matesis
dedas

Tekrar Tekrar 28 Şubat Sendromu

Tekrar Tekrar 28 Şubat Sendromu

Bugün “nadir hastalıklar günü”. Her yılın 28 Şubat’ı “nadir hastalıklar günü” olarak kabul ediliyor.  Nedir bu “nadir hastalıklar” diye soracak olursanız, o da her yüzyılda bir çıkan ya da bir yerde çıkan bir başka yerde esamesi bile görülmeyen bir hastalıktır. Bu bağlamda “28 Şubat Sendromu” da nadir bir hastalık olarak görülebileceği kanaatindeyim. Bir tek Türkiye’de olup dünyanın başka bir yerinde olmayan bir sendromdur. Bir tek yılın belli bir günü ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu hastalık titreyip kendine gelme arzusu, aynı nakaratı tekrarlama ve geçmişin geri gelme korkusu olarak ortaya çıkıyor.

Oysa 28 şubat TSK’nin devleti şekillendirme denemesidir. 28 Şubat aynı zamanda da Türkiyede sermayenin devlete müdahelesidir. Bu yüzden 28 şubat iki ayrı bakışı hak ediyor. Bir tanesi bu yazıda ele alınaca laiklerle laik olmayanlar arasındaki iktidar kavgası diğeri de sonraya bıraktığım yerli sermayenin küreselleşmeye karşı verdiği kavgadır.

O gün atanmışlar seçilmişler karşı bir muharebeyi  kazandılar. TSK Başbakana açıkça “git seni istemiyoruz” dedi. Diğer seçilmişler de, kısacası Cumhurbaşkanı, muhalefet, rektörler, dekanlar, proflar, doçlar, stk’lar, yazarlar, gazeteciler hepsi susup TSK’nin demokrasiyi nasıl rafa kaldırdığını izledi. Sustular çünkü sıranın onlara geleceğini düşündüler. Sustular çünkü boşalan yerlerde gözleri vardı. O gün işinden, makamından olan bir çok yönetici yerini sesini çıkarmamış, susmuş yardımcısına devretti.

Bu gün onların mahkemesi devam ediyor, bu yüzden onlarla ilgili yorum yapmayacağım. Ama o zamanın Genel Kurmay Başkanı İ.H.Karadayı ve diğer komutanlar bu işi planlamış olabilirler, askerler planlamış olsalar da asker olmayanlar bunu uyguladı. Üniversitelerde kılık kıyafetinden dolayı kızı Genel kurmay Başkanı sınıftan atmadı, bilakis atanmışların gözüne giremese bile batmak istemeyenler o kızı sınıftan attı. Kimin namaz kıldığını yine Genel kurmay Başkanı pencereden bakarak tespit etmedi, bilakis onu misafirliğine gelen arkadaşı ispiyonladı.

28 şubatı yaptıranlar mahkemede olsa da yapanlar aramızdan hiç çıkmadı. O gün başı açık kızı sınıftan atan doçentler bugün Prof. oldular ve  ondan taraf olurken aynı Prof bugün de başı açık kızlara tavır alıyor. Bu 28 şubatın aslında ne kadar işe yaradığını gösteriyor. STK’lerin  de çoğu sustu. Bu gün demokrasi havarasi bir çok sivil toplum örgütü o gün saklanıyordu sırf fikrini sormasınlar diye. Ya yargıçlarımız, savcılarımız onlar nerede kaldı? Onlar da aynı yerde işlerinin başında.

O gün demokratlar demokrasi savunsaydılar, seçilmişlere destek olsaydılar bu gün 28 Şubat’ı bir darbe olarak hatırlamazdık.  Bu taraflar arasındaki “tahammülsüzlük” ortaya çıkmazdı. İntikam arzusu ile iktidara gelmeyi kimse aklından geçirmezdi.

Bu gün geldiğimiz nokta ise yeni bir 28 Şubat’a gebe çünkü muhafazakârlar 28 şubat yenilgisini etkilerii üzerinden attıkça, daha bir dik durdukça intikam ile yanıyorlar aynı zamanda da muhafazakârlar tarihleri boyunca ilk kez iktidara sımsıkı sarılıyorlar. Daha evvel dindarlar “Allah’ın ipine sarılmayı” salık verirken bu defa iktidarın ipine sarılmaları, dindarı dindarlığından ettiği gibi dini aynen daha öncekiler gibi siyasete alet ediyorlar.  İktidarın tüm gücünü kullanıyorlar. İktidarı dinî bir aygıt gibi kullandıkları için de bunda dinî bir beis görmüyorlar. Buyüzden iktidara karşı olanları cezalandırmada ellerini hafif tutmuyorlar.  Zira ülke yönetimini bir savaş meydanı olarak görmek yeni muharebelere davet çıkarmaktır, ki bunun da sonu yoktur. Bu hep yeni 28 Şubatlara sebep olmaktır.

Yorum Yaz