tatlidede

Niyet-Amel Işında İstanbul Sözleşmesi

 Niyet-Amel  Işında  İstanbul  Sözleşmesi

       Bazı hadisler vardır ki onlar İslam ümmetinin tavır ve davranışlarında daha önemli bir yer tutar. Adeta mihenk taşı konumundadırlar.Bu tür hadisler, kısa ve özlü ifadelerle söylenmiş  olsalar da çok geniş manalar ifade etmektedirler.

Kişilerin kendi  iradeleriyle işledikleri fiiller niyet, yani kalbin karar vermesiyle oluşur. Hiçbir fiil kalbin karar vermesi dışında meydana gelmez. Bir fiil ve işten elde edilecek menfaat yahut zarar ancak niyete göredir. Yapılan bir şeyin ibadet sayılması veya cezayı  gerektirecek durumda olması ancak niyetten kaynaklanır.

 Niyet ve Amel

a. Amel

Dünya ve ahirette ceza veya mükâfat konusu olan her türlü iş ve davranışı ifade eden bir kavram olan amel, insanın gayeli olarak yaptığı iş olarak da ifade edilebilir. Amel fiilden daha özel bir anlam ifade etmektedir. Zira fiil, bilgisiz ve gayesiz olarak yapılan işleri kapsar. Amel kelimesi dinî emir ve yasakları da konu edinen, eylem sonucunda ceza ve mükâfatı  bulunan tutum ve davranış anlamıyla dini literatürde yerini almıştır.Kur’an, hadis ve diğer İslamî kaynaklarda tâatten sayılan ameller, amel-i sâlih olarak nitelendirilmiştir.Salih ameller, dinin yapılmasını emir veya tavsiye ettiği, iyi, doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan işlerdir. Buna karşın, yapılması yasaklanan veya hoş karşılanmayan kötü, yanlış, zararlı ve günaha yol açan amellere de kötü amel veya gayr-i sâlih amel denilmiştir.

b. Niyet

 Niyet kelime olarak; ciddiyet, kararlılık göstermek ,yönelmek  hâl-i hazırda veya gelecekte arzuya uygun olan şeye meyletmek gibi anlamlara gelir.Niyet, Allah’ın rızasını kazanma arzusuyla ve O’nun hükmüne tâbî olmak üzere bir fiile yönelen iradedir. Daha veciz bir ifade ile “niyet bir şeyi kastetmektir ki, o da kalbin ona yönelmesidir” diye de tarif edilebilir.Niyet bazen, irade ve kasıt kelimeleri  ile aynı anlamda kullanılır. Niyet kalbin bir hâl ve sıfatıdır.Hz. Peygamber’in  “Ameller niyetlere göredir” sözüyle niyet-amel ilişkisine vurgu yaptığı hadisin iyi anlaşılması bunlara net bir şekilde ışık tutmaktadır.Buradan konuyu bir yere bağlamak gerek ki, benim esas niyetim de anlaşılsın,,diyerek…Başlıyorum..

Örneğin 2014 yılında uygulamada olan ve etkilerini bu aralarda çok hissetmeye başladığımız ve yakın güncelimizi  fazlaca etkilemeye başlayan  İstanbul sözleşmesi. Bu İstanbul Sözleşmesi nedir?  İçeriği ve kapsama alanı  İsmine  uyuyor mu? getirisi  götürüsünü karşılıyor mu? Kimler  bunu niye üretmiş? üretenlerin amacı nedir? Kimler imzalamış, kimler destek vermiş bunların amel ve  niyetleri nedir? bilmek istersiniz herhalde..Müslümanlar olarak bizi biz yapan, iftihar ettiğimiz tarihi geleneğimizden gelen birleştirici-koruyucu hasletlerimiz, Aile ve toplumumuzu oluşturan değerli kültürümüz, hayatımızın anlamı  “KUTSAL” diye üzerinde titrediğimiz eşlerimiz,kızlarımız,evlatlarımız, kısacası AİLEMİZ,, vardır bizim.“Ailemiz-Toplumumuz ve Mahremimiz” olan bu yapılarımızı yıkacak, adeta içine  Dinamit koyup patlatmayı hedefleyen  bu sözleşmeye  kimler karşı-kimler ses çıkarıyor? bilmek istersiniz herhalde..  Bilgilendirmek ve yanlış olana karşı durmak ise bilenlere farzdır.Uzun zamandır bu lanet “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili bir şeyler yazmayı düşünüyordum,kısmet bu güne nasipmiş…

