matesis
dedas

Umudumla Hasbihal

Umudumla Hasbihal

İçimde tüm masumiyetiyle bana gülümseyen küçük bir kız var, hayatı sırtında taşıyan yaşını başını almış kızın, hemen dibinde duran gözleri umutla parlayan bir kız derinliklerimde.  Nefes almakta zorlandığım, boşlukların beni boğduğu, konuşmaya mecalimin olmadığı, konuşsam da elli yerinden sesimin kesildiği, dizlerimdeki dermanın beni tökezletip, her adım atmamda büyük bir acıyla düşüp düşüp yüreğimi en narin yerinden parçaladığı zamanlarda, sıkıca sarılıp, sımsıcak masumiyetini kucakladığım, ruhumun kan akıtan yerlerini pansuman edip, yeniden hayata gülümseten masumiyetim, umudum, inancım küçük bir kız...Can...

Ruhum kanıyor yine “can”, uykusuzluk böcekleri ısırıyor her yanımdan, gecenin uyku vaktinde ben duvara yansıyan gölgemle tekil oldum. Boğmaya çalıştığım karanlık düşler, bana en gürültülü ninnilerini söylüyor. Toprak altından yükselen çığlıklar iliklerime kadar işleyerek, ak saçlı anaların koynunda kucaklaşıp, kan akıtan gözyaşlarına dönüşüyor. İlk ve son fotoğrafını sana emanet ettiğim Ceylanın hıçkırıkları, Serabın, Uğurun, Şerzanın iniltileri, vatan borcudur diye diye kendi evlatlarını öldürenlerin “Mehmetçik” dedikleri gencecik oğlanların bağrışları, nefes almaları için gerekli tüm yolları kapatıp dağlara öteledikleri gencecik “gerillaların” çırpınışları, közlenmiş demirle dövülmüş gibi yaralar açıyor bedenimde. Dokunmaya korkuyorum tenime, dokunsam irin akıyor, kıpkırmızı irin...Tenim…

Bir “Mezcub”  oldum “can”. Eteklerinde yavrularının parçalarını toplayan anaların, ve oğullarının tabutlarını kıpkırmızı bir yüzsüzlükle taşıyan apoletli büyüklerin arakasında döşlerine vura vura yürüyen anaların bağrında kavrulan bir meczup. Dillerim dursun, bir kara tren gelsin de bu biçareyi un ufak edip ezip geçsin, bendenimi müzmin bir hastalık tutsun, hırpalasın. Yaşam diye taşıdığım hücrelerimi hırpalayıp delik deşik etsin. Etsin ki toprağa karışıp, kök salayım. Yeşeren umut olsun, barış olsun…

İyiyi ,kötüyü, dostu düşmanı unuttum. Bölünmez bütünlüğü alt ettim. Bakışımda, duruşumda, oturuşumda ve tüm benliğimde taşıdığım, askerin, gerillanın, küçük bedenleri bombalarla biçilen masum bebelerin ölü ruhları geziniyor. Düğününe beş gün kala öldürülen nişanlıya ağıtlar yakan bir kız doluyor içime. Her bir damla gözyaşında saçları yüreğime değiyor, değdikçe “ben” diye biri yok oluyor. Kim olduğumu, olup olmadığımı, nasıl olduğumu bilmezken ölüm salıncaklarından düşüş niye…

Bu topraklara ekilen onca ölüm niye “can”? Ölen kim? Öldüren kim? Kim atıyor onca ölü tohumu topraklarımıza?

Ağıtlar yakan anaların bağrında dururken, “ortaktır acınız, hepinizin gözyaşları birbirini kucaklıyor” diye demirden tesbihler çekerken, kimse duymuyor beni. Herkes kendi ölüsünü yıkıyor dualarla, diğerinin ölüsüne ise beddua suları ısıtılıyor. Kör ve kirli dillerle yıkanmış kuyulardan su çekmek ne kadar zor. Bakraç kırılıp, inim inim inliyerek duvarlara çarpıyor,  her asılmamda…

Yükselen her çığlıkta karanlığın boynuna ilmekler atıp, “barışı” bir oyana bir buyana sallandırıyorum. Baktığım boşluklarda boğuluyorum. Bırakta sana yaslanayım masumiyetim. Beni anlamayan bakışlarda canımı döke döke sarılayım sana. Ülkemin bereketi kanlı anlamsız bir savaşta talan edilirken, düşen her bir  yaprak için sana geleyim. Geleyimde koynunda nöbet tutayım. Umudu, barışı ruhunda ilmek ilmek dokumuş sana sarılayım bitkin kollarımla. “Can”, kirpiklerimi düştüğü yerden kaldıramayacak kadar takatsizim, yüreğim titreme nöbetlerinde. İçimde yürüyen tufana can veren senin masumiyetin, umudun, inancındır. Ne olur ört üstümü “barış” yorganlarıylada ısınayım. Dindirmesin umudumuzu,  “savaş” savunucularının çirkin insanlığından dökülen küfürler.  

Başımı ellerimin arasına alıp, zonklayan kalbimle ölülerinin arakasından zifiri karanlıklarla yas tutan annelerin eteklerinin altında dualar ediyorum. İçimde koca acı bir göl, lakin gözümde parıltıdır…Ortasında “umut” diye bir damar atar…İçimde “gülümseme” topluyorum çıkın çıkın, ülkemin çocukları için.

Geç kalmadık değil mi “barışa” can?

Ülkemin göğü hem mavidir, hem yeşil…Ama en çok beyaz yakışır…

Not: Bu yazıyı “Kana Dur Girişimi” ne destek olmak için yazdım.

Yorum Yaz