir krizine girmişti.

20 yıl sonra hala aynı noktadalar, değişen bir şey yok.

Bugün Esed’i savunan koalisyona bir bakın.

Rusya, Çin, Şii şeriat devleti İran, Şii Başbakan liderliğindeki Irak hükümeti, Şii kimlikli Hizbullah, Türkiye’nin laik kimliğe sahip Kemalist-ulusalcı çevreleri ile Alevilerin ateist, solcu kesimleri.

Normal bir durumda asla bir araya gelemeyecek olan bu unsurları bir araya getiren farklı gerekçeler var.

Rusya ve Çin, geleneksel müttefikleri ve silah sanayilerinin en önemli alıcılarından olan Suriye’yi kaybetmemek; İran ve Şiiler, mezhepsel yakınlık ve Sünni karşıtlığı; laik ve Kemalistler de hem Esed’in laik kimliği hem de Esed’in karşısında haklı bir pozisyon alan AK Parti muhalifliği adına böyle ucube bir koalisyon oluşturmuş durumdular.

Bir de PKK var tabi.

Olayların başlangıcında Suriye’de ÖSO ile çatışmalara giren ve kendi halkına vatandaşlığı bile çok gören bir rejimi savunan PKK.

Bu arada Suriye’nin kuzeyinde yani Suriye Kürdistan’ı olarak isimlendirilen bölgede oluşmakta olan yeni özerk bölge girişimini de Türkiye daha soğukkanlı karşılamalıdır.

Geçmişte Irak Kürdistan’ındaki bölgesel yönetimle sürdürülen gerginlik politikasından hiçbir fayda görmeyen ve son dönemlerde bu bölge ile olması gerektiği gibi iyi ilişkiler kuran Türkiye, bu konuda şahin politikalar izlemek yerine diyaloga açık bir politika takip etmelidir.

Çünkü Türkiye’nin güneydoğu sınırlarında mevcut bir Kürt özerk bölgesine ek olarak ikinci bir Kürt özerk bölgesi daha kurulur ve Türkiye kendi Kürt sorununu hala güvenlik politikaları ile çözme gayretini sürdürürse, bu konuda yaşadığı sıkıntılar daha da artma eğilimine girebilir.

Oysa bu bölgelerle kurulacak iyi ilişkilere ek olarak, Kürt sorununun barışçı, demokratik ve adil bir şekilde çözülmesi, Türkiye’yi çok arzuladığı “bölgenin lider ülkesi” pozisyonuna yükseltebilecektir.

Kendi iç sorunlarını çözemeyen bir ülkenin sözlerini dışarıdakilerin fazla ciddiye almaları beklenemez.

Sorun yaşanan muhatap iyi niyetliyse “sen önce kendi meseleni çöz” diyecektir; eğer kötü niyetliyse içeride yaşanan sorunu tetikleme yoluna gidecektir.

Sonuç olarak, Suriye’deki bu süreç er veya geç sona erecek, su mecrasını bulacak, zalim rejim yerle bir olacaktır.

Tarih bu süreçte kimin hangi tarafta yer aldığını da kaydedecektir.

Zalim diktatörlerin yanında saf tutanlar da bunun utancı ile yaşamanın yanı sıra, bu durumun hesabını da mutlaka vereceklerdir.

Yorum Yaz