tatlidede

Zorbanın Yasemin Dersleri

  • 13.02.2011 21:41
Zorbanın Yasemin Dersleri

Gösterişsiz, beyaz ve minik… Metrelerce hissedilen enfes kokusuyla sizi sarhoş edebilecek kadar da etkili… Zarif beyazlığıyla tek başına savunmasız gibi durur, çabuk solar.

Ten uyumu yaşadığı coğrafyalarda ise kök salar ve hiç bir sert kış onu alt edemez. Baharda size göz kırpmak için sabırla bekler. Belki de başkaldırı…

Özeninize vefalı, güzelliklerini size cömertçe sunacak kadar da ahde sadık. Pek dikkat çekmez. Dikkat çekme ihtiyacı hissetmeyecek kadar da kendinden emin ve gururlu.

Narin bir yaz çiçeğidir yasemin.

Yarım asırdır süren bir istibdat yönetimine karşı oluşmuş toplumsal başkaldırışa adını verecek kadar da heybetli. Yeterin ve umudun sembolü…

“Yasemin Devrimi “ ve bunun domino etkisi üzerinde yazmaya niyetlenmiştim. “Alger la blanche”e(1) nazire yaparcasına “Tunisie la verde”(2) olarak kendini takdim eden ve “Münci” adının o coğrafyaya münhasırmışçasına verildiği bu küçük Kuzey Afrika ülkesinde; “Neden yasemin?” üzerine yazmak istiyordum.

Bu enfes hoşluktaki çiçeğin, en güzel şekliyle derlenip satıldığı; Tunusluların ikram şeklinde birbirlerine sunduğu, çiçek satan roman vatandaşlarımızı çağrıştırırcasına, kokladıktan sonra kulaklarının arkasına yerleştirdikleri bu çiçek adını…

Lütfü Boşnak’ın(3) yüreğe hitap eden içtenlikli şarkılarının iliklerinize kadar işleyen etkisini “makrut” ve “naneli yeşil çay” eşliğinde hissederken, oturduğunuz tarihi kafeteryaların bolca bulunduğu yasemin kokulu caddeye “Mustafa Kemal Paşa Caddesi” isminin verilmiş olması, isimden öte bir şey mi ifade ediyor? Sorusunun yerine; toplumsal değişime kararlı ve hazır olmuşluğun en karakteristik örneğini sergileyen bu başkaldırıştan çıkartılacak yerel dersler yok mu?

Zeynel Abidin Bin Ali’nin despot yönetim anlayışının doğurduğu dönüşü olmayan sosyal bilincin, yerel muktedirlerimize yönetim noktasında verdiği uyarıları nelerdir? İle ilgilenmeyi ve okuyucularımla paylaşmayı tercih ettim bu yazımda.

7 Kasım Kahvesi

Tunus ziyaretlerimin birinde, kendisini ömür boyu başkan ilan eden Habib Bourguiba’dan sonra iktidarı istila eden Zeynel Abidin Bin Ali’nin, iktidara geldiği tarihi işaret eden “7 Kasım”ın göze sokulurcasına her yerde boy gösterdiği; yazı, ilan ve tabelaların tacizinden duyduğum rahatsızlıktan olsa gerek, kahvemi içmek için girdiğim “7 Kasım”adıyla bilinen kahvehanede, siparişi almak için yanıma gelen gence muzipçe: “7 Kasım kahvesi” getirebilir misin? dediğim sırada, genç garsonun, korku dolu gözlerle geriye nasıl adım attığı hala gözlerimin önünde canlanır durur.

Bir korkunun sembolüydü geri adım.

Mutlak hâkimiyeti hedeflemiş, otoritenin görünmez zebanilerine karşı geliştirilmiş korkunç bir boyun eğişti. Varoluşuna talip bir zorbaya “Yaşamımı elimden aldın. Lütfen var olma hakkını bana bahşet.” ricasıydı.

Atılan o geri adımın hala zamanı gelmemiş “Yeter artık!” anlamına da geleceğini nasıl bilebilirdim ki…

İktidar sahiplerinin il yönetiminde; halka, STK’lara, basın mensuplarına, farklılıklara ve yönetilenlere karşı sergiledikleri otorite figürlerinin doğurduğu netice ile ne kadar da benzeşiyor.

Daha önceki yazılarımda, Alexis de Tocqueville’nin, demokrasilerde zorbalığın bedeni boş bırakıp ruhu istila etmeye çalıştığı tespitine yer vermiştim. Her ne kadar yetkililerimiz “Yaşamınız, malınız, mülkünüz, her şeyiniz benim lütfumla sizindir.” diyorsa da, halkımız: Belirli dönemlerde ruhunu istila edebileceğini düşünen muktedirle karşılaşacağını bilir.