Hatırlayalım  1985 yılından beri fazlaca önemsemediğimiz lakin imzaladığımız için uygulamak zorunda olduğumuz CEDAW  az gelmiş olmalı ki, İstanbul Sözleşmesini içimize soktular.Bizimkiler de sadece başlığına aldanmış olmalılar ki,cıllop-balıklama atlayarak liderlik edasıyla imzalamış ve uygulamaya başlamışlardır.CEDAW Birleşmiş Milletler (BM) düzeyindeki 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesidir.Kadınların toplumsal durumlarını iyileştirmek, toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve toplumsal cinsiyete dayalı basmakalıp yargıları değiştirmek üzere taahhütlerde bulunmasını sağlar.

CEDAW, BM Genel Kurulu tarafından 1979′da kabul edildi, 1981′de yürürlüğe girdi ve Türkiye tarafından 1985 yılında imzalandı.Konu o kadar önemlidir ki, hepsini anlatmak kitaplara sığmaz.Mecburen bazı önemli ayrıntılara değinmek gerekiyor.Neyse esas konumuza döneyim…

11 Mayıs 2011'de Sözleşme İstanbul’da imzaya açıldığı için “İstanbul Sözleşmesi” ismiyle anılan "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"dir.Her ülke adına Dışişleri Bakanları imza atmış,Türkiye adına “Gururla İmzaladım”  diyen dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ithalatını yapmıştır.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Bakanlar Kurulu imzası ve 11'nci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayıyla yürürlüğe girmiştir.8 Mart 2012'de Resmi Gazete'de yayımlandığı için de iç hukukun bir parçası haline gelen sözleşmenin ana çerçevesi toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor. Sanki kadına şiddetin en fazla olduğu ülke Türkiye’ymiş gibi…TBMM Genel Kurulu'nda, AKP, CHP, MHP ve BDP’nin oybirliğiyle 246 kabul ve sıfır ret oyuyla,Müzakeresiz ve şartsız kabul edilen İstanbul Sözleşmesi‘ni, ilk imzaya açan ve ilk onaylayan ülke Türkiye olmuştur.Sözleşme 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

İstanbul Sözleşmenin uygulanmasını sağlamak ve korumak amacıyla 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin önlenmesi” ismiyle kanunla desteklenmiştir.Ayrıca bu illet Sözleşmenin etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla Aile Bakanlığı koordinesiyle kurulan "İstanbul Sözleşmesi'nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Alt Komisyonu", yönetim kurulunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın da bulunduğu Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın Dayanışma Vakfı ve Türk Kadınlar Birliği gibi sivil toplum örgütlerinden oluşuyor.

