tatlidede

Psikoloji Bilimiyle Aydınlanan Genç Müslüman Anneler

Gittikçe zihnimizi bulandıran, aklımızı karıştıran, kesin diye bildiğimiz bilgilerimizden bizi derin kuşkulara düşüren bir bilgi/yorum kaosunun baskı ve saldırısı altındayız. 90’lı yıllara kadar tarihin alışageldiği insan zihin ve biyolojisiyle makul bir uygunluk içinde olan araçlarla insana taşınan bilgi, hem bir ideoloji hem de gittikçe soyutlaşan/buharlaşan/sanallaşan aparatlarıyla dijitalizm, aynı zamanda insan zihnini de tehdit etmeye başladı.
Psikoloji Bilimiyle Aydınlanan Genç Müslüman Anneler

Bu araçların insana yönelik ilk tehdidi, temelde insanın bin yıllardır (bilgilenme bağlamında) süregelen sükunetini elinden aldı. Bu, göze, dişe gelmeyen flu, belirsiz, bir şeydi. Bir eğlence atraksiyonu gibi görünen bu hareketliliğin eğlendiriciliğinden çok, derinlerde insan üzerinde tahribat gücü yüksek bir manivela görevini gördüğü 20-30 yıl gibi bir sürede ortaya çıkmaya başladı.

Lafı hiç uzatmadan öze inmek gerekirse, artık göz gözü görmüyor. Çünkü artık herkes sanal göz(lük)lerle bir diğeriyle hemhâldır.

Bu sanal dünyada bilginin, cümle âlemin önüne fütursuzca ve sınırsızca boca edilmesi, insanlığı, bundan yaklaşık otuz yıl gibi kısa bir süre öncesinde bilgisizliğin cehaletinden, bugün ise kaotik bilginin yine cehaletine savurdu. Yani bir anlamda duvardan duvara fırlatmak gibi bir şey… Buna bir de insanlığın yüzyıllardır zaten yaşayıp mahallesiyle sınırlı kaldığı her tür tecrübenin, bugün aynı şekilde bütün gezende üretilen tecrübenin, mahalle meydanına herkesin gözünün önüne boca edilmesi eklendiğinde, geçmişin en bilge insanını dahi zıvanasından çıkarıp sükûnetini bozacak altüst edici mekânsal ve enformatik bir platform ortaya çıkmış oldu.

İnsan zihin ve kalbinin dokusunu tahrip etmeye muktedir bu enformatik platform, yeryüzünün bütün mahallelerinden bütün renk, doku, gelenek ve çeşitliliği insan bünyesinin hiçbir şekilde kaldıramayacağı bir anda alıp götürürken, eş zamanlı olarak, gezegende üretilen toplam bilgi ve tecrübeyi de aynı insana boca edildi. O narin bünye şimdilerde dokuz şiddetinde depremlerle sarsılmaya devam ediyor.

Bu durumu, birilerinin Z Kuşağı diye tanımladığı grup üzerinde çok daha tahripkâr oldu. Gelenek ve aile tecrübesiyle teması -sütten kesildiği andan itibaren- kesilen bu nesil, direkt dijital nesnelere maruz kaldı. Ve gerçeklik duyu ve duygusu, anne-babasınınkinden tamamen farklılaştı. Buna, din, dil, gelenek ve bilumum sosyal normlar dahil olmak üzere buharlaştı. Anne-babası için din ve gelenek hayatın belirleyici çerçevesi iken, Mardinli çocuk, sosyal medya üzerinde Arjantinli Julio ile aynı fıkraya gülmeye, aynı dizinin kahramanının instagram hesabında paylaştığı fotoğrafa “bilinmeyen bir dilde” yorum yazıyordu.

Şimdilerde herkes bir kafa karışıklığıdır sürüklenip gidiyor… Bu çocukları nasıl zapturapt altında tutabiliriz diye… Hiçbir yaş aralığının muaf olamadığı bu kaostan maaile sağ çıkmak için bütün çaresizlik ve iyi niyetleriyle çırpınan -konu çocuk olduğu için öncelikle- müslüman anneler, çareyi psikoloji kitaplarında arıyorlar.