İçerik yoksunu fırsatçı muhterislerin, makam sembollerinin etrafında “Evet efendim!” nidaları eşliğinde; aferist duruşlarıyla değersizliğin değer şablonunda kendilerini konumlandırırken, ne kadar da Ben Ali saltanatı ve eşraflarıyla! aynı özellikleri gösterdiklerini çok; ama çok iyi bilir.

Tanımlanması zor değişken soyut bir kavram olan; kültüre, sanata, estetiğe ve görgüye ilgi duyulmayan ortamda ekonomik ve siyasi bir üstünlük sağlamış olmanın, sınıf atlamayı kapsayabileceği yanılgısında olan siyasetten menkul önemlilerden; talepleriyle kurnazca alay edilmişliğin hesabını sormayı da bilir.

Makam koltuğunun, koltuk sahibi otorite görgüsüzünün zannettiği gibi; ilim, irfan, izan ve fiziksel güzellik pompalamadığını da bilir.

Muktedirin koltuk ilişkisinde, evrenin bütün sırlarına vakıf olduğunu zannetmesinin; bir yanılsama olduğunu da bilir.

 Kendini erdemle ortaya koyma aczini gösteren, kayıtsız şartsız biat isteyen bir iktidarın, içinin dışına çıktığının fark edilen ilk belirtilerinin ”Rezil olmak” diye nitelendirilen durumların anlamını yitireceği sürecin de başlangıcı olduğunu da bilir.

Ahmed Rufai’nin: "İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin" iddiasını taşımasına rağmen tevcih edilen müspet eleştirilerinin “Kıskanılıyorum” olarak karşılık bulduğunu da…

“7 Kasım Kahvesi”ni duyarken korkuyla geri adım atan genç garsonun sessizliğinde; ne zaman söyleneceği kestirilemeyen “Yeter artık!”ı gün gelip demokrasi olgunluğu içinde söyleyebileceğini de…

Babalanmayı bir duruş, inadı haklılığının kanıtı sayıp tevazu terörü estirerek toplum ve ahlak mühendisliğine soyunduğunu da…

Otoriteyi mihenk taşına çalacağı zamanı bekler.

Onun için sessizdir.

Zorba Vefası

İktidarı ele geçirdiğinde cezaevlerinde bulunan “El Nahda Hareketi” mensuplarına (her türlü güvenceyi verdikten sonra) seviyesizce taciz ve itibarsızlaştırmaları reva gören Zeynel Abidin Bin Ali:

“Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin hem dostunu...” (Necip Fazıl Kısakürek) dizesini anımsatan, yasemin kokulu bir gerçeği mi hatırlatıyor bizim yerel makam sahiplerine…

Yasemin Devrimi’ni başlatan ve ona sahip çıkanların bu kutlu eylemini kriminalize ederek, lekelemek ve hedef şaşırtmak için, yakınlarını ‘Hain, vefasız, işbirlikçi’ ilan eden zorbanın şaşkınlığa uğramış diktatörlük kumkuması Ben Ali’nin çözüm refleksleri, her şeyi bilen yöneticilerimizin otorite sağlamlaştırma yöntemleriyle ne kadar da benzeşiyor.

Yıllarca yerlerde sürünen dış politikanın artık sıkışmaya başlayan kabuğunu kırarcasına, zorba gücün sembolüne “One minute!” diyen bir başbakanın onurlu duruşunun safında yer alıyor pozlarınızın size hissettiriyor olduğu güç yanılsamasından hareketle, biate ve secdeye zorlayabileceğinize kendinizi inandırttıklarınıza “Ananı da al git!” derseniz, demokrasi oyununun gereği sandığa anayı alarak gidenler, Zeynel Abidin Bin Ali gibi, helikoptere kadar size eşlik etmesi için; amcayı, dayıyı, teyzeyi size bırakırlar.

Ya da babayı(!)

Unutmayalım:

“Kralsız yaşayan pek çok halklar vardır, ama halksız bir kral düşünemeyiz bile…”(Alexis de Tocqueville)

Hakkın ve halkın rızası için çalışıyor, gecenizi gündüzünüze katarak; özgürlük ve hakkaniyeti elden bırakmadan adil bir yönetim mi sergiliyorsunuz?

GEÇİNİZ...

(1)Fransızca Beyaz Cezayir anlamına gelir. (Y.N)

(2) Fransızca Yeşi Tunus anlamına gelir. (Y.N)

(3)Tunuslu şarkıcı(Y.N)

Yorum Yaz