matesis
dedas

Üzerinde Oynanan Kavramlar, Savaşı Tetikliyor.

Üzerinde Oynanan Kavramlar, Savaşı Tetikliyor.
ÜZERİNDE OYNANAN KAVRAMLAR, SAVAŞI TETİKLİYOR.

Aydın kimseler, bilinçli insanlarımız, esen her rüzgâra kendilerini kaptırmamalıdır; durulması gereken yerde kalarak, gerçeklerden yana taraf olup, objektif bir duruş sergilemelidirler. Her konuda gerekeni söylemesini bilmeli ve gerçeklerin yanında olmasını bilmelidirler. Gündemin kuyruğuna takılıp gidemezler; gündeme kendi damgasını vurmalı veya gündemi kendileri oluşturmalıdırlar.

Bir sözü, kim, kime, niçin söylüyor; söyleyenin derdi, amacı nedir; merak etmeli, araştırmalı, içyüzünü ortaya çıkarıp halkı aydınlatmasını bilmek gerekiyor. Özellikle, siyaset alanında bunun daha fazla böyle gerçekçi olmayı gerektirir. Olaylardaki gerçekler, dışarıdan göründüğü gibi olmuyor; onların bir perde arkası, nedenleri, kimi plan ve projeleri vardır. Gelişme sürecinde, araya kimi tesadüfler de katılıyor olabilir. Onlar da, gerçekleri sadece etkileyebildiği kadar kısmen değiştirebiliyor; belirleyici ve köklü bir değişimi, dönüşümü sağlayamaz.

Dün, kitleleri kandırmak isteyenler; nabızlara “Vatan, millet, Sakarya” şerbetini döktüler ve pek çok insanı kendi ikiyüzlü planları peşinden koşturdular. Çok acılar yaşadık; planlar yürüdü ve 12 Eylül faşizmiyle noktalandı o süreç…

Şimdi de, tam da barış umudu kapıya gelmişken; toplumlarımıza huzur ve esenlik ucunu gösteriyor, kardeşçe bir yaşam yakındır, demişken; yine, yeni plan ve projeler devreye girmeye başladı. “Vatan, millet, Sakarya”nın yerini “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” şerbeti aldı; bunun anlamı; “şehit”lerin sayısını artırın ve bölünmeyi hızlandırın ki bu kirli savaş derinleşsin ve onun rantından kazancımız çoğalabilsin ki, payımız artsın, demektir. Yani, “barış”, “açılım” ve “demokratikleşme” nin birer yalana dönüşmesi isteniyor ya da bir hiçe dönüştürülerek etkisizleştirilmek istenmektedir. Bunları planlayanların, yeni bir anayasadan, (kaba tabirle) yeni bir “baba- yasa” daha çıkarılması, hedefleri arasındadır. Bu “baba- yasa” ile toplumu en azından bir on yıl daha gergin götürebilmeyi deneyeceklerdir. Çünkü kurtlar, puslu havayı çok sever; açık, şeffaf ve temiz bir ortam onların çıkarlarına hizmet etmeyecektir ve onlar, bunu çok iyi biliyorlar.

Bizler, toplum olarak bu oyunu bozmak zorundayız. Onların sunduğu her kavrama şüpheyle bakıp, onları doğru yerde ve yerinde değerlendirmemiz gerekiyor. Biz kanarsak, çocuklarımız da kanar ve bu kirli savaşın süresi uzayıp gidecektir. Biz, çocuklarımızı onların rantı uğruna kurban ederek ciğerlerimizi yakarken; onlar ise, rantlarına yeni kârlar ekleyeceklerinden her günlerini bayram edeceklerdir. Bilinçli düşünüp, bilinçli davranmak zorundayız. Bu zamanın politikacısına hele, kolayca inanmamak ve onlara körü körüne güvenmemek lazımdır. Çoğu kez onların kimisi, (bizim oyları topladıktan sonra) bizim vekilimiz olmuyorlar; bazen karanlık rant çetelerinin vekili gibi davranıyor olabilirler, bunu iyi görmek lazımdır. Kaderimize etki yapan ve üzerinde oynanarak, anlamları tahrif edilen kimi kavramlar, duygularımızı ve dini saflığımızı coşturup, bizi ve çocuklarımızı, karanlık çetelerin rantları uğruna kurban etmeğe sebep olabilir, bu olmamalıdır. Üzerinde oynanan kimi kutsal kavramlar, savaşı tetiklerken, barışı da öldürüyor. Ateş çemberi olmuş bölgemizin bu nazik döneminde, çok uyanık durmamız, olgulara ve olaylara daima bilinçli ve sağduyulu bakmamız gerekiyor.