İstanbul  Sözleşmesi  psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini içeriyor. Sözleşme çerçevesinde ev içi şiddet, aynı evde yaşıyor olsun ya da olmasın mevcut ya da eski eş ya da partnerler arasında yaşanan her türlü şiddet edimini içerecek şekilde anlaşılıyor. Dolayısıyla “aile” olmayı, evlilik birliği içinde bulunmayı ya da aynı evi paylaşıyor ya da paylaşmış bulunmayı gerektirmez. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler o denli önemlidir ki; silahlı çatışma durumlarında bile geçerliliğini korumaktadır.Sözleşmenin, "Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması" başlıklı dördüncü maddesinde LGBTI oluşumlarına atıfta bulunulması çok manidardır.Söz konusu maddede, " Cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği... Herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanması temin edilecektir" deniliyor. Bu maddeye dayanan LGBTI oluşumları Türkiye'de yapılanmaya gittiler. Birçok sivil toplum kuruluşu, bu maddeye dayanarak bu sapkın gruplara destek olmaya başladı.Sözleşme her ne kadar kadın ve çocuk haklarını korumaya yönelik olduğu iddia edilse de, eşcinselliği meşrulaştıran, kadını putlaştıran, binlerce aileyi dağıtan anlaşma olarak değerlendiriliyor. Bazı yorumcular, İstanbul Sözleşmesi'ni Türkiye'nin bekasına yöneltilmiş en büyük tehditlerden biri olarak görüyorken, bu konudaki eleştirilere Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da "değiştirilebilir ya da feshedilebilir" sinyalleri verdiği biliniyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımının, kadın ve erkek arasındaki fıtrat kaynaklı ruhi, bedeni fark ve özellikleri yok saymaktadır.Öyle bir şey olabilir mi? Sözleşmedeki aile yapımızı tahrip eden ikinci varoluşsal tehdit 'cinsel yönelim' kavramıdır. Bu kavramın ima ettiği şey gayet açıktır. Bu da kadın ve erkek cinsiyetleri dışında farklı 'tercihleri' çağrıştıran ve meşrulaştıran bir dildir.Toplumun inanç, kültür, örf ve adetlerine savaş açar konumda olan İstanbul Sözleşmesi,adeta "aile" kurumuna savaş açıldığını, oluşturulan sahte korku ve ajitasyonlarla, bir çok ailede eşleri birbirine düşman haline getirilmiştir.Efendim… Özel hayattır,kadının beyanı esastır,özgürlük alanlarıdır,herkesin hayatını istediği gibi yaşama özgürlüğü vardır,soramazsın,karışamazsın,engelleyemezsin,her isteğine eyvallah diyeceksin,,,vs vs Yoksa bir ALO ile kapı önüne atılıp,sokaklarda kalıp veya hapsi boylarsın.En kötü birkaç örneği size söyleyeyim mi? Eşiniz erkek arkadaşını eve getirir,sizin de bunu sorgulamanız psikolojik baskıyla,ekonomik durumunuz yok farazasıyla aylık geliriniz 3 bin lira olsun, eşiniz 4 bin lira x marka cep telefonunu  isterse ve siz alamıyorum demeniz ekonomik şiddet olarak kabul edilmektedir.Ya kızınız bir gün gelip ben komşumun kızıyla evlenmeye karar verdim,oğlunuz gelir de ben falanın oğluyla evlendim derse ruh haliniz ne olur acaba? Ya çok daha kötüsü mevcut cinsiyetimden rahatsızım değişmeye karar verdim diyebilme ihtimalini bile tahmin edemiyorsunuz galiba…Tüm bunlarda özel ve özgür hayat bölümüne girer ki müdahaleniz sözleşme ve kanuna aykırıdır.İçeriği ve başlığı ne kadar uyumsuz ,amacının ise toplum yapımızı yok etmek olduğunu  görebildiğinizi tahmin ediyorum.

Devlet otoritesi ve eli ile,toplumun inancı ve kültürü, örf ve geleneğinin görmezden gelinerek, bunun yerine halka Batı toplumunun ahlaki yapısı dayatıldığı bir gerçektir.Toplumun inanç, örf ve adetlerini göz ardı edilmektedir.Toplumun en temel yapısı olan aileyi hedef alarak,aile kurumunun ciddi oranda zedelenmesi, kadın cinayetleri ve boşanma oranlarının artış göstermesi, eşcinsel sapkınların gayri ahlaki fiillerini dayatmak için manevra alanı kazanması dikkat çekiyor.Bu şekilde aile içindeki güven, dayanışma ve huzur ortamı yok edilirken,halkı mekanik bir tüketim toplumu haline getirmiştir. Evlatların, ebeveynlere karşı saygısının olmadığı, aile içerisinde dayanışma ve yardımlaşmanın ortadan kalktığı, çocukların aile ortamının dışında kreş ve bakım evlerinde, yaşlıların ise huzurevlerinde kaldığı bir toplum, emperyalistler için kolay lokma haline gelecektir. Bu nedenle bu kaleyi mutlaka korumalı, toplumumuzun bu arsız çalışma dinamiklerinin başarılarına engel olunmalıdır.

