matesis
dedas

Yarım Kalan Bir Hayat: Xabat Talas / HALEP-13

Yarım Kalan Bir Hayat: Xabat Talas / HALEP-13

Xabat Talas hikayesinin yazı serisinin onüçüncü bölümü.

Allah korusun!..

Niroz’un nişanlısının verdiği vekâletle dini nikâhları kıyılacaktı. Kaçmak zorunda kaldığımız Halep’e, kimsesiz bir gelin gibi gönderdik Niroz’u… Bu çok üzücü bir durumdu ama yapacak bir şey yoktu.

Niroz’un nikâhı Halep’te kıyılırken onun yanında olmamak!

Canımıza kastedebilecek tehlikelerden korunma adına sarıldığımız hayat, en güzel günlerimizi en sevimsiz anlarla dolduruyordu. Niroz’un nikâhı da böyle bir gündü işte. Kederini, hüznünü bırakın da çocukluğunu bile paylaştığım canım kardeşimin mutluluğunu paylaşamadım. Düğüm düğüm olup boğazıma yapışan o kahredici anlar, savaşa ve müsebbiplerine okuduğum lanetlerle geçti.
Kamışlo’dan ayrılmasından tam bir ay sonra İsveç’e gitti Niroz…

Vedalaşmadık bile…

Rabbime açtığım avuçlarımı, onu bir kez daha olsun görebilmek için ettiğim dualarla doldurdum.
Bu lanet savaş, ailemizi darmadağın etmişti. Niroz’un gidişinden sonra Hılat Halep’te bizler ise Kamışlo’da kısılıp kalmıştık. Hayat devam ediyordu. Mesleğimi icra edebilme adına bir şeyler yapmalıydım. Aslen Kamışlolu olan Süryani bir avukatın yanında staj yapmıştım. İşte stajyeri olduğum bu avukat da Halep’i terk edip Kamışlo’ya dönmüştü. Ona uğrayıp yardım istedim ve onun sayesinde yanında çalışabileceğim başka bir avukat buldum. Arap asıllı olan bu avukatın yanında özlem duyduğum işime bir nebze olsun geri dönmüştüm. İşime sarıldım. Bu vesileyle savaşın bizlere yaşattığı bütün olumsuzlukları unutmaya çalışıyordum.

Evlenip İsveç’e giden Niroz’un ardından Halep’te kalan en küçük kız kardeşim, daha önce çalıştığı iş yerine geri dönmüştü. Ancak geçen iki üç ayın sonunda tekrar Halep’ten kaçarak köye geri dönmek zorunda kalmıştı. Köy hayatına da katlanabilecek kadar güçlü bir kız değildi. Abim ve yengem, bir boşluk yaratarak köyümüzün yolunu tuttular. Birkaç gün sonra da en küçüğümüzü, göz bebeğimizi, Hılat’ımızı alıp Kamışlo’ya döndüler. Üç aydan beri görmediğim kardeşime doyasıya sarıldım. Ağlaştık biraz. Hılat’ın Kamışlo’daki ilk gecesi, Halep’te yaşadığı korkuların aynası gibi geçti. En ufak bir seste irkiliyor ve ağlama krizlerine yakalanıyordu. Ev içindeki en ufak bir hışırtı bile, onu çığlıklarla uykusundan uyandırabiliyordu. O uyurken odada yürümeye bile cesaret edemiyordum. Uyuduğunda yüzünü, yüzündeki masumiyeti uzun uzun seyrediyor ve hiç günahı olmayan o masumiyetin karşısında yitirdiğim direncimi, akıttığım gözyaşlarıyla kazanmaya çalışıyordum. Onun bu durumu içimi acıtıyordu. Ürkek bir ceylana dönen canım kardeşim, kim bilir ne korkular yaşamıştı. Gittiğim her yere zaman zaman onu da götürüp korkularından arınması için yardım etmeye çalıştım. Ama bu çabalarım, onu yaşadıklarından ne kadar uzaklaştırdı bilmiyorum. Benzer korkuları ben de yaşadım. Ama ya benim iradem ondan daha güçlüydü ya da benim yaşadığım korkulardan yüz misli fazlasını yaşamıştı o.

