tatlidede
tatlidede

Radviyye hamamı ve Bıttım sabunu

Radviyye hamamı ve Bıttım sabunu

Çarşıda öğrendi hayatı, yıllardır hala rüyasında gördüğü Tellallar çarşısında. Çocuk yaşlarında  çalışmaya başladığı o çarşıda. Sabah erkenden babasıyla dükkana giderken her gördüğü dükkanı, esnafı dikkatle izler hangi dükkanda ne satıldığını aklında tutmaya çalışırdı.

Komşu esnafların huyunu suyunu, sattıkları malı pazarlama yolunu büyümüş de küçülmüş bir çocuk tavırlarıyla anlamaya çalışırdı. Komşu üç beş esnafın işlerin durulduğu bir anda dükkanlarda bir araya geldiklerinde konuşulanlara kulak kabartır, onları dinlerdi, hep öğrenirdi.

Dini konularda sohbetle başlayan konuşmalar laftan lafa atlamalarla uzadıkça dedikoduya dönüşürdü. Herkes kendine göre dürüst kendine göre dindardı. Sohbetlerdeki kısır döngü kadınların kendi aralarında konuştuklarını akşam eşlerine anlatması ile başlardı. Daha sonra erkekler duydukların iş yerlerinde birbirlerine anlatır sonra çocuklar kulak misafiri oldukları büyüklerinden duyduklarını birbirlerine anlatır ve döngü tamamlanırdı. Her şey hızla yayılırdı. Sanki gizli bir tellal vardı hayatlarında. Bazan konu erkekler arasında başlar sonra kadın, sonra çocuk sıralamasıyla son bulurdu. Sonuçta herşey duyulurdu.

"Hayatı çarşıda öğrendim" derdi Mehmet.

Tellallar çarşısı 32 numarada. İleride Eş’ar İl Habayib (Sevgililere Şiirler) adlı şiirinde şöyle yazacaktı:

“Elmanın suyunun karışması ile,

Nasıl “günahkâr” olmaktan kaçılamadığını

Urfa yağından daha saf ve temiz

olması gerektiğini Müslümanların,

Mardin’in Tellallar çarşısında öğrendim.

 

Ve Mardin’in Tellallar çarsında

Pazarlığı, cambazlığı,

Ve ticareti öğrendim.

Hacı olmanın bir elbise,

Bir maske,

Dürüst olmayanların

Satın aldıkları bir pozisyon olduğunu da

İnsanların Hacca zararsız bir kor bıçak gibi gidip,

nasıl bilenmiş bir ustura gibi geleceklerini de

Tellallar çarşısında öğrendim.”

 

Sabuncular vardı çarşıda, birbiriyle rekabet halindeydiler. Sabun önemli ürünlerindendi çarşının. Mardin'e özgü, içine katılan bitkinin adıyla anılan, verdiği kokularıyla tanınan mis kokulu sabunlar. Badem, Gül, Safran, Bıttım, Lavanta hatta Kükürt ile yapılmış sabunlar. Öğlene doğru çevre köylerden gelen Kürt kadınlarının çok sevdiği sabunlar.  Kürt kadınlar getirdikleri ürünleri hububatçıya sattıktan sonra ellerine geçen parayla aldıkları ürünlerin arasında elekler, sepetler, nalınlar ama en çok sabunlar vardı. Bıttım sabunları.

Zinnar bölgesinden gelen Bıttımlarla yapılan sabunların çok güzel olduğu bilinirdi. Suda bırakılan Bıttım zamanla yağını bırakır su üzerinden toplanan yağla sabun yapılırdı. Sabuncu Ahmet Efendi bu sabunların cilde çok iyi geldiğini, tedavi edici olduğunu söylerdi satış yaparken.

Mehmet babası eve sabun alırlarken Bıttım sabunu isterdi özellkle. Ailesi kalabalıktı, annesinin, babaannesi ile birlikte çamaşır yıkarken ellerinin nasıl yıprandığını görür  Bıttım sabunuyla yıkarlarsa ellerinin iyileşeceğine inanırdı. Hamama gittikleri günun ertesi üzerlerinden çıkan çamaşırları yıkayan annesi için çok üzülürdü Mehmet.

Yıllar sonra şöyle anlattı o günleri:

"Çarşamba akşamı büyük kazana kül konur, üstü su ile doldurulurdu. Perşembe sabahı erkenden kazan ateş üstüne alınır kaynaması beklenirdi. Perşembe günü çamaşır yıkanırdı. Kaynar küllü sudan bir miktar büyük bakır tasla çamaşır leğenine dökülür, daha soğuk olan kuyudan çekilmiş su ile karıştırılır, elin dayanabileceği sıcaklıktaki suyla çamaşır yıkanırdı. Külle ve elde çamaşır yıkamadan dolayı babaannemin ve annemin elleri paramparça olurdu. Kazan evin dışındaki mutfakta kaynar, çamaşır da orda yıkanırdı. Avlu ve damda çekilen ipe çamaşırlar serilirdi."