Batı zihniyetinin önündeki tek engel ayakta kalmış sağlam aile kurumumuzdur. Bu nedenle doğrudan aile kurumuna saldırı yapılmaktadır.Bir taraftan genç yaşta evliliğe karşı olduklarını belirtiyor, diğer yandan çocuk da olsa karşı cinsle flört etmeyi "ilericilik" olarak isimlendiriyor ve bunu halka da öyle lanse ediyorlar. Her türlü gayri ahlaki davranışı ulu orta yaşamayı ilericilik, kadın hakları, demokrasi ve özgürlük olarak niteliyorlar. Yeri gelince 16 yaşında alkollü mekânlarda şarkı söyleyen, kliplerinde sık sık pedofili öğelerini kullanan, halkın örf ve âdetlerine tamamıyla aykırı olan cadılar bayramı gibi kutlamalarda 'şeytan'ın tasvir edildiği kostümü giyen biri bile "ilham veren genç" adı altında topluma pazarlayabiliyorlar. Bütün bunlar göz önüne alındığında, asıl meselenin genç yaşta evliliğe karşı olmak mı yoksa kadın hakları adı altında İslam’ın kadına verdiği hakları yok saymak, meşru örf ve gelenekleri çiğnemek ve karalamak mı olduğu apaçık ortaya çıkmaktadır. Nikâh akdinin değersizleştirildiği, evlilik dışı ilişkilerin normal sayıldığı, boşanmanın adeta teşvik edildiği bir süreçle karşı karşıyayız.

Toplumumuzda kabul görmüş şu gerçekler gidişatın rotasını göstermektedir. Boşanma oranlarının hızla artışının sebeplerinden biri de evlilik yaşının her geçen gün yükselmesidir. Hızla bireyselleşen, ayrı yaşayan ailelerin önüne geçmek, boşanma oranlarını düşürmek için gençlerin önü açılmalı, bu konuda teşvik edici programlar düzenlenmelidir. Genç yaşta evlenenlerin evlilikleri kamu davası haline getirilmemelidir. Bu onların özel alanıdır. Devlet bu alanı kamusal alan olarak görmemelidir. Bu bir hırsızlık meselesi değil, aile meselesidir. Devletin asıl görevi aileyi yaşatmaktır. Aileyi yaşat ki toplum yaşasın, devlet yaşasın….