Şehit, kimdir, kimlere denir; ya da şehitlik, mademki kutsal bir şeydir, bu mesajı halklara, kamuoyuna pompalayan tepedekiler (ve onların TV’si, yayını, basını), neden bu kutsallığı kendi çocuklarından esirgiyorlar acaba?

Şehitlik şerbetiyle sarhoş edilen her iki tarafın çocukları, bu topraklarda doğup, boy attılar. Anaları, babaları; yemediler, içmediler, servetleri diye, çocuklarına, yani insana yatırım yaptılar. Şimdi, kim, onların bu nazenin değerlerini hoyratça harcayabiliyor, harcatmak istiyor; iyi görmek, doğru bilmek gerekiyor.

Varsayalım ki, şimdi bir barış olursa; çocukları “Mehmetçik” veya “gerilla” olanlar, aynı mahallede, aynı camide veya aynı işyerinde birbirleriyle nasıl dertleşecekler; sohbet etmek istediklerinde sözlerine hangi buruk laflarla başlayacaklar; çocuklarından ne diye söz edecekler?!. Her biri, benim “şehit oğlum” diye konuşabilirler mi dost sohbetlerinde? Ya da, bir oğlu “gerilla”, diğer oğlu “Mehmetçik” olanların yaşadığı travmayı kim, nasıl izah edebilecektir?!

Ama tersine; çocuklarını bu kirli savaşa kurban edenlere, birlikte lanet okuyabilirler. Kandırıldık, aldandık, yanıldık; en güzide değerlerimizi o kirli savaşta kimin için, niye kaybettik, diye sohbet edebilirler. Senin oğlun şöyle saygılıydı; benim oğlum da, şöyle terbiyeliydi; onlar, birbirlerini çok severlerdi ve hepsinin de gelecekleri parlaktı; onları, ciğerlerimizden nasıl koparıp alabildiler, ocağımızı söndürdüler, vb. birçok şeyi diyebilirler birlikte ve koyu bir sohbete girebilirler.. Yani, “Şehit” edebiyatıyla veya bu kirli savaşı överek hiçbir dost sohbetini yapamayacakları kesindir.

Şehitlik, dini bir mesajı taşır; oysa bu kirli savaşta, her iki taraftan, ölenlerin üzerinde sayısız Fatiha okunup, onlar için mevlit veriliyor; görüyoruz, biliyoruz... Çünkü her iki tarafın kurbanları da sıradan halk çocuklarıdır ve aileleri inançlı insanlardır. Bir tarafın çocukları için “ onlar dinsizdir veya Zerdüştidir, diyenler, onların taziyelerine gitsinler de, TV kameralarından herkese canlı çekimle göstersinler bakalım; herkes görsün bu pişkin iddialarını veya asılsız iftiralarını. En çok Fatiha oralarda okunuyorsa ve İslam ahlakıyla kurulu taziye çadırları, günlerce, bazen haftalarca duruyor, taziyeleri sürüyorsa, demek ki bu iftiralar, tahrik amaçlı bir savaş dilidir. Barış dili değildir. Bu edebiyatı yapanlar, bu kirli savaşın değirmenine de su taşıyorlar, demektir.

Bu kirli savaşın rantından beslenen dinozorlar, kaybettiğimiz genç değerlerimize “şehit” diyorlar diye, bizim de “şehit” dememiz gerekmiyor. Dinozorlar, “şehit” derlerken, onların rantlarına rant katabilsinler diye, halklarımızdan insanlar, kendi ciğerlerinden yeni “şehit” adaylarını, onlar için yollayabilsinler diye, diyorlar. Bizler de, “Şehit” dersek, “Barış” istemimizi anlamsızlaştırmaz mıyız; bu kirli savaşı da, kutsamış olmaz mıyız? Diğer bir değişle, bu kirli savaşı, (kutsal varsayıp) sürdürülmesi gereken bir savaş olduğunu zımnen savunmuş olmaz mıyız?