İşime yoğunlaştığım günlerden biriydi. Yanında çalıştığım avukatın evinde yaptığımız bir toplantı esnasında patladı silahlar. Yağmur gibi etrafa yayılan kurşunlardan bir tanesi, bana ecel terleri döktürecek bir ıslıkla, tam başımın üzerinden geçti. Arkamdaki duvara çarpıp yere düşen kurşunu almaya çalıştım ama elimi yakan sıcaklığından dolayı düştüğü yere bırakıverdim tekrar. O günden sonra, her silah sesi duyduğumda benim de korkularım canlanmaya başladı ama canım kardeşimin duyduğu korkuların boyutlarında değil tabi ki.

Abim, hem Halep Üniversitesinde ve hem de Kamışlo’daki özel bir üniversitede dersler veriyordu. Bu yüzden 15 günde bir, Halep’e gidiş dönüş yapıyordu. İç savaş, bir ahtapot gibi ülkenin her tarafını kollarına almıştı. Karayolları ise, çeşitli gurupların hâkimiyetleriyle ölüm saçan bir canavara dönüşmüştü. Bu yüzdendir ki abimin Halep’e gidiş dönüşlerine karşı çıkmaya başlamıştık ama o bizi dinlemiyordu. Öğrencilerim beni bekler diyordu. Her gidiş dönüşlerinde çeşitli tehlikelerle karşı karşıya kalıyor ama yine de vazgeçmiyordu. Öğrencilerine ulaşmak için adeta canını ortaya koyan abimin şahsında öğretmenliğin ne kadar ulvi bir meslek olduğunu somut olarak anlıyordum ama onun düşünmediği canını ben düşünüyor ve gitmemesi için ısrarlarımı sürdürüyordum. Bu ısrarlarımı sürdürürken de tek başıma değildim tabi ki. İstemediğimiz bu yolculuklar için yengem dâhil olmak üzere ailece yaptığımız ısrarların netice vermesi çok zor oldu. Abimi ikna ettik sonunda. Ancak abimin ikna olmasının ardından yeniden şekillenmesi gereken bir hayat vardı önümüzde ve biz bu hayata nasıl bir yön vereceğimizi hiç düşünmemiştik. Suriye sınırları içerisinde kilitlendiğimiz Kamışlo’nun dışında gidebilecek yerimiz kalmamıştı. Kamışlo’da da abimin yarım kalacak maaşıyla geçinmenin zorluğu bir yana, buraya da yaklaşan savaştan dolayı yaşanan sıkıntılar, hat safhaya çıkmıştı. İşte tüm bu sıkıntılar nedeniyle ülke dışına çıkma fikrimiz o zaman oluşmaya başladı. Uzun uzun düşünüp mevcut durumumuzu yine uzun uzun müzakere ettikten sonra kararımızı verdik.
Anne ve babamızı da getirterek tüm ailemize pasaport almak için harekete geçtik. Avukat olmama rağmen normal masraflarının üç beş misli fazlasıyla ödediğim harçlar bir yana, geçirdiğim bir yığın sıkıntılı sürecin ardından gittiğim Haseki’den pasaportlarımızı almayı başardım. Sıra nereye ve nasıl gideceğimizi kararlaştırmaya gelmişti. Önümüzde iki seçenek vardı. Biri Irak Kürdistan’ı, diğeri ise Türkiye’ydi.

Üniversite hocası olan abime bu iki tarafta da iş vardı. Kız kardeşim ve yengem, Türkiye’yi ben ise Irak Kürdistanı’nı istiyordum. Ancak bu iki seçeneği çok fazla da irdelemedik. Irak, bize daha yakın durdu çünkü orada dil problemimizin olmayacağını düşünüyorduk. Karar vermemiz de uzun sürmedi. Önce abim gidecek, belli bir süre sonra da bizleri yanına aldıracaktı.

Xabat Talas hikayesinin yazı serisi devam edececek...

Editör: Aydın

Yorum Yaz