Türkiye’den sonra sözleşmeyi ilk imzalayan ülkeler “Avusturya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, Karadağ, Portekiz, Finlandiya, Fransa, İspanya, İsveç, Slovakya ve Lüksemburg” olmuştur.Avrupa Konseyi ülkelerinin imzaladığı sözleşmeye bakıldığında Türkiye gibi kayıtsız şartsız imzalayan ve onaylayan ülke sayısı azdır. Ülkelerin bir kısmı sözleşmeyi imzalamasına rağmen onaylamamış, bir kısmı da çekincelerini belirtmiştir. Sözleşmeyi imzalayan Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin sözleşmeyi imzaladığı, 34 ülkenin de sözleşmeyi imzalayıp onayladığı, 11 ülkenin ise sözleşmeye çekince koyduğu görülmektedir. İngiltere, Ukrayna, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Moldova, Macaristan, Ermenistan, Letonya, Lihtenştayn, Litvanya ve Slovakya sözleşmeyi imzalamasına rağmen onaylamamıştır. Sözleşmeyi imzalayan veya onaylayan ülkelerden “Almanya, Andora, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Ermenistan, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Hırvatistan, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Kıbrıs, Letonya, Makedonya, Malta, Monako, Polonya, Romanya, Sırbistan, Slovenya, Yunanistan” çekince koymuştur. "Avusturya, Finlandiya, Hollanda, İsveç, İsviçre, Norveç” sözleşmenin bazı maddelerine itiraz etmiş, “Hırvatistan, İspanya, Letonya, Litvanya, Letonya ve Polonya ise şerh koymuştur.Rusya ve Azerbaycan sözleşmeye gözlemci ülke statüsünde katılan Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Kanada, Meksika ve Vatikan sözleşmeyi imzalamamıştır.Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni sanki kutsal metinmiş gibi hem imzalayıp hem de onaylayan ilk ülkedir ve sözleşmenin bizzat tarafıdır. Herhangi bir çekince, şerh ve itirazda bulunmamıştır. Sözleşmeye çekince koyan ülkeler dini, kültürel ve toplumsal yapılarından ve toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve partner (nikâhsız birlikte yaşayan bireyler) yaşamı gibi konularda çekince koyarken, sözleşmeyi imzalayan hükümetin ve onaylayan iktidar-muhalefet blokunun, Avrupa Konseyi ülkelerinin bir kısmı kadar, Vatikan kadar, gözlemci ülke Rusya ve ABD kadar dini ve kültürel kaygı taşımaması çok vahimdir; sanki sözleşmede hiç itiraz edilecek madde yokmuş gibi…

            Türkiye’de yaklaşık 2 yıldan beri gecesini gündüzüne katarak, İstanbul Sözleşmesi,CEDAW ve 6284 sayılı kanunun iptali,yanlışlığı,ülke,toplum ve genç nesillerin üzerindeki olumsuz etkisini açıklama-haykırma pozisyonunda birileri olduğu herkesçe malumdur.Fiziki olarak ulaşabildiği yere ulaşma,sesini duyurabildiği yere duyurma, konferens,panel,sempozyum,medya ambargosoyla mücadele ederek özellikle sosyal medya üzerinden 100 binlere  ulaşmayı başaran kim diye merak edenler  vardır muhakkak ??? Takdir edersiniz etmezsiniz,tanır mısınız,tanımaz mısınız ?? Bilmem… Bu mücadeleyi yapan ve toplum nezdinde iyi bir yere taşıyan profesyonel  ve akil ekibiyle beraber  tek siyasi lider,tek şahsiyet Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr Fatih ERBAKAN olduğunu görüyoruz.Bu Sözleşme ve ilgili kanunla   ilgili verdiği şu örnek çok çarpıcıdır. ” Bir iş yaparak para kaybedebilir, bunu bir şekilde yine kazanabilirsiniz. Temenni etmeyiz ama, savaşa girip toprakta kaybedebilir,bunu da bir şekilde geri kazanabilirsiniz.LAKİN Maazallah,bir nesli kaybettiniz mi? Geri kazanılması veya telafi edilmesi mümkün değildir.” Daha hiçbir seçime girmemiş olmasına rağmen,TBMM’de temsilcisi bulunmazken, iyi bir teşkilat ağı (81 il,740 ilçede örgütlendiği )-(öğrendiğim kadarıyla) oluşturduğu,Türkiye’nin birçok önemli meselesinde Ana Muhalefet Partilerinden daha etkin olduğunu,fikirlerinin değer bulduğunu yine görüyoruz. AYASOFYA’nın ibadete açılmasında önemli katkılarının olduğunu yakinen bilenlerdenim.Gerçekten Güzel Türkiye’min böyle bir lider ve böyle partiye ihtiyacı olduğunu ben görebiliyorum.Tahminimce sizlerde görüyorsunuz.Nazik ve yeni bir siyaset şeklini yürüttükleri , doğruları destekleyip,yanlışların karşısında olacağız hedefini güden Yeniden Refah Partisi ve Dr Fatih ERBAKAN siyasi arenaya farklı bir hava katacağı kesindir.Bu ülkede kim taş üstüne taş koyuyorsa,iyi ve doğru işleri destekleyip,yanlışların karşısında sessiz kalmıyorsa,her daim iyi yaşasın,Varolsun,Allah’ım kendisinden razı olsun diyorum.Böylelerine de toplum olarak destek verip sahip çıkılmalı düşüncesindeyim.Bilmem sizler ne düşünürsünüz ????