Oysa ki, bal gibi, bir kardeş kavgasıdır bu savaş; ana-baba bir kardeşler bile karşı karşıya geldiler bu kirli savaşta ve aynı çatışmada öldüler. Savaşı körükleyenler de, her iki halka karşı da hep kalleşçe ve sinsi bir duruş sergilediler. Bu yolda katledilenler için, bize “şehit” dedirtenler, çocuklarını askere bile yollamıyorlar veya evlerine yakın lüks yerlerde görev verdiriyor çocuklarına, o da, adet yerini bulsun diye.. Ana-babaları ellerini uzatsa, çocuklarına değecek nerdeyse!..

Bu savaş, kutsal değil; kirlidir ve ölenler, başkalarının rantları uğruna katledilen değerlerimizdir “şehit” olmuyorlar, kurban ediliyorlar. Onlara “şehit” demezsek, gönlümüzde çocuklarımızın yeri daralmaz, onlara olan sevgimiz azalmaz, acımız yine dinmeyecek; ancak gerçeklerle yüzleşiriz belki. Elimizdeki geri kalan diğer değerlerimizi (çocuklarımızı) daha bilinçli savunuruz, korumaya alırız onları.

Rantçı dinozorlar, kendi çocuklarının geleceği için, her iki halkın çocuklarını; yani bin bir emekle yatırım yaptıkları ve gelecekleri olan bu değerlerini ellerinden alıyorlar ve nabızlarına hayali bir “şehitlik” şerbetini döküyorlar. Ta ki, onların bir ciğeri yanıp gidince, diğerini de verebilsinler diye. Bu söylemden amaçladıkları kısaca budur.

Peki kaç generalin, kaç holding sahibi burjuvanın, kaç bakanın, bürokratın veya milletvekilinin çocuğu “şehit” oldu bu yolda; “şehitlik” onlar için kutsal değil midir yoksa?! Sadece halk çocuklarına mı özgüdür bu “şehitlik”?! Görülen odur ki, bu işte bir bit yeniği vardır; bu ne yaman bir çelişkidir ki, öyle sinsi bir planın böylesi apaçık bir hilesi oluyor!.. Bıraksınlar çocuklarımızı, kendi okullarını okuyabilsinler veya hayalini kurdukları bir işte, güçlü bir irade sahibi olarak, dürüst bir gelecek kursunlar kendilerine.. Evlenip, çoluk çocuğa karışıp, birer mutlu aile olabilsinler.

Açık, şeffaf ve öyle gerçek bir demokrasiye geçmemiz gerekiyor ki; orada, tüm halklar olarak, bir arada, eşit ve özgür yaşayabilelim ki, tüm demokratik taleplerimizi, demokratik yollarla dile getirebilelim ve gerçekleşmesi de mümkün olabilsin. Öyle ki, her şeyimizi kardeşçe paylaşabilmeliyiz. Kalleşlik, kurnazlık, nankörlük bizden uzak olsun. Birbirimizi kandırmadan, her hakkı ve özgürlüğü eşit paylaşabilelim.

Onun için, bu kirli savaşı durdurmak lazım diyorsak, bu topraklarda barışı tesis etmek gerekiyor. Beynimiz ve dilimiz “barış” demeli; fikrimiz ve zikrimiz “barış” olmalıdır.. Barış da hemen şimdi gelmelidir; yoksa “şehit” diye daha çok kurban vermeğe devam edeceğiz.. Bölge üzerinde sinsi planları olan dış güçlerin maşası oluruz o zaman. Başımıza bunlar gelmesin; birbirimizi dışlayıcı ve itici olmamalıyız.

Savaşsız, sömürüsüz bir dünyada, (savaşan değil) barış ve huzur içinde üretken olan birer toplum olmamız dileklerimle.
Selam ve sevgiyle kalın.

M.Nazım Güler
[email protected]

Yorum Yaz