tatlidede

Turabdin ve Süryaniler (3)

Turabdin ve Süryaniler (3)


Süryaniler Turabdin bölgesinin en kadim halklarından olduğunu iddia etseler de, miladi dördüncü yüzyıldan önce buralarda yaşadıklarına dair ciddi bir belge ve eser bulunmamaktadır.

325 İznik Konsili sonrası bazı teolojik tartışmalardan sonra Antakya kilisesinin yıkılması ve Süryanilerin önce Urfa (edessa)ya kaçmaları ve ardından da Nusaybin bölgesine yerleşmeleri sonrasında yaygın olarak bir Süryani nüfusun burada kaldığı bilinmektedir. Zaten başta Turabdin olmak üzere Mardin ve çevresindeki birçok kilise ve manastırın dördüncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren inşa edilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.

Turabdin’de bulunan birçok kilise ve manastırı elinde tutan günümüz Ortodoks Süryani Kilisesinin tarihte Bizans’a karşı ve İran’ın himayesinde olan ‘Yakubi’lerin devamı olduğunu iddia eden bazı batılı düşünürler,  bu nedenle Süryanilere soğuk ve mesafeli yaklaşım içinde bulunmaktadırlar…   Nisibis (Nusaybin) ve Beth Zobday (Cizre)’de  birer piskopos varken Turabdin bölgesi henüz Hristiyanlaşmamıştı  iddiasıyla da Ortodoks Süryanilerin bölgedeki kadim halklardan olduğu görüşünü kuşkuyla karşılayan bilim adamları da vardır. (Andrew Palmer- Kartmin Manastırının 1600 yıllık öyküsü adlı makalesi)

Bazı batılı akademisyenler bölgedeki manastır ve kiliselerin bir kısmının eski dinlere (paganist, Mecusi, Yahudi vb.) ait tapınakların üzerine inşa edildiğini varsaymaktadır. Harabale (Arkah)taki Mor Malke manastırında yer alan bir sunak, Pers döneminden bir ateşgede tapınağı kalıntısı olduğunu göstermektedir. Salah yakınlarındaki Mor Yakup manastırı da tanrı Herkül’ün adını taşıyan diğer bir Zerdüşt tapınağı üzerine kurulmuştur. Mor Gabriel manastırında bulunan üç işlenmiş taşın da benzer bir tapınağa ait heykel kaideleri olmasını çağrıştırmaktadır. Mor Gabriel kemerleri olarak ünlenen ören yeri de eski bir kült alanını hatırlatmaktadır. (Andrew Palmer-age.)  Mardin Deyrulzaferan Manastırının da  (1166-1932 arası dönemde Süryani Ortodoks Patriklik Merkezi ) Milattan önce yaklaşık 3000 yıllarında inşa edilmiş bir Şemsi (güneşe tapanlar) tapınağı olduğu biliniyor. Manastır Miladi 5. Yüzyılın sonlarına doğru bu eski tapınağın üzerine inşa edilmiştir.

Turabdin bölgesinin en çok öne çıkan manastırı kuşkusuz Mor Gabriel (Deyrulumur) Manastırıdır.

Kartmin (Mor Gabriel) Kilisesi MS.397 yılında kurulmuş olup Kadıköy Konsili (451) karşıtlığıyla öne çıkmış ve o dönemde muhaliflerin adeta merkezi olmuştur.

Mobuğ (halep yakınlarındaki Münbiç) metropoliti Mor  fliuksinos (ö.523) ; ‘inançla oraya yedi defa gitmek bir defa Kudüs’e gitmekle eşdeğerdir’ diyerek Kartmin Kilisesini övmektedir.

Kartmin başrahibi Kustan’lı Gabriel, 639-640 yılındaki Arap İslam akınlarında Turabdin ve Dara cemaatlarını bu manastırdan yönetiyordu. Müslümanlarla yaptığı anlaşmayla Süryanilerin can ve mal emniyetini sağlaması nedeniyle gelecek nesiller arasında büyük bir ün ve takdir toplamıştır.

Süryanilerin büyük kısmı, batıdaki Hristiyanlardan ve Ermeni dindaşlarından farklı olarak Nuh’un gemisinin Ağrı dağında değil, Cizre (Gziro) doğusundaki Cudi dağında olduğuna inanır.

Süryaniler yaşadıkları bölgede komşu halkaların dil, gelenek ve kültürlerine uyum sağlamakta hiç zorlanmazlar. Mesela, Turabdin Mafiryanı Basilius Şem’un ö. 1740) Süryani harflerle Kürtçe olarak kaleme aldığı uzun şiiri büyük bir beğeni ve ilgi oluşturmuştur. (Hollanda Mor Afrem Manastırı sorumlusu Mor Julies Çiçek’in makalesi) Mardin şehir merkezinde ise Arapça müzik söyleyebilmekte ve reyhani raksını oynayabilmektedirler.

Süryaniler Ortodoks olup ilk dönemlerde Antakya merkezli dini yapılanmaya girmişlerdir. İnanç, gelenek ve kültürel dokularına çok sıkı bağlıdırlar. 18. Yüzyıldan itibaren –Osmanlıların da zayıflamasıyla- Amerikan, İngiliz ve Alman Katolik ve Protestanlar bölgeye üşüşerek mezhep değiştirmeleri için yaygın misyonerlik faaliyetinde bulunmuşlardır.