Değerli Dostlar…

İstanbul Sözleşmesi olmak üzere CEDAW gibi sözleşmelerin güdümünde topluma dayatılan ve 6284 sayılı kanunla desteklenen,Toplumsal  Cinsiyet Eşitliği Projesini ve uygulamasının insanlığa, geleceğimize düşman olmaları nedeniyle reddetmeliyiz. Türkiye bu anlamda İslam ülkeleri içerisinde rol model olarak gösterilmek suretiyle, yapılan operasyon Türkiye’nin şahsında İslam dünyasına yönelik bir tehdittir. Bu saldırı aynı zamanda kadın haklarını savunur gibi görünmesine rağmen kadına da bir saldırıdır. İffete, ahlaka, kutsala karşı saldırıdır. Bu dünyayı büyük ölçüde insansızlaştırma operasyonudur. İnsan nesline karşı şeytani bir saldırıdır.“Kadına şiddet” olgusu üzerinden erkekleri  şeytanlaştırma ve “Cinsel eşitlik” adı altında melez cinsiyet örneklerinin şimdiden yaygınlık kazanmaya başlamış olması, üstelik cinsiyette melezleştirme çabalarının kanuni korumaya alınması, ileriki zamanlarda telafisi mümkün olmayan toplumsal kırılmaları beraberinde getireceği muhakkaktır" Bu sözleşmede “aile yapısını ve aileye dair değerler dünyamızı sarsacak birtakım ezber tanımlar, kalıplar ve söylemler” olduğu apaçık görülmektedir.

Aile dediğimiz mukaddes  ocağın yaşatılması, tehditler karşısında korunması son derece önemlidir. Ailede çözülme olursa, varlığımızın ve geleceğimizin tehlikeye girmesi de kaçınılmazdır. Nesli muhafaza etmenin yolu da aile kurumuna sahip çıkmaktan geçiyor. Toplumun kahir ekseriyeti, duruma vakıf olanlar ve özellikle  muhafazakar çevreler, toplumsal rollerin eşitlenmesinin aile kurumuna zarar vereceğini öne sürerek sözleşmenin iptal edilmesini hasetsen istiyor.Türkiye bazı meseleler ,Avrupa ülkelerindeki gibi geri dönülmez aşamalara gelmeden bu sözleşmeden nasıl çıkılır o yollara yönelmek lazımdır.Bir çok yazar ve çizer "Ailenin çözülmesine yol açar,Aileyi çökertir,Aileye suikasttır,Nükleer saldırıdan daha tehlikelidir,Kadını yaşatmaz-öldürür, Aileye Darbe, Aileyi Yıkım Projesi dir. vs vs ” dediği İstanbul Sözleşmesi  gerçekte de  “İnancımızla ve ahlaki değerlerimizle bağdaşmıyor, aile çökmeden derhal  fesh edilmelidir." Yazı uzun olduğu kesin,lakin ancak bu kadar özetleyebildim.Ama Tahminimce , Nedir, Amacı,Getiri ve Götürüsü,kim desteklemiş,kim karşı çıkmış gibi soruların yanıtını verebildim.

SONUÇ OLARAK:  Şahsım da “Önce aile”, “önce aileyi koruyun” diyor ve  2020 yılını aile yılı ilan ediniz diyorum.Sağlıcakla Kalın

 

Yorum Yaz