Uşakların Dalaşı veyahut Türkiye İran İttifakı

Tunus’la başlayan ve Arap baharı olarak bilinse de, kısa zamanda rekor silah satışlarından AB(D)’nin baharı haline gelen değişim rüzgarının en sancılı hali, şu an için tek adam hakimiyetindeki Suriye’de yaşanıyor. Suriye yönetimi, diğer Arap devletlerinin aksine Mart 2011’den bu yana devam eden muhalif hareketi acımasızca bastırmaya çalıştı ve on binlerce insanı katletti.
Arap baharının öncesinde komşuları ile sıfır sorun politikasıyla hareket eden Türkiye, yanı başında yapılan hesaplara bigâne kalmayıp rejim karşısında muhalif hareketi açıkça destekledi. Ne var ki, diğer ülkelerde yağdan kıl çeker gibi başarıyla yürütülen Arap baharı, Suriye’de birçok nedenden dolayı çözülemedi ve bu durum, her geçen gün katliamların artmasına neden oldu.
Bu noktada Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve hükümet dış politikada başarısızlıkla suçlanmaya başlandı. Suriye’deki karmaşanın bu denli uzatılma nedenini iyi okuyamayan veya okumak istemeyenler için iyi bir malzemeye dönüşen bu durum, Davutoğlu’nun istifasını istemeye kadar vardı.
Oysaki ABD ve Batı, Esed sonrası Suriyeli muhalefetini ellerinde tutmak için öncesinden örgütlemeye çalışmış ve Suriye baharı sonrası Ulusal Meclisi ve iktidarın belirlenmesini dahi sağlamıştı.
Ulusal Meclis için ön plana çıkartılmaya çalışılan isimleri inceleme fırsatı bulduğumu söyleyebilirim. Bu meclisin, “5 yıldızlı otel muhalifleri” görüntüsü veren isimleri de içerisinde barındırdığı gerekçesi ile, Suriye’de canı ve kanı ile mücadelesine devam eden iç muhalefete de çok fazla güven vermediği söylenebilir. Esed sonrası yeni Suriye’nin inşasında etkin rol alacak iktidarın bu isimleri barındırması halinde, Suriye için değişen tek şey rejim olacak, sömürü ülkelerinin hegemonyası olduğu gibi sürecekti.
Kanaatimce Türkiye, bu ince hesaplara karşı çok akılcı bir hamle yapmış ve komşu Türkiye ile gönül birlikteliği olan Suriyeli iç muhalefetin hassasiyetlerini de dikkate alarak, ABD ve Rusya tarafından Esed sonrası yapılan plana kaba bir deyimle çomak sokmuştur. Bu hareketi ile Türkiye, 100 yıldır kendisine verilen rol yerine kendi rolünü oynamak, senaryoda kendisine düşeni uygulamaktansa kendi senaryosunu ilk defa kendisi belirlemek istemiştir.
Kabul etmek gerektir ki, kurgulanan bu oyunlar içerisinde Türkiye’nin takındığı ve kendisinden beklenmeyen bu hamle, Suriye’de kendi istediği muhalif hareketi oluşturamayan AB(D)’nin, Esed’in gidişini hızlandırmak yerine Türkiye’ye (sende nereden çıktın anlamında) gizli bir haddini bildirmeye dönüştürülmüştür.
Uzadıkça sancılı hale gelen bu süreç, kısa vadeli düşünenler için bir başarısızlık, bir beceriksizlik görünebilir. Fakat uzun vadeli düşünüldüğünde Türkiye, belki de cumhuriyet tarihi boyunca kendisinden görülmeyen, hatta beklenmeyen bir hareketi gerçekleştirmiş ve iki büyük devlet arasındaki danışıklı dövüşün arasına kendi planını dâhil etmek istemekle bir ilki gerçekleştirmiştir.
Bu yüzdendir ki, Türkiye’yi bekleyen zorluklar ve sıkı imtihan asıl bundan sonra başladı ve katliamdan kaçanlara kapılarını aralayarak 100 bine yakın sığınmacıyı yerleştirdi. Hal bu olunca, insanlık dramını sona erdirmek üzere Esed’in en büyük düşmanı olmak zorundaydı artık.
Öte yandan AB(D) tarafından sürekli dışlanan ve zorunlu bir şekilde Rusya ile ittifak içerisine sokulan İran için de Suriye’nin özel bir önemi vardı kuşkusuz..
Köklü bir uygarlığa sahip, zengin bir kültür ve güçlü bir devlet geleneğine sahip olup Jeopolitik konumu itibarı ile Hazar Denizi, Basra ve Umman Körfezleri ile stratejik öneme sahip Hürmüz Boğazına hakim olan İran, Arap baharının başlaması ile birlikte, bu baharın finaline adını yazdıracak ülke olarak gündemde olduğunu bildiği için, bu birikimini bölgesel güç olarak kullanmak ve kendisine yönelik yapılan planları bozmak zorundaydı. Bu yüzden Suriye’deki halk hareketinin güçlenmesi ile iyice tedirgin olan İran, bu tedirginliğini Türkiye’ye bazen tehdit, bazen de diplomatik yollarla iletmeye çalışmış, bazen de Esed’in takındığı acımasız tutuma rağmen gizli askeri destek yoluna gitmiştir.
Öte yandan, Rusya ve İran’la doğrudan karşı karşıya gelmek istemeyen AB(D), Suriye’de yürüteceği politikayı Türkiye üzerinde gerçekleştirmeye çalışmakla akıllı bir strateji uygulamıştı.