Çarşamba günlerini yıllarca unutamadı Mehmet, Radviyye hamamını da. Mardinde hamam kültürü farklıydı. Bir gün önceden hazırlık yapılırdı, götürülecek eşyalar, temiz çamaşırlar bohçalanırdı akşamdan. Varlıklı aileler hamama giderken yanlarında götürecekleri eşyaları Kirdenlikdenilen bu iş için yapılmış metal kaplarda taşırlardı. Islak sabun, sabun bezi, kese gibi eşyaları için de Kildanlık kullanırlardı. Kildanlık daha ince işçilikli kapaklı kaplardı. Sınıf farkı taşınan eşyanın kalite farklı ile belirlenir hamam günlerine de yansırdı. O metal kaplar içinde bazen gümüş hamam tasları, gümüş işlemeli hamam nalınları, bıttım sabunları, yanında mis kokulu keseler de yer alırdı. Peştemallar, havlular, banyo sonrası saçın çabuk kuruması için  kullanılan beyaz, yumuşak tülbentler ve oyaları, renkleri ile sınıf göstergesiydi. Farklı olduklarını inananlar arasında bazen yer kavgası, kıyafet kavgası çıkabilirdi. Bir gün ünlü bir aileden gelen bir kadın kendisi ile aynı kıyafeti giyen bir başka kadını dövmüştü hamamda, bu olay yıllarca konuşuldu Mardin'de.

Kadınlar ah güzel kadınlar, ciltlerinin güzelliği ile ancak hamamda yarışabilirlerdi. Soyunmalık bölümünden sıcaklık bölümüne geçtikten sonra göbek taşında ısınırlar, gevşerler, yıkanırlar daha sonra hamam keyfini oynayarak çıkarırlardı. Şarkı söyleyen, oynayan, göbek atan kadınlar keyiflerini yanlarında getirdikleri yiyeceklerle beslenerek tamamlarlardı. Gelin hamamı günleri ayrı bir ritüel olurdu, gösteriş katlanırdı. 

Hamile kadınlar bir kenarda daha sakin duruşları ile fark edilirdi. Hamamların kutsallığına inanan bu kadınlar sessizce dua ederlerdi. Bir de yeni gelin iseler bütün gözler üstlerindeydi zaten.

Anneleri ile gelen çocuklar da uslu durmaları için anneleri tarafından korkutulur, korkuyu tadanlar korkutmayı kendinden daha küçük olanlar üzerinde denerlerdi. Öcüler, umacılar, görülmeyen korkutuculardı. Köşelerdeki karanlık bölgelerde olduklarına inanılırdı. Sıcaklık bölümünün üzerindeki kubbedeki yuvarlak camlar çocukların eğlencesi olurdu. Çoğu zaman oradan bakan birilerinin olduğuna inanırlardı. Camlar prizma işleviyle rengarenk ışıklar yansırtırdı ve çocuklarda eğlenirdi hamam günlerinde.

Mehmet için o günler hem ıstırap verici hem de eğlenceli izler bıraktı. İlerde şöyle anlatacaktı:

"Çocuklar korkarlardı; kesenin kiri çıkarayım derken derilerini soymasından, kabak ipleri ile yapılan lifin özellikle yeni ise bıçak gibi kesme ihtimalinden, çok sıcak suyun yakmasından, göze sabun kaçmasından korkarlardı.

Kaleden gelen kaynak suyu kazanlarda ısıtılır, bu su kovalarla hamamcı kadınlar tarafından  yıkananlara taşınırdı. Hamamın en keyifli yanı, yıkandıktan sonra dışarı çıkıldığı andı. Buharlı sıcak hamamdan, temiz havalı büyükçe ayvana gelindiğinde, müthiş bir ferahlık hissedilirdi. Temiz çamaşırları giyen kendini yeniden doğmuş gibi hissederdi.”

Hamam evleri ile hükümet binası arasında ki yokuşta eve daha yakın bir yerde idi. Hamama giderken de dönüşte de sırtına bağlanan bohçayı eve taşıyan Mehmet annesi için elinden geleni yapardı. O yılları hatırladıkça hamamdaki kutsallığın Mardin’den ayrıldıktan sonra bile senelerce rüyasını görmesine neden olduğunu söylerdi.

Tellallar çarsındaki yaşanmışlıklara eklenen Radviyye hamam günlerindeki yaşanmışlıkların ortak kıssası şuydu; çalışmadan, yorulmadan kazanamazsın. Çok çalıştı, biriktirdiği parayla annesine çamaşır makinası aldığı gün çok mutlu bir çocuk olduğunu hissetti. O halâ Radviyye Hamamını özlüyor.

*Bu öykü Mehmet Nezir Uca’nın anılarından esinlenerek yazdığım Tellalar Çarşısı adlı kitabımdan alınmıştır.

Nesrin Aykaç.

 

 

 

 

Editör: Nezir Güneş

Yorum Yaz