Ermeniler Ortodoks/Gregoryen olmasına rağmen bu misyonerlerin hedefi haline gelerek direnç gösteremeyip Katolik ve Protestanlığa geçtiler. Milliyetçilik ve sekülerleşme geç dönemde (19.yy sonları) daha çok Asuri’lik etiketiyle Süryaniler arasında propaganda edilmiştir..  Ancak Süryaniler küçük firelerle beraber ana kütlesini korumayı başarmışlardır.

Seküler ve milliyetçi propagandayı da Süryaniler arasında daha çok bu Katolik ve protestan misyonerlerin (arkeolog, antropolog, tabip ve din adamları kisvesiyle) yaptıkları söylenebilir.

Turabdin bölgesi Süryani Ortodoks Hristiyanları tarih, kültür ve coğrafya açısından bölgemizin asil ve kadim halklarıdır. Mezopotamya’nın, Anadolu’nun ve Ortadoğu’nun zengin mirasının önemli desenlerin de biridir.

Acı-tatlı hatıralarıyla bölge insanının duygudaşlık, tarihdaşlık ve kaderdaşlık açısından ortaklaştıkları, bu nedenle ayrıştırma, ötekileştirme ve çatıştırmanın yatay değil dikey ve hatta ithal olduğu gerçeğini bölge insanıyla yüzyüze konuşulduğunda apaçık görülmektedir.

Hristiyanlığın batıya/Roma’ya intikali ve sonrasında batılı halkların misyonu toplu kabullenmeleriyle beraber, bu toplumlarda var olan birçok paganist ve politeist figürün de bu dine taşındığı ifade edilmektedir. Haç, vahşi hayvan figürleri, kabartmalar ve ikonlar gibi. Hatta batı hristyanlarından farklı olarak domuz etinin haram olması ve erkeklerin sünnet geleneği de doğu Hristiyanlarında yer yer göze çarpmaktadır. Rukulu-secdeli ibadet/namaz da Süryani gelenekte Pazar ayinlerinde mevcudiyetini devam ettirmektedir. Pavlus’un mektuplarında ifade edilen ve özellikle de Luther tarafından hararetle savunulan ‘Musa Şeriatına uyma zorunluluğunun gerekmediği’ inancına Süryaniler çok sıcak bakmazlar.

İznik konsülünde (m.325) teslisin resmi bir kabul olarak dayatılması sonrasında Roma kültüründe var olan bir çok figürün zorunlu dini bir olguymuş gibi hızla yayılması neticesinde bir çok alanda yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de Çan Kulesidir.

Turabdin bölgesinde bulunan kilise ve manastırlarda daha önce Çan Kulesi bulunmazdı. Ancak yakın dönemde her manastıra ve kiliseye birer çan kulesi monte edildiğini görüyoruz. (Örneğin Mor Yakup D’Karno manastırına, Mor Melkit manastırına 2001 yılında çan kulesi eklemlenmiştir. 1960’tan sonra birçok kilise ve manastırın çatısına çan kuleleri inşa edildiği iafade edilmektedir.)

Oysa hepsi de tescilli birer somut kültürel varlık olup genel görünümleri ve ayırt edici özellik taşıyan tarafları itina ile korunmalıydı. Zira din, mezhep, kültür, sanat, tarih ve mimari açıdan haklarında yanıltıcı bilgi oluşturacak her türlü müdahale yasaktır ve suçtur.

 Daha önce Nusaybin’deki Mor Yakup manastırında da aynı müdahalelerde bulunulmuştu; orijinal yapısında bulunmamasına rağmen bir çok yerine –içeride ve dışarıda- haç yerleştirilmiştir. Nusaybin Mor Yakup Kilisesinde haç figürlerinin sonradan yerleştirildiğini ortalama bir Sanat Tarihi bilgisine sahip olanların da fark edeceği bir husustur.

Bir Artuklu eseri olan Mardin Ulu Cami’inin kıble duvarında ve mihrabın sol tarafına geçen yıllarda yerleştirilen – sakal-ı şerif diye iddia edilen- eklentinin Cami mimarisi orijinalinde olmamasına rağmen yetkili kişi ve kurumlardan bir tepki gelmemesi de düşündürücüdür. Bu tarihi yapının tescilli somut varlık olduğu bilinmektedir.

Geçmişten günümüze gelen ve günümüzden gelecek nesillere aktarılacak olan bu ve benzeri yapıların  -hangi din, mezhep ve coğrafyada olursa olsun- orjinal şekliyle korunması bütün insanlığın ortak sorumluluğudur. Çünkü bu yapılar tüm dünyada ve BM’e bağlı UNESCO tarafından insanlığın ortak mirası olarak kabul edilmektedir. Bunların tahribi ve özelliğinin değiştirlmesi de suçtur.

Tarih ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ile Anıtlar Yüksek Kurulu’nun bu konuda dikkatli bir inceleme yaparak gereğini yapması gerekmektedir. El kaide veya Taliban’ın şiddet ve kaba şekilde tarihi-kültürel yapılara verdiği tahribata karşı durmak ne kadar önemliyse; manastır, kilise, medrese, cami ve benzeri yapıların genel görünümünü ve belirgin mimari özelliklerini hangi gerekçeyle olursa olsun değiştirmek veya yeni ilavelerle  orjinalitesini bozmaya karşı durmak ta bu kadar elzemdir.


Yorum Yaz