Aslında senaryo düz mantıkla hazırlanmış basit bir senaryo olup, hem Rusya’nın, hem de AB(D)’nin zaman zaman başvurduğu bir metottu.
Ne zaman bu iki büyük ülke, emrine amade olarak kabul ettikleri Türkiye ve İran’ın güçlendiğini hisseder ve kendi yol haritasını belirlemeye çalıştığını fark etse, devreye hemen karşıt gibi görünen bu iki taraf girer, nükleer enerji, terör kozu vb. hamlesini yaparak, tepeden bir bakışla olayı Uşakların dalaşına çevirir, bu dalaşın sonucunda yaralı veya zor duruma düşen tarafın tabi olduğu tarafa sığınmasını sağlayarak, hatta geçmişte yapmış olduğu bir hata var ise bundan ötürü özür dileterek bağlılığını pekiştirmesi suretiyle kendi çıkarlarını teminat altına almaktadırlar.
Oysa ki Suriye konusunda daha önce dediğim gibi oyunun içerinse kendi oyunu katmakla Türkiye alkışlanacak bir dış politika hamlesi yapmıştır. Türkiye’nin böyle bir girişim başlatma ihtimaline karşı hazırlıklı olan Senaristler, çözüme giden yolda Suriye sorununu Türkiye’nin kucağında bırakınca, doğal olarak Suriye’deki gidişat Türkiye’nin istediği doğrultuda sürmedi veya sancılı devam etti.
Bu noktada tüm oyunları bozacak bir hamle daha yapılabilir aslında..
Davos çıkışı ve mavi Marmara olayından sonra İsrail ile ilişkileri iyiden iyiye gerilen Türkiye’nin oyunbozan gibi Suriye çıkışı yapmasına hazırlıklı olan AB(D)’nin bu tavrına karşılık Türkiye, bir sonraki hamlesini İran ile ittifak görüşmeleri yapmak sureti ile bambaşka bir mecraya çevirebilir.
Bir tarafta AB(D)’nin çıkarlarına kendi çıkarlarını katarak oyuna yeni bir yön veren Türkiye, diğer taraftan kendi çıkarlarını koruyacağı gerekçesi ile Rusya’nın çıkarlarına alet olan İran..
Böylece AB(D) güdümünde hareket ediyor görüntüsü veren bir Türkiye ile Rusya güdümünde hareket eden İran yerine İslam dünyasının iki büyük ülkesinin ittifak hamlesi bütün oyunları bozabilir.
Şii İslam dünyasının lideri İran ve Sünni İslam dünyasının lideri Türkiye’nin oluşturacağı böylesi ittifak, İslam dünyasında derinleştirilmeye çalışılan yaraya iyi bir merhem olabilir.
İran ve Türkiye’nin ortak hareketi, Müslüman bir ülke olan Suriye’deki meselenin hızla çözülmesi ve Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar gibi söz sahibi ülkelerinde aynı masada bir araya gelmesini sağlayacağı gibi, bu ve bundan sonra İslam dünyasında oluşması muhtemel kaosu da önlemeye yardımcı olacaktır.
Bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde İsrail ve Rusya arasındaki yazılım paylaşım antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmaya göre Rusya, İran’a sattığı uçakların kodlarını İsrail ile paylaşacak, İsrail ise Türk tarafına ait uçakların yazılım kodlarını Rusya ile paylaşacaktı. İslam ülkelerini birbirine kırdırtarak güçlerini pekiştiren bu ülkeler, görüntüde birbirine düşman, arka planda ise dostça ilişkiler yaşamaktan geri durmamaktadırlar.
Buna karşılık İran ve Türkiye’nin ittifakı ile oluşacak güçlü bir birliktelik, AB(D) ve Rusya’nın hoşuna gitmeyecek, ikisinin de çıkarlarını zedeleyen bu duruma karşı başkaca planlara başvurmaları kaçınılmaz olacaktır.
Kanaatimce, batının çıkarlarını devam ettirmekten öte gitmeyen BM güvenlik konseyi daimi üyelerinin çıkarlarını devam ettirmek üzere ortak bir kararla harekete BM’yi geçirmeleri olacaktı ki, Türkiye ve İran’ın hızlı davranıp çözüm yolunu bir an önce yakalaması bunun önünü alacaktır.
Ya yüzyıllık planlama bozulur, ya da İslam dünyası iki büyük ağanın uşaklığını yapmak ve bir yüzyıl daha ağaların kontrolündeki uşakların dalaşını sürdürmek sureti ile elindeki enerji dâhil bütün imkânlarını sömürtmeye devam ederler.
Fazla uzun yazmaktan hoşlanmadığım için kısa tuttuğum ve düşüncelerimi olduğu gibi aktaramadığımı itiraf etmekle birlikte şunu söyleyeyim ki, dış politika çoğu zaman düz mantıkla gider. Öyle birilerinin zannettiği gibi sadece Batı dünyasındaki dahilerin bir araya toplanıp dâhiyane fikirler ürettikleri bir organizasyonda değildir. Biraraya samimice getireceğimiz basiret sahibi insanları, eldeki güçlü istihbari verileri kullandırtarak birkaç adım sonrasının hesabını yaptırabilmek yeterli..
Tabi ki bunu sağlamanın yolu, “ben”liğinden sıyrılmayı başarmış ve bu potansiyeli en iyi şekilde harekete geçirebilecek iyi bir orkestra şefi..
Sağlıcakla kalın
USTAD 09.09.2012