Fakat ne ki aynı karmaşadan, Y Kuşağına mensup bu anneler de nasiplendikleri için, onlar da din, iman, dünya görüşü, gelenek, kültür gibi kimliğin temel bileşenleri olan bu kurumsal değerleri göz ardı ederek, kimin tarafından yazıldığına bakmaksızın psikoloji kitaplarını birer çıkış yolu olarak görüp çocuklarını bu kitaplara göre yetiştiriyorlar. Oysa birer müslüman olan bu anne-babalar, inandıkları dinin ve kitabın bir peygamber öğretmeni olduğunu, bu öğretmenin tam olarak kendi eğitimlerini üstlendiğini ve zaten müslüman olmanın bu öğretmen peygamberin ilke ve öğretilerine teslim olmak anlamına geldiğini hatırlasalar, sorun anında orada çözüm bulmuş olur. Ne ki bunu görebilmek ve bu teslimiyeti gösterebilmek o kadar kolay değildir.

 

Aşağıda, belki geri dönüş için bir işe yarar umuduyla müslüman annelerin bu karmaşasının maddeler halinde izini sürmeye çalıştık:

Sevgili anneciğim,

1. Ailenin, çocukluğunda sana verdiği eğitimin, hayatın zorunluluklarından kaynaklanan problemli taraflarını önce kendi içinde sonra anne-babanla tartışmaya girersin. Bu tartışmanın ilham kaynağı medyada milyonlarca kere pompalanan, “anne-babanın cahilliği” ile ilgili kurgusal propagandadır. Bu “cahillik” senin bilinçaltına bir nakış gibi işlenmiştir. Hatta anne-babana karşı duyduğun sevgiden ötürü, onları mazur bile görmeye çalışırsın. Ne ki bu mazur görme durumun, sen farkında olmadan sende üstenci bir bakış açısına dönüşmüş; farkına varamamışsın.

2. Sonra “rehabilitasyona” ihtiyacının olduğuna inan(dırıl)ırsın. Çünkü çok kötü bir çocukluk geçirmişsindir. Ailen, çeşitli biçim ve düzeylerde sana “şiddet” uygulamıştır ve bütün bu şiddet türevleri sende iflah olmaz “travmalara” yol açmıştır. O kadar “trajik sorunlara” yol açmış ki, sen şu anda anne olduğun halde, hala bir türlü bu şiddet ve “kilitlenmelerin” etkisini üzerinden atamamışsın. Çok fena bir durumdasın. Mutlaka bir “psikoloğa” gitmen gerek[1]. Yoksa çocuklarınla kuracağın “ilişki”, tıpkı anne-babanın sana uyguladığı şiddet mirasıyla büyüyeceklerdir. Aman Allahım! Çocukların bunu asla yaşamamalıdırlar.

3. Bunun için başka toprakların mayasını taşıyan, başka din ve kültürlerin hamurundan, din ve kültürler üstü, modern psikolojinin, sınırları mutlak bir “kesinlik” ile çizilmiş kavramlarını birer gözlüğe dönüştürerek paradigmal bir değişikliğe girersin. Artık tek kurtuluş reçetesi psikolojidir. Geleneğin cehaletinden, “mükemmel bilimin aydınlığına”… Çünkü aynı medya; anne-baba ve geleneği cehaletin tipik birer “figürü” olarak gösterirken, her türlü bilimsel disiplini bir mehdi, bir hidayet kaynağı, bir mutlak çözüm gibi sunuyor.

4. Öğrendiğin yeni psikolojik terimlerin kesin ilke ve sınırlarıyla geçmişine döner; aileni ve sana verdikleri eğitimi, o terimlerin doğası gereği “bilimsel bir katılıkla” yargılamaya başlarsın.

5. Rüzgârın bulutları sürükleyip her saniye sınırlarını imha etmesine benzer bir değişkenliğe sahip olan insan doğasını, (o sınırları) bilim tarafından bir kesinlikle sabitlenmiş “kesinlikli” psikolojik kavramlarla değerlendirmeye başlarsın. En değerli varlığın olan çocuğunu bu katı çerçeveli, yabancı bilinçaltı ve kültür öğelerini taşıyan, insanı bir nesneye dönüştüren bu paradigmal aygıtın insafına teslim edersin. Gün geçtikçe, çeşitli formatlarda tasarlanan ve kuram şeklinde sunulan Ayurvedik Psikoterapi, Ayurvedik Yaşam Danışmanlığı, Kozmik Ses Terapisi, Prana, Reiki… gibi Uzak Doğu kökenli programlardan, katı bir bilimsellik disiplini ile yetişmiş, hiçbir ahlak ve değeri disiplinlerine yansıtmayan ve kitaplık hacminde bir yekun tutan (çoğu Batılı, az-biraz Hristiyan ama “bilimsel” olduğu için mutlaka ateistik) yazar ve kitaplarının insafına terk etmek… Düşünsene, ruhunu, kalbini, özünü ve bunlar kadar önemli olan çocuğunun eğitimini; Allah ismini mutlak olarak bilim dışı sayan ve aynı mutlaklıkla sansürleyen yazarların ağzına ve insafına teslim etmek… Sonra da Allah için namaza durmak… Kuran “münafık, cahil ve müşriklerden yüz çevir” (Nisa/63, 81, Maide/42, Enam/68, 106, Araf/199… ) derken, bu emrin, “reel dünyadaki karşılığının, bu yazarların önerilerinden, kitaplarından mutlak surette uzak dur” anlamına geldiğinin farkına varamamak ve onların kucağına düşmek…

6. Okuduğun ve öğrendiğin her şey senin için yepyeni olduğu için; (yanı sıra bu kavramlar ve bu alanı icat eden aktörler, bütün dijital platformlar tarafından pazarlandığı için) farkında olmadan sarhoşlukla karışık bir duygu ve coşku içinde yüzersin. Öğrendiğin her şey teker teker tanımlı olduğu için, gittikçe artan bilgilerini sayıp ölçümleyebiliyorsun. “Burada yepyeni, anne babamın hiç bilmediği bir dünya var” diye çığlık atıyorsun. Hâlbuki “Onlar sabah-akşam Rablerini tesbih ederler” (Ali İmran/41, Mümin/55) ayeti kerimesinin emrini yerine getirseydin, ruhun duru bir denizin huzur yüklü sükûneti gibi çağıldayan bir şelaleye dönüşürdü. Oysa mesela “Nietzsche Ağladığında” isimli kitabın sende oluşturduğu coşku ve kendini önemli hissetme duygusu ile psikolojik sorunlarının çözümü için sana hatırlatılan “Kalpler ancak Allah’ı hatırlayarak/anarak huzur bulur” (Ra’d/28) ayetinin sende oluşturduğu soğukluk ve banallık duygusu, zaten sen ruh koordinatlarını açıkça ele veriyor. Kimse kimseyi yargılayacak durumda değildir elbette ama bu karşılaştırmalı örnekte senin vicdanın, ne demek istediğimi açık seçik bir şeklide sana göstermiş ve sen de buna tanıklık etmişsindir.

Senin şanssızlığın şudur ki, kimse çıkıp sana rüzgâr tarafından sınırları her an değişip duran o bulutun ve o insanın doğasından söz edemiyor. Etmeye kalkıştıklarında da ağızlarına yeni öğrendiğin onlarca kesin tanımlı kelimeyi tıkıyorsun. Zaten annen-baban sana bu kadar net veriler de sunamıyorlar. Çünkü onlar “insana bir bütünlük içinde” bakıyorlar. Bu yüzden onların kesin çerçeveli kelimeleri yoktur. Bu yüzden genellikle örnekler üzerinden açıklama yapıyor ve az biraz şiir ve benzeri şeyler söyleyebiliyorlardır. Örneğin:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

(Kendi şahsiyetinle barışık ol; çünkü sen âlemin özüsün

Sen varlıkların gözbebeği olan insansın)  (Şeyh Gâlib)

“Bu acaip şair, ne kadar çok karmaşık laf kalabalığı yapmış böyle!”. Ve tabi hiçbir şey anlamıyorsun öyle değil mi?

7. “Psikolog, rehabilitasyon, terapi” gibi kelimeleri öğrendiğin ilk günden itibaren psikoloğa gitmeye hazırsın. Seans,  kurs, eğitim başı aldığın maaşın yarısını gözden çıkarmaya da… Onlar için artık hazır ve sağımlık bir nesneye dönüştürüldüğünü ruhun bile duymuyor.

Belgeselde izlediğin 90 yaşındaki ninenin-dedenin “hayat nasıl geçti?” sorusuna verdiği iyimserlik yüklü cevaplar[2] üzerinde düşünmeyi akledemeyecek kadar artık kendinden uzaksın. O dede ve ninelerin de bir zamanlar senin gibi minnacık çocuklar oldukları, onların da senin anne-baban gibi anne-babalarının olduğu aklına gelmez. Senin gibi onlarca çocuk ve toruna anne-babalık, nene-dedelik yaptıkları aklına gelmez. Onların samanyoluna kadar uzanan iyimserliklerine karşılık, senin hem kendin için hem de çocuğun için taşıdığın mutsuzluğun kaynağının “zatına hoşça bakmak” yerine, insanı dokunulmaz kılan “kutsal ve şiddet” kavramları arasına sıkıştıran ve her anını ve durumunu yüzlerce kavramla kayıt ve denetim altına alan bu sıkıştırılmış halini de göremezsin.

8. Ve bir gün çıkar bir psikoloğa gidersin. Bu, yanlışlıkla sıradan çıkmış bir psikologdur. Sana, senin kendi öz yurdundan, dininden, inancından çeşitli örnekler verir: “Bir sandığa konulmuş çocuğun”, ya da “doğumunun ilk aylarından itibaren, arada gavur çöllerin bulunduğu uzak kabilelerden çelimsiz bir anneye verilen bebeğin dört yaşına kadar annesini göremeden büyüyen çocuğun” bugünkü modern psikolojiye göre psikopatik, manyak veya sapık gibi bir şey olması gerekirken, tarihte birer peygamber Musa ve Muhammed olarak yer almasının, modern psikolojiye göre imkansız olduğunu sükunetle önüne koyar. Tıpkı sen, evi ve aile eğitimini terk ettiğinde anne-babanın, önüne aynı veya benzer örnekleri koyduğu gibi…

İki farkla:

a) Bu örneği önüne koyan kişi yine bir psikologdur ve

b) sen bu örneği kavrayabilip aydınlanabilmen için, kazandığın paradan kendisine ödeme yapmışsındır. Yani aslında senin aslına dönebilmen için, Allah sana merhamet etmiş de -bir çeşit yol kazası- diyebileceğimiz bir yanlışlık sonucu “sertifikalı bir psikologdan” hidayetin kodlarını yeniden keşfetmişsin.

Günaydın!

Kendini nasıl hissediyorsun?

Haydi, geçmiş olsun… 


[1] Hâlbuki psikoloğun sana sağlayacağını iddia ettiği katkıyı geçmiş müslüman toplumlar “iman ve ahlak” ikilisiyle ortalama günlük bir refleksle çözüyorlardı. Tevekkül, kader, teslimiyet, Allah rızası… gibi pek çok değerle (kimi zaman yersiz ve yanlış kullanımlarına rağmen) çoğu zaman komşuyla dertleşerek hallediyorlardı.

[2] https://mavimuhacir.wordpress.com/2019/11/22/295/

Editör: Mahmut Yavuz

Yorum